28 Şubat 2012 Salı

KRİSTİN HANNAH - ATEŞ BÖCEĞİ YOLU

MERHABALAR, 

Son dönemlerde okuduğum ve paylaşmak istediğim bir KRİSTİN HANNAH kitabı ile karşınızdayım. Kitabımız, ATEŞ BÖCEĞİ YOLU.. Bir çoğunuz okumuştur mutlaka. Ben okumakta biraz gecikenlerdenim... 


Ateşböceği Yolu 624 sayfadan ve dört ana bölümden oluşuyor. 1970′lerde başlayan hikaye 70′ler, 80′ler, 90′lar ve sonrasında da “Yeni Bin Yıl” olmak üzere başlıklar altında anlatılıyor. Adım adım Tully ve Kate’in tanışması, lise hayatı, üniversite hayatı, aile hayatları ve iş hayatları, daha sonrasında ise belirli olgun yaşa geldikleri dönemler anlatılıyor. 


Tully ve Kate’in arkadaşlığı, Tully ve annesi Cloud'un Kate ve ailesinin yaşadığı eve yakın bir eve taşınmalarıyla başlar.  Tanıştıklarında her ikisi de ergenliğin başlarında olan bu genç kızlar sonraları birbirlerinin hayatlarında son derece önemli roller oynarlar.  


Tully eroin bağımlısı annesi tarafından defalarca terk edilip büyükannesiyle büyürken; Kate ise sevgi dolu mutlu bir ailede büyümüştür. Ancak Kate’in en önemli sorunu, arkadaşlık kurmakta zorlanmasıdır. Tully ile durakta tanışmaları ile başlayan arkadaşlıkları gelişen olaylarla perçinlenir. 


İki arkadaş liseden sonra üniversiteye de birlikte giderler. her ikisi de gazetecilik okurlar. Tully annesiyle yaşadıkları ve lisedeyken yaşadığı tecavüzden sonra erkeklere güvenemez hale gelir kısa süreli ilişkiler yaşar Kate ise ise ailesi gibi bir aile kurmak ister ve gerçek aşkı bekler. 


Üniversiteden sonra Tully ve Kate iş hayatında da ayrılmazlar. Tully istekle yaptığı işinde hızla ilerlerken Kate işe alındığı günden itibaren patronları Johnny’ye aşık olur. Ancak Johnny Kate’in farkında değildir. Bir çok erkek gibi o da Tully'nin etkisine girer. 

Durgun deniz Kate karşılık coşkulu nehir Tully, düzenli Kate karşılık dağınık Tully…


Kate sevdiği adamın en yakın arkadaşı ile tek gecelik ilişki yaşaması üzerine Johnny'den tamamen umudunu keser. Her şey ile Johnny ile yemek yemek için sözleştiklerinde değişir.  Kate ve Johnny o gece birlikte olurlar. Kate hamile kalır. 

Johnny'nin bebeği kabullenmeyeceğini düşünen Kate ondan aldığı evlilik teklifi ile dünyanın en mutlu insanı olur... 

Sonrası kitabımızda.... 


KİTAPTAN NOTLAR

Kitabı yazarın Kış Bahçesi ile yakın zamanlarda okuduğumdan iki kitap arasında sürekli bir kıyaslama oldu. Kıyaslamalarda göze çarpan en önemli özellik, yazarın kendini tekrar ediyor izlenimi yaratması. Sevdiğiniz bir yemeği arka arkaya bir kaç öğün yeme hissi yarattı kitap bende...

Buna pek çok örnek verebiliriz. Karakterler açısından bakacak olursak, yazar iki romanda da 3 farklı ve zıt karakterler üzerine kurmuştur olayları.. Kış Bahçesinde de ailesine bağlı kadın karakter (Kate ve Kış Bahçesi'ndeki Meredith) Uçarı kadın (Tully ve Kış Bahçesi'ndeki Nina) Soğuk ve mesafeli kadın ( Cloud ve Kış bahçesi'ndeki Anna)


Anne kız ilişkilerindeki sorunlar, Tully ve annesi Cloud ve Anna ile kızlarının ilişkisinde yine benzerlik göstermiştir. Anna geçmişin izleriyle çocuklarına bağlanamazken Cloud'da bunun yerini uyuşturucu almıştır.  

