Merhabalar, Sevgili Kitaplarım Olmadan Asla Blogu Takipçilerim;
Blogumu haftada bir güncelleyerek, yazmaya
çalışıyordum. Son aylarda pek fazla güncelleyemedim. Ancak pek çok blogu
okudum ve elimden geldiğince yorum yazmaya çalıştım. Uzun bir aradan sonra
merhaba hepinize…
ON DAKİKA OTUZ SEKİZ SANİYE’yi
piyasaya çıkmasının üzerinden çok geçmeden, almış okumuştum yaz sezonunda. Fotolar
da yaz tatilinden… Neredeyse 9 ay geçmiş üzerinden… Maalesef zor günlerden
geçiyoruz her birimiz. Sevdiklerimiz, büyüklerimizden ayrı gurbette yaşayınca
yüreğimiz bir farklı atıyor her haberde her telefonda. Ben de bloguma yazıp,
bir süre ilgimi farklı yerlere kaydırayım istedim.
ARKA KAPAK
Adı Leyla’ydı. İstanbul’un
en eski genelevlerini barındıran o meşum sokakta yer alan gülkurusu renkli evde
bilinen adıyla Tekila Leyla. Öyle derdi ona arkadaşları, ahbapları ve
müşterileri. Öyle derdi ona beş kadim dostu. Hiç istemezdi Leyla kendisinden
geçmiş zaman diliminde söz edilmesini. Ama işte kalbi daha az evvel susmuş,
soluk alış verişi ise hepten kesilmişti. Şehrin kenarlarında bir çöp kutusuna
bırakılmıştı cansız bedeni. Gene de henüz durmamıştı beyni. Çalışıyordu hâlâ.
Tastamam on dakika otuz sekiz saniye boyunca…
ÖZET
Kitabımız “SON” bölümüyle başlamaktadır. Bu kısımda
kitabımızın kahramanı Tekila Leyla’nın öldürülmüş ve bir çöp tenekesine atılmış
cesedi karşılıyor bizi. Kalbi durmuş, Leyla’nın bilinci hala açıktır ve 10
dakika 38 saniye boyunca da beyni düşünmeye devam edecektir.
“...zaman dediğin çözülmüş bir yün yumağı
gibi geriye sarılamazdı. Son nefesini verdikten sonra insan, işlerin nerede
tökezlediğini sormanın ne yararı vardı!” (Sayfa 12)
Hani bir tabir vardır ya; hayatım film şeridi gibi gözlerimin
önünden geçti diye… İşte bu aşamada Tekila Leyla’nın da yaşadığı budur…
Birinci Bölüm – AKIL’da ise dakika dakika Tekila Leyla’nın
dönülemez yolculuğu anlatılmaktadır. Tekila Leyla, Van’da iki eşi Suzan ve Binnaz ile yaşayan
Harun’un ikinci eşi Binnaz’dan olan ilk çocuğu olarak 1947’de dünyaya
gelmiştir. Babası Harun
kızının ismini Leyla Afife Kâmile koyar. Harun’a göre o adanmış bir
çocuktur. Doğar doğmaz ilk eş Suzan’a teslim edilir ve Suzan’ı annesi, Binnaz’ı
da teyzesi bilerek büyür. Bu olay üzerine Binnaz akıl sağlığını kaybeder.
Leyla bu şartlar altında büyürken; evde misafirlerin olduğu
bir gün Binnaz’dan kendisinin gerçek annesi olduğunu öğrenir. Ancak teyzesinin
durumundan ötürü pek de ciddiye almaz. Leyla’nın Tarkan isminde bir de kardeşi
olur. Tarkan Mongoloit’tir.
“Ademoğulları Havvakızları nedense
varoluşlarının dönüm noktalarıyla ilgili bitimsiz bir sabırsızlık içindelerdi.
Mesela zannediyorlardı ki evlilik defterine imza atar atmaz insan hemen “koca”
olur, “eş” olur. Oysa işin aslı şuydu ki, evlilik denilen müesseseyi anlamak
uzun yıllar sürüyordu. Benzer şekilde, herkes zannediyordu ki insanın çocuğu
doğduğu an anne olunur ya da baba olunur. Gerçekteyse, ebeveyn olmayı öğrenmek
hayli zaman alıyordu. Keza anneanne babaanne olmayı öğrenmek de öyle. Aynısı
emeklilik ve yaşlılık için de geçerliydi.” (Sayfa 14)
Tekila Leyla,
1953 yazını hatırlar. Ailecek Akdeniz’e tatile gitmişlerdir. On iki kişi
ailecek tatildedirler. Amcası bir gece Tekila Leyla’nın yatağına yaklaşır.
Amcasının oğlu Tolga ile aynı odayı paylaşmaktadır. Leyla o gece amcasının
tacizine uğrar. Bu durumu kabullenemeyen çocuk kalbi, ateşli bir hastalık ile
cevap verir duruma.
Leyla’ya iğne yapmaya gelen eczacı kadının oğlu Sinan ile
tanışmaları da bu hastalık ile olur. Sabotaj Sinan, Leyla’nın beş kadim
dostundan biridir. Leyla büyüyüp, genç kız olduğunda da amcasının tacizi
tecavüze dönüşür. Leyla’nın hamile kalıp, düşük yapmasının ardından Leyla;
başına gelenleri anlatsa da babası onun arkasında durmaz. Amcasına inanmayı
tercih eder. Aile Leyla’yı amcasının oğlu ile evlenmeye zorlar.
