“Başlangıçta
Söz vardı ve Söz tanrı katındaydı ve Söz Tanrı’ydı.” (Sayfa
33, Öndeyiş’ten…)
“ Adıyla var bir zamanlar
gül olan; salt adlar kalır elimizde” (Sayfa, 686)
“Şeytan’ın
varlığının tek gerçek kanıtı, belki o anda herkesin onun işbaşında olduğunu
bilmek için duyduğu tutkunun yoğunluğudur.” (Sayfa, 61)
ARKA
KAPAK
Umberto Eco’nun 1980’de yayımlanan dev romanı Gülün Adı, çağdaş
klasikler arasında yerini çoktan aldı. Çok katmanlı bir yapıt olan bu romanda,
1327’de İtalya’daki bir manastırda geçen bir cinayet soruşturması anlatılıyor.
Dünyanın belli başlı tüm dillerine çevrilen Gülün Adı,yayımlanışının üzerinden
21 yıl geçtikten sonra, yazarın tarafından yeniden ele alındı; bazı bölümler
eklendi, bazı bölümler çıkarıldı. Gülün Adı’nın bu yeni soluk kazanmış olan
formunda, yine kendinizi XIV. Yüzyıl Avrupası’nın dinsel entrikalarının
ortasında bulacak, gizemli bir öykünün labirentlerinde din ve bilimin çatışmanı
izleyeceksiniz.
Günümüz edebiyatına bambaşka bir soluk getiren, yepyeni bir
türün kapılarını açan Gülün Adı, hem Ortaçağ Hıristiyan dünyasını derinliğine
irdeleyen bir tarihsel roman hem de büyük bir ustalıkla kurulmuş, soluk soluğa
okunan bir polisiye öykü. 1986’da başrolünü Sean Connery’nin üstlendiği film,
çok daha geniş okur kitlesini romana yöneltmişti.
ÖZET
Melk Manastırı’nda genç bir Benedikten çömezi olan
kitabımızın anlatıcısı Dom Adso, ailesi tarafından Fransisken’in,
Baskerville’li Rahip William’ın yanına verilir. Kendisi William’ın hem yazmanı
hem de öğrencisi olur. Onunla yaşadıkları hayatının en unutulmaz anlarıdır. Ve
zamanı geldiğinde anlatacaktır. 7 gün devam eden; Tansökümü, Sabah, Öğle,
İkindi, Akşamüzeri, Günbatımı, Akşam olmak üzere; günün 7 zaman dilimini içeren
cinayetlerle ve gizlerle dolu öyküsünü…
İtalya’nın kuzeyinde yüksek bir tepenin üzerine kurulmuş, büyük
bir Manastırda, nasıl olduğu tam olarak anlaşılmayan bir ölüm olayı olur. Eski
bir sorgucu rahip olan William olayı araştırmak üzere görevlendirilir. William
ve çömezi Dom Adso, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Manastıra
varırlar.
Manastır; Aedificium, Ağıl ve Ahırlar, Avlu, Demirhane,
Hamam, Kilise, Revir, Toplantı Salonu ve Yatakhaneden oluşan büyük bir yapıdır.
William ve Dom Adso manastırın başrahibi Abonne
tarafından karşılanır. Kısa bir süre dinlendikten sonra aldığı bilgilerin
ışığında William ölüm olayını araştırmaya başlar.
Minyatür ustası Otranto'lu
Adelmo Aedificium'un doğu kulesinin altında ölü bulunmuştur. Aedificium’un Birinci katı mutfak ve yemekhane, üst iki
kat yazı salonu ve kitaplıktır. Adelmo üst kattaki yazıhanede kitap kopyalamada
görevli rahiplerden biridir.
Başrahip, soruşturmayı
yöneten William’a Manastırda serbestçe dolaşma ve rahipleri sorgulama hakkı tanır.
William’ın serbestçe dolaşamayacağı tek yer kütüphanedir. Manastırda en iyi
korunan yer de kütüphanedir. Kütüphaneci ve yardımcısı dışında, diğerlerinin
okuma salonu dışındaki bölümlere girişi yasaktır. Diğerleri tarafından istenen
ya da kopyalanan kitap, ancak kütüphaneci uygun görürse isteyen kişiye verilebilir.
Kişilerin labirent gibi düzenlenmiş kütüphanede istedikleri kitabı izinsiz
almaları imkansız gibidir.
“…kadın
Şeytan’ın arabasıdır.” (Sayfa, 318)
“Şeytan erkeklerin yüreğine kadın kılığında girer!” (Sayfa,
320)
“Sevgi
nedir? Dünyada bana sevgi kadar anlaşılmaz gelen hiçbir şey yoktur; ne insan ne
Şeytan ne de başka bir şey, çünkü sevgi her şeyden daha çok işler ruha. Yüreği
böylesine kaplayan, böylesine bağlayan hiçbir şey yoktur. Bu nedenle, onu
yöneten silahlar olmayınca, ruh, derin bir uçuruma atılırcasına sevgiye
atılır.” (Sayfa, 327)
Kütüphaneye sadece, kütüphaneci rahip yaşlı ve kör bir rahip olan Burgos’lu Jorge
ve yetiştirdiği çömezi Hildesheim’li Malachi, girebilmekte
ve sadece kütüphaneci, kitapları nasıl düzenleyeceğini, nereye koyacağını, nerede
bulacağını,kime verilebileceğini, gizlilik derecesini bilmekte ve kendinden
önceki kütüphaneciden öğrendiği gibi kütüphaneyi korumaktadır.