Her iki roman da kadın karakterler üzerine kurulmuştur. 

Romanlar boyunca dönemin özelliklerini yansıtan bolca şarkı ve şarkıcıya yer verilmiştir. 

Her iki romandaki karaktelerin meslekleri bile benzerlik göstermektedir. Nina fotoğrafçıyken; Tully gazetecidir.. 



Bunların sayısı daha da arttırılabilir.. Bunların yanında yazar tarz olarak sade ve basit bir anlatımı benimsemiş, söz sanatları ve ağdalı bir anlatımdan uzak durmuştur. Son derece hızlı ilerleyen, elinize aldığınızda kaç sayfa okuduğunuzu anlamadan bitirdiğiniz bir roman gerçekten.  

Fakat her şeye rağmen romandaki  Kate Tully arkadaşlığında birkaç şeyi söylemeden geçemeyeceğim. Roman arkadaşlık romanı diye lanse edilirken; (elbette arkadaşlar arasında da tartışmalar gel-gitler olabilir) Kate'in Tully'ye zaman zaman "sürtük" demesi,  Tully'nin Johnny'ye zaman zaman ilgi göstermesi bunun Kate'in gözünden kaçmaması, Tully'nin televizyon programında Kate'i küçük düşürmesi, her yaptığı hataya rağmen ilişkide Kate'in hep özveride bulunması.... Açıkçası böyle bir arkadaşlığı ben ister miydim bilmiyorum.... 

Her ikisini kıyasladığımda içerdiği masalı göz önünde bulundurarak, KIŞ BAHÇESİNİ daha çok beğendim.. 

Sizler neler düşünüyorsunuz sevgili dostlar... Haydi fikirlerinizi paylaşın..

SEVGİLER...

18 Şubat 2012 Cumartesi

İHSAN OKTAY ANAR - AMAT

MERHABALAR, SEVGİLİ DOSTLAR;

Keyifle okuduğum, ancak anlamaktai simgesel anlatımları çözmekte bir o kadar da yorulduğum bir kitap ile karşınızdayım... 

İhsan Oktay Anar'a "ERDAL ÖZ" ödülü kazandıran AMAT'la karşınızdayım.. Kitapta Osmanlı döneminde geçen masalsı bir gemi yolculuğu anlatılmış.... 
Yine İhsan Oktay Anar 'ın kendine has tarzını konuşturduğu etkileyici bir roman olmuş bence. 


Romana başlamadan önceki kapakta Tekvin’den bir alıntı yer alıyor.. Bu alıntı şöyle;
“Kendine Gofer ağacından bir gemi yap;gemide odalar yapacaksın ve onu içeriden ve dışarıdan ziftleyeceksin”

Bu sözler başlangıçta çok fazla bir anlam ifade etmese de Amat’ı yapan günahkar Deli Marangoz Nuh Usta, akıllara Nuh peygamberi getirse de Nuh Usta’nın günahkar olmasından dolayı sadece bir gönderme olduğu anlaşılıyor.

Romanımızın Özeti şöyle; Deli Marangoz Nuh Usta, sabık bir zangoç olan Ayyaş Ohannes tarafından vaftiz edilir. Ayyaş Ohannes vaftiz işlemi için Deli Marangoz’dan 247 akçe alır.  Nuh Usta aynı zamanda Diyavol Paşa’nın emriyle Amat’ı yapan kişidir.  