“Bir kadının kocasını düşündüğünde aşk
değil,sevgi değil korku hissetmesi ne acıydı.” (Sayfa 28)
Leyla’nın bunu
kabul etmesi mümkün değildir. Kardeşi Tarkan’ın öldüğü gün evden kaçarak,
İstanbul’a gelir. Leyla’nın başına gelen kötülükler, talihsizlikler burada da
birbirini kovalar. Çok geçmeden Leyla, geneleve düşer. Leyla’nın bu süreçteki
şansı sevdiği adam D/Ali, arkadaşları kendisi gibi evden kaçan Hollywood
Hümeyra, Jameelah (Cemile), Zeynep122 (boyundan dolayı), Sabotaj Sinan, ve Hiç
(Travesti arkadaşı)…
DEVAMI
KİTABIMIZDA…
KİTAPTAN NOTLAR
Kitabın “On Dakika Otuz
Sekiz Saniye” kısmını anlatan bölümlerini okumak daha keyifliydi. Bu kısımlarda
romanımızın ana karakteri Tekila Leyla’nın ağzından anlatılıyor. Kullanılan dil
bakımından bu kısma daha çok beğendim. Karakteri anlamak bakımından bu
bölümleri daha çok beğendiğimi söyleyebilirim.
“... insan hafızası, eğlenirken içkiyi biraz
fazla kaçırmış birine benzerdi: Ne kadar gayret etse de dümdüz yürüyemezdi.
Geri dönüşlerle dolu bir labirentin içinde düşe kalka ilerler, sık sık baş
döndürücü zikzaklar yapardı. Velhasıl hafıza dediğin düz bir çizgide
ilerlemezdi.” (Sayfa 63)
Tekila Leyla’dan sonra sözü
birbirinden şahsına münhasır dostları alır. Ancak bu kısımları Leyla’nın
aklından geçenler kadar severek okumadım.
Kitabın konusuna gelecek olursak konusu son derece klişe… Ensest tacize ardından da tecavüze uğrayan, ailesi tarafından istemediği bir akrabası ile -kendisine tecavüz eden kişinin oğlu- evlendirilecekken İstanbul’a kaçan ve kötü yola düşen bir genç kadın üzerine kurulan bir hikâye olmuş. Hikâyenin bu aşamalarında okurken pek de şaşırmadım. Daha önce okuduğum bir hikâyeyi okur gibi hissettim.
“Hafızasını bir mezarlık gibi görürdü;
hayatının farklı bölümleri gömülüydü orada, hepsi ayrı ayrı mezarlarda
yatıyorlardı ve Leyla’nın onları yeniden canlandırmaya hiç niyeti yoktu.”
(Sayfa 72)
Sonraki kısımlar biraz daha ilginçleşse de kitap klişe olmaktan çıkamamış.
Kitaptaki karakterlere gelecek olursak; yazarın her kitabında sergilemiş olduğu şahsına münhasır birbirinden ilginç karakterler ve onların lakaplar sırasıyla sahnede yerlerini almışlar.
Kitap akıcı ve bir çırpıda okunuveriyor ancak Baba ve Piç, Pinhan, Mahrem’den sonra pek de başarılı bulamadım. Bir yazarın alışık olduğum uzun cümlelerini ve Osmanlıca kelimelerini aradı gözlerim… Kitabı yazın tatilde okumuştum. Tatil için uygun akıcı bir kitap.. Bir de yazarın diğer kitapları ile kıyaslandığında diyalogların fazlalığından yola çıkacak olursak filme çekilmeye en uygun kitaplarından biri gibi geldi.
“Yas dediğin bir kırlangıç bir gün bir
uyanırsın ki yok. Gitmiş sanırsınız ama meğersem başka bir yere göç etmiş, tüylerini
ısıtmaya. Er ya da geç geri gelir, gene konar kalbinizin üstüne.” (Sayfa 250)
YEPYENİ KİTAPLARLA GÖRÜŞMEK DİLEĞİYLE…
NOT: BLOG ETİKETİ OLMAYAN GÖRSELLER ALINTIDIR.
Okunacaklarım arasında bu kitap. Bakalım kütüphanede varsa...
YanıtlaSilüzücü bir hikaye ben bu dönem okumayayım not alayım sonra olmazmı
YanıtlaSilKonusu üzdü beni de. Eski kitapları daha iyiyse bunu sonlara erteleyeyim, Baba ve Piç'i merak ediyorum :))
YanıtlaSilÇok kapsamlı güzel bir tanıtım olmuş. Çok teşekkürler Emine Hanım.
YanıtlaSilDiğer hesabınızdan instagram hesabınıza ulaştım ama kitap yorumlarınızı da taşımalısınız bence.
YanıtlaSilçok teşekkürrler ziyaretinize... Telefonda yazı yazmayı pek sevmiyorum bu yüzden instagrama taşımadım kitap blogumu. ancak ara ara yeni bir sayfa açıp yazmayı planlıyorum...
SilOkuduğum bir kitap. Değerlendirmelerinize katılıyorum:)
YanıtlaSilHi dear I have a new post. If you want a check, I'd be glad. Kisses xoxo
YanıtlaSilhttps://salyaves.blogspot.com/2020/05/2-may-2020.html
ben de okuyacaktım ancak elimdekilerden fırsat kalmıyor, online elime geçerse, belki...
YanıtlaSil