MERHABALAR;
Divan Edebiyatı’nın geniş kitlelere yayılmasında önemli çalışmaları olan İskender Pala’nın, 2003’de yayımlandığında çok dikkat çeken ve ilgi gören, Divan Edebiyatı güzellemesi olan “Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk” adlı romanıyla karşınızdayım uzun bir aradan sonra.
“ Bize kalırsa aşkı tanımayan bir
okuyucu bu kitabı hiç okumamalıdır. Çünkü yazıcı, aşk konusunda istediği kadar
deneyimli olsun ve inandırıcı şeyler söylesin, kitabın konusu herkesin can
sıkıcı bulduğu acılar, hasretler ve ayrılıklar ise, hele de adını Elem
koymuşsa, söylediklerinin aşka dair merak edilen şeyler söyleyeceğine kolay kolay
kimseyi inandıramaz, bunu bilirim.” (vii, romanın
girizgah’ından...)
İlimler Akademisi’nin antik çağ bazilikalarından bozma kütüphanesinde,
Kanun Koyucunun Bağdat’a girmesini kutlayanların dışarıdan gelen sevinç
çığlıkları arasında çalışan Hilleli Mehmet Efendi (Fuzuli)’ye Keldani ve Asur
tarihi uzmanı yetmişlik Süryani kütüphane görevlisi tarafından bir hançer
verilir.
Kabzası çift boynuzlu ve çatal dilli bir yılan başı biçiminde dökülmüş
bir hançerdir bu. Hançerin üzerinde son derece değerli taşlar ve yazılar
vardır. Hançeri verirken kütüphaneci “ölmesini
bilenler için hançer hayat demekir; ve aşkı bilen biri için yedi gerçek sır
vardır, ona sahip olan dünyaya hakim olur” der. Emanetini uygunsuz
kişilerden korumasını ister. Hileli başta anlatılanlara pek önem vermez,
hançerin maddi değeriyle ilgilenir.
Kütüphaneyi Kanun Koyucu adına teslim alan Celalzade Mustafa, Fuzuli ile tanışır
ve onu evinde yapılan sohbetlere davet eder. Burada ona Leyla ile Mecnun’u
yazma fikri verilir.
Hilleli sonraki günlerde kütüphaneye uğradığında kütüphanecinin öldüğünü
ve kendinden önce birkaç kişinin daha kütüphaneciyi sorduğunu öğrenince
telaşlanır. Hançeri tekrar tekrar inceler. Hançerin üzerindeki 7 taşa aynı anda
baskı uygulanınca hançerin kabzasından fırlayan sahtiyan şerit fırlar. Üzerinde
karmaşık harflerin olduğu verev kesilmiş bir deridir bu. Başına
gelebileceklerden korkan Hilleli şerit alır ve hançeri kaldığı medresenin
avlusundaki dut ağasının altına gömerek ondan kurtulur. Deriyi de matarasının
sapına astar olarak diker.
Bu kısım romanımızın bence en heyecanlı ve güzel bölümü. Bu bölümden
sonra çöl kızı Leyla’nın yaptığı parşömene Hilleli’nin Leyla ile Mecnun
mesnevisini yazması ve yazarken de öğrendiği yedi sırrı mesneviye gizlemesi bu
nedenle de Kanun Koyucunun Bağdat’ı almasında Tanzimat dönemine kadar
mesnevinin ve mesnevinin sırrının peşine düşenler anlatılıyor kitabımızda. Hem
de mesnevinin üzerine yazıldığı parşömen tarafından…
" Dicle'nin serin yamaçlarında bir çilek idim ben. Son taşkında bedevilerin bağlar ve bahçeleri harab olunca geç yeşermiş, şiddetli güneş ile erken kızarmıştım. Bir gün kara kaşlı, kara gözlü bir Arap kızı nazik elleriyle koparıp koydu sepetine beni. Dalım yaprağım benimle idi. Umuyordum ki al dudaklarına dokunacaktım. Hatta tam da dudaklarına yaklaştırmışken… Olmadı... Olamadı… Olamadım… Eksik kaldım, yarım kaldım.
Adı Leyla idi, dudaklarından koparıp bir kazana attı beni sonra hiç acımadan. Hurma lifleri, çöl dikenleriyle beraber kaynadıkça kaynadı suyum, dağıldım, ezildim. Yanıyordum ve henüz olgunlaşmamış bir hurma ile kol kanat olduk bu yangında birbirimize, ama nafile!.. Gül dudaklar umarken dikenler battı yüreğime. Yanışım ateşten miydi, aşktan mı anlayamadım. Bir tekneye döktü güzeller güzeli sevgi dolu varlığımı, çiğnetti çocuklara. Güneşte büyümüştüm