Diyavol Paşa, Navarin’deki 247 gemicinin mezarından çıkan 247 meşe ağacını zaç yağıyla öldürür ve Nuh Usta’ya gemiyi yaptırır. Ağaçlar kesilmeden önce de ağaçların gövdesine siyahla “AMAT” yazar. İşte AMAT bu ağaçlardan yapılmıştır. Aynı zamanda Nuh Usta, gemideki mürettebatın fallarına bakan ve remil falıyla onların günahlarını bir bir yüzlerine söyleyendir. 

Yüklemesi bitip de yola çıkmak üzere Mavi bayrak çekili olan Amat’a Süleyman Reis, Eşşek İsrafil’in kuşağına yapışmış olarak ayak basar. Süleyman Reis, sırma işlemeli siyah bir kaput, gemici çizmeleri, destarsız Cezayir fesi giymiş 40-50 yaşlarında asık suratlı bir adamdır.


AMAT’IN ARKA KAPAĞINDAN…

Kıyıda ise üç direkli, iki güverteli ve 58 toplu bir kalyon, o karanlıkta usturmaçalarını puta edip iskeleye palamar vermişti. Yelkenlerin sarılı olduğu serenler hisa edilmiş ve tez zamanda yola çıkacağını ilân için mizana direğine mavi bayrak çekilmişti. Esrarengiz adam, kalabalığı yarıp elinden tuttuğu İsrâfil’le iskeleden gemiye doğru yürümeye başladı. Kalyonun dikmesinin palangalarına asılan ve tıraka tutan gemicilere vardiyan, “Yisa, sizi gidi sütü bozuk sünepeler! Yisa beraber! Varda ruhsuzlar! Varda! Bre aman! Laşka! Laşka!” diye feryat ediyor ve hurçların, sandıkların ve fıçıların ambarlara usûlünce istifine nezaret ediyordu. Güneşin doğmasına 7 saat kala esrarengiz adam, sürme iskeleden kalyonun çukur güvertesine çıkmak istedi. Fakat eline ne kadar asılırsa asılsın Eşek İsrâfil yerinden bir türlü kımıldamıyordu. O karanlıkta eline son bir kez daha asılıp “Gel yâ mübarek!” diye nida eyledi. Bunun üzerine çocuk her nedense inat etmekten vazgeçti. Ne var ki, sürme iskelenin kayganlığından dolayı düşmemek için midir, İsrâfil’in kuşağına 40-50 yaşlarında, iri yapılı, sırma işlemeli siyah kaput giymiş biri yapışmıştı. İşte bu adam kuşağı bırakıp küpeşteye tutundu ve güverteye ayak bastı. Bunun ilâhî düzenin bozulması demek olduğunu hiç kimse bilmeyecekti.


Süleyman Reis’in diğer adı da Kırbaç Süleyman Reistir. Bu adı gemide mürettebata söz dinletmek için kullandığı kırbaçtan almıştır. Bilinmeyen bir kişi tarafından gemideki görevine atanmıştır. (Görevi kimden aldığı roman sonunda da açıklığa kavuşmamıştır. ) Geminin Kaptanı Diyavol Paşa, görevi kabul etmeme hakkı olduğunu söyler ve ona karar vermesi için zaman tanır. Diyavol Paşa kızıl cübbe ve siyah mintan ile kırmızı çizmeler giyen beyaz tenli bir adamdır. Kitaplarına ve sinekemanına düşkündür.. Roman boyunca zaman zaman kırmızı atlasla üstünü kapattığı aynasına saklanır. İşlediği en büyük günahı unutmak için sarı bir içki içmektedir.
“Süleyman şaşırmıştı. Kaptan efendimiz çivi gibi bakan küçük kara gözlerini ona dikip, “Ne dersin?” diye sordu, “Karar vermen için sana süre de tanıyayım mı? 15 dakika yeter mi? Ne diyorsun bu teklife?”
Bunları söyledikten sonra paraketecilerin kullandığı küçük bir kum saatini alıp ters çevirerek masanın üstüne koydu ve kum alt hazneye akmaya başladı. Bir süre sonra sıkılmış olacak ki, o kapkara ağzını eliyle kapatıp esnedi, ardından da uzun uzun sırtını kaşıdı. Saatin üst haznesindeki kumun bitip tükeneceği yok gibiydi. Neden sonra, gözlerini ovuşturup çenesini kütürdetircesine yeniden esnedi. Sıkıntıyla bir öf çektikten sonra yeniden doğrulup kamaranın kıç tarafındaki kapıyı açtı ve denizci dilinde “bahçe” denilen yere, yani geminin kıçında, kendisi ve zabitlerin hava alması için yapılmış ahşap balkona çıkarak, karanlık gök kubbe altında uzanan o muazzam şehri, Konstantiniye’yi seyretmeye başladı.. (sayfa 27)”