“Tinsel bir labirent
olduğu kadar, dünyasal bir labirenttir o. İçeri girebilirsiniz, ama dışarı
çıkamazsınız.” (Sayfa, 61)
Kitap kopyalamada görevli rahipler yazı
salonunda çalışırlarken çalışmalarına yardımcı olması açısından bazı ciltleri
okuyabilmektedirler. Sıradan
rahiplerin kitaplığın tüm bölümlerine girmeleri de yasaktır. Labirenti andıran
kitaplık, herkese açık değildir. Bu duruma neden olarak, bazı kitapların
sapkın ve yalan bilgiler içermesi gösterilmektedir. (Yasaklı kitapların
arasında Kuran-ı Kerim de vardır.)
William’ın kütüphane çevresinde yoğunlaşan
merakı ve şüphesi artarken, Adelmo’nun intihar mı cinayet mi olduğu hala soru
işareti olan ölümünü Yunanca-Arapça çevirmeni Venantius’un, retorikle uğraşan
Benno’nun, kütüphane yardımcısı Brengar’ın, yazmaları kopya eden Aymora’nın,
kütüphaneci Malachi’nin ve şifalı otlar uzmanı Severinus’un ölümleri izler. Her
birinin ölümü birbirinden trajiktir.
“Bilgi
en iğrenç işlemlerden sonra bile fizik bütünlüğünü koruyan bir madeni paraya
benzemez; kullanıla kullanıla epriyen çok güzel bir giysiye benzer daha çok.”
(Sayfa, 266)
Cinayetlerin kütüphane etrafında döndüğünü
hisseden William kütüphaneye gizli giriş yolunu da bulur. Acaba Kütüphanenin
içerdiği sır nedir? Neden ölenlerin ellerinde ve dillerinde lekeler vardır?
Ölüm tuzaklarını kim neden kurmaktadır? Kitaplığı canı pahasına korumayı görev
edinen kör rahip Burgos’lu Jorge’u aşıp sırlara ulaşabilecekler midir?
Soruların yanıtları, Skolastik düşüncenin hüküm
sürdüğü Ortaçağ Avrupa’sındaki iktidar ve tarikatlar arası mücadeleler...
DAHASI KİTABIMIZDA…
“Çoğu
kez bir kitap, tehlikeli bir kitapta çiçeklenen zararsız bir tohum gibidir; ya
da tam tersine acı bir tohumun tatlı meyvesidir.”
(Sayfa, 402)
“Kitabın
iyiliği okunmasındandır. Bir kitap imlerden oluşur, bu imler başka imlerden söz
ederler. Onu okuyan gözler olmazsa, bir kitap kavram üretmeyen imler taşır; bu
nedenle de dilsizdir. Bu kitaplık belki de içinde barındırdığı korumak için
doğdu, ama şimdi onları gömmek için yaşıyor.”
(Sayfa, 547)
KİTAPTAN NOTLAR:
Kitapla ilgili ilk yapacağım yorum romandaki katille ilgili
kitabın başında ilk şüphe uyandıran kişinin katil çıkması kurgunun en zayıf
kısmı idi benim için. Asıl sürpriz yasak kitap oldu doğrusu. Yunanca-Arapça çevirmeni Venantius’un ölümünden sonra
ve Kuran ile ilgili satır aralarında söylenenlerin ardından aklıma acaba Kuran
mı yasak kitap diye düşündüm. Galiba inancım gereği öyle olması gerektiğini istediğimden ya da o dönemin inanç sisteminde neler yasaktır çok kestiremediğimden
öyle düşündüm.
Romanda bazı tasvirler özellikle Dom Adso’nun bir
kilise tasviri vardı sanırım son derece sıkıldım okurken.
Bazen de diyaloglarda
dönemin Papalık tartışmaları, Hristiyan mezhepleri arasındaki farklar,
açıklamalar da bu konuda bilgim de sınırlı olduğundandır belki de çok sıktı
beni. Birçok ismi araştırmak zorunda kaldım. Ama isimleri araştırdıkça kafam
tamamen karıştı elbette.
Bunun yanında romanın tam zamanlı kurgusu en beğendiğim
kısmı oldu. Heyecanı ve gerilimi yükseltti bu satırlar benim için. İlk başlarda
William ve Dom Adso kütüphaneye gizlice girdiklerinde tasvirler kütüphanenin
yapısını anlamama yetmemişti. Kitabın 449. Sayfasında verilen çizim anlamadığım
kısımların kafamda oturmasını sağlarken, yazara hayranlığımı arttırdı. Acaba
kitaptaki manastır gerçekte hangi manastır ve böyle bir kütüphane gerçekten var
mıdır? diye sordum kendime.
Kitabın sonu da yine beni şaşırtmayan unsurlardandı. Malum o
dönemlerde yanan kütüphaneler pek çok kitapta yerini alan unsurlardandır.
Kitabı ilk istediğimde Kitap Okumak İster Misin? bana çok
uzun isterseniz filmini izleyin demişlerdi. Okurken pek fazla yorulmadım ancak
bu denli sayfa barındıran tuğla bir kitabı okumaya değdi mi bilmiyorum.
YEPYENİ KİTAPLARLA GÖRÜŞMEK ÜZERE...
SEVGİLER...
Not. Kitabın başındaki manastır krokisini fotoğraflamayı unutmuşum. Kitabı geri gönderdikten sonra fark ettim. Krokinin de kitabı takipte önemli olduğunu söylemeden edemeyeceğim.