Düşünme süresinin sonunda Süleyman, Diyavol Paşanın kamarasındaki ölümsüzlükle ilgili kitaplardan da etkilenerek, teklifi kabul eder. Geminin yüklenmesini bittiğinde Amat, bilinmeyen bir rotaya doğru yola çıkar. Ancak gemi istendiği gibi pazartesi yola çıkmaz, uğursuz sayılan salı günü yola çıkar.. Gemi yol alırken, geminin ikinci Kaptanını belirleme için Diyavol Paşa kimin mürettebata söz geçireceğine göre karar verecektir. Ali Reis mi?, Kırbaç Süleyman mı?

Kendini Diyavol Paşa’ya kabul ettirip 2. Kaptan adayı olan Ali Reis’i bertaraf etmek için, Tefriciye köyündeki cami minarelerini topa tutturur. İkindi namazı kılan cemaati katlettirir. Bu sayede 2. Kaptan olmaya hak kazanır. Ali Reis mahzene attırılır. 


Bundan sonra gemideki tüm mürettebatın kaderi bu ikilinin elindedir. Süleyman Reis Nuh Usta’dan geminin sol tarafında fazlalık oluşturan ağaçlardan bir kadın başı yaptırarak gemiye monte ettirir. Süleyman’ın Nuh Usta’ya tarif ettiği kadın, Rum asıllı karısı Aletiya’dır. Venedikliler evlerini yaktığında acı çekmeden ölmesi için karısını pistolü ile vurarak öldürmüştür.

Amat, Ganimet için birkaç gemiyle savaşsa da hepsinden eli boş döner. Geminin zarar görmesi üzerine gemiyi onarmak üzere Malta’ya yanaşırlar.. Burada Malta Şövalyeleri ile savaşırlar. Malta’dan ayrılırlarken gemi direğine bir baykuş konar.

Malta’dan ayrıldıktan sonra geminin direğine Diyavol Paşa’nın emriyle, Siyah sancak çekilir. Bu sancak çiviyle sabitlenir. Bu sancak aynı zamanda gemideki 247 mürettebatın günahkârlığını da temsil etmektedir. İtiraz edenlerin günahları bir bir sayıp dökülür. Diyavol Paşa, “Ben oradaydım. Ben, sana günah işleyen ellerinden daha yakınım “ der ve bu şekilde itirazları engeller. Bu sancaktan dolayı Türklerle de savaşmak, din kardeşlerini saldırmak zorunda kalırlar… Saldırmak istemeyenlere Kuran’dan ayetler okunarak mürettebat kandırılır.  

Amat, Venediklilere de saldırır. Bu saldırı esnasında Diyavol Paşa ortalarda görünmez, denize düştüğü varsayıldığı esnada ortaya çıkar. Süleyman Reisin Diyavol Paşa’ya nerede olduğunu sorması üzerine sinirlerinin zayıfladığına hüküm verilerek ambara vebalıların yanına indirilir. Ganimet için saldırdıkları ve yedeğe aldıkları Venedik gemisinden veba bulaşır.. Bu şekliyle gemi bir tabut gibidir. Mürettebat arasında veba hızla yayılır.

Abuzer Reis kendilerini takip eden Venedik kalyonunun onları bulamaması için Geminin fenerini söndürür. Bu gemi mürettebatı tarafından şerefsizlik olarak kabul edilir.  Abuzer Reis bir gözünden vurularak öldürülür. Abuzer Reis Nuh Usta tarafından, denize atılmak yerine ağzına bir meşe palamudu konarak ambara atılır.

Süleyman Reis, Diyavol Paşa’nın kitaplğından Hikmet’ül Lokman kitabını okumuş ve ölümsüzlük otunun “kebire” olduğunu kitabın 333 yaprağından öğrenir. Kitaptaki şifreyi çözdüğünde ise, “Ruhunu Diyavol’e sat” cümlesini bulmuştur. Aynı zamanda 333 yaprak 666 sayfaya eşittir ve şeytanı simgeler.

Süleyman Reis ambarda diğer ölülerin yanındayken Amat’ın “A”sını silahla vurmuş , Amat (gerçek) sözcüğünü mat’a yani ölüme çevirmiştir. Böylece geminin tüm çivileri sökülür, geminin tüm günahkar mürettebatı Navarin yakınlarında huzurlu bir ölüme kavuşur. Navarin yakınlarındaki mezarlıktaki meşelerden yapılan AMAT başlangıç noktasına geri döner.


KİTAPTAN İLGİ ÇEKİCİ NOTLAR: 

Romanda olayla Yazarın ağzından anlatılmaktadır. Yazarın Diyavol Paşa'ya zaman zaman "EFENDİMİZ" diye hitap etmesi, gemideki mürettebattan olduğu hissini uyandırmaktadır. 


Roman boyunca gerçekte var olmayan yazarlardan ve kitaplardan söz edilerek, anlatım ve olaylara farklı bakış açıları oluşturur… Romanda tarihçi olarak geçen bir çok yazar geçekte kurgudur… Zindan Katibi Çapraz Recep Dede Hazretleri, Vakanüvis Şaşı İkram Efendi… vb.

Yazar bazen olayları Göbelez baba ve her şeye inana saf bir denizci olan Kazdağlı ile konuşmalar sırasında örer..Kul Rıza da ara ara gemi ve güzergah konusunda tahminler yürütür bilgiler verir.

Bu kötülük gemisi tüm mürettebatın tabutu olacaktır.  Geminin uğursuzluğu Salı günü yola çıkmasıyla, siyah sancakla ve Malta’da geminin direğine konan baykuşla pekiştirilir. 

Romandaki zaman belirsizdir. 1670 de başlar, Diyavol Paşa'nın kemanın içinde imal tarihi 1699 yazar... Bu durum da muamamadır. 

Romanda Diyavol paşa kötülüğü ve uğursuzluğu temsil eder. Giydiği Kızıl cübbe ve siyah mintan ve kırmızı çizmelerle adeta “ŞEYTAN” ı akla getirir. “Kaptan Diyavol Paşa’nın “Ben oradaydım. Ben, sana günah işleyen ellerinden daha yakınım “ sözleri onun şeytan olduğu ihtimalini güçlendirmektedir. 

Ayrıca 247 meşeden yapılan geminin Navarin'e ve gemici mezarlığına dönmesi kısır bir döngüyü akla getirmektedir. Acaba bu gemiciler 3 yılllık bir süreyi gerçekten de sürekli baştan mı yaşamaktadırlar.. 

Süleyman Reis'i kimin görevlendirdiği roman boyunca ve sonunda açıklanmamıştır.. 

GÜZEL BİR PAZAR GÜNÜ GEÇİRMENİZ DİLEĞİYLE.....

SEVGİLER...


12 Şubat 2012 Pazar

POPÜLER BİLİM - VÜCUDUMUZ DİZİSİ

MERHABA, Kitapsever blog dostlarım, 
Bu akşam sizlerle öğrencilerim için aldığım  ve çok severek benim de okuduğum, yeni ve farklı bilgiler edindiğim bir seti tanıtmak istiyorum... Setimizin adı "POPÜLER BİLİM - VÜCUDUMUZ SERİSİ" (POPÜLER BİLİM'İN yeryüzü.. vb. konularda da setleri var..)  
Setteki kitaplar dergi gibi kuşe kağıda basılmış.. Fotoğraflardaki parlamadan anlaşılıyor zaten... İçerikleri ise, 4. sınıftan 8. sınıfa kadar işlenen Fen ve Teknoloji derslerindeki insan vücuduyla ilgili konuların ayrıntılı halleri.. 


Kullanılan görseller son derece güzel ve öğrencilerin anlayacağı biçimde yapılmış... Öğrencilerimden bir çoğu hayretler içinde kaldı Vücudumuz mucizesine..

Setimiz 10 kitaptan oluşuyor...


1. DOĞUM - Hayata Merhaba


2- DNA VE HÜCRE


3 - İSKELET VE KAS SİSTEMİ


4- SOLUNUM SİSTEMİ


5 - SİNDİRİM SİSTEMİ


6 - KAN VE KALP


7 - BEŞ DUYUMUZ


8 - SAVUNMA SİSTEMİ


9- SİNİR SİSTEMİ VE BEYİN


10 - HORMON SİSTEMİ


Öğrencilerimin bu kitaplara kavuştuğu bu hafta boyunca en sessiz okuma saatini yapmayı başardım..

Kitapların tek kötü tarafları öğrencilerimin bitmek bilmeyen soruları....

GÜZEL BİR HAFTA GEÇİRMENİZ DİLEĞİYLE..

SEVGİLER..


5 Şubat 2012 Pazar

AHMET ÜMİT - KAVİM

Kabzasında bir haç olan bıçakla öldürülmüş bir adam... Üstelik yanı başında bir Kutsal Kitap açık bırakılmış, satırlardan birinin altı adamın kanıyla çizilmiş ve kitabın kenarına bir azizin adı düşülmüş... MOR GABRİEL...
Ahmet Ümit böyle başlıyor, Başkomiser Nevzat'ı konuşturduğu kitabına....Ardından Başkomiser Nevzat, yardımcısı Komiser Ali ve Kriminolog Zeynep de olayı çözmek için hemen harekete geçiyorlar.


Yazarımız olayları çözerken okurlara tarih dersi vermeyi de ihmal etmiyor... Bir an kendimi "DA VİNCİ ŞİFRESİ" okur gibi hisseyorum. Tarihi bilgilerin ışığında bir taraftan da korkunç cinayetler dizisinin nedenini ve katili arıyorlar....


 Hıristiyanlık, Süryanîlik, Arap Alevîliği gibi dinî konuların da rol oynadığı, İstanbul’dan Mardin’e uzanan, devletin derinliklerinde kurulmuş yanlış düzene çarpıp geri tepen ilginç bir soruşturma bu. Ve.. araştırma sırasında karşılaşılan çarpıcı bir o kadar da yakıcı gerçekler... Geçmişe yapılan göndermeler....


Grange ve polisiye- gerilim okumayı sevdiğimi paylaşmıştım daha önce... Ama hamileliğimin başından beri zaten beni zorlayan bulantılarıma bir de cinayetleri katmamak için okumaya ara vermiştim....Polisiye gerilim tarzına geri dönüş için bu kitap benim için iyi bir başlangıç oldu.....


Konu, mekan ve karakter seçimlerine tam not verdim.... Ama Başkomiser Nevzat'ın benim okuduğum kadarıyla çözemediği tek dava olan karısı ve kızının ölümünü ne zaman çözümlendireceğini de merak etmeden geçemedim...


Sonuç olarak kitabı çok beğendim.... AHMET ÜMİT yabancı yazarları aratmayacak kadar iyi kurgulanmış romanlar yazıyor...Yeni paylaşımlarda buluşmak dileğiyle....

GÜZEL BİR HAFTA GEÇİRMENİZ DİLEĞİYLE...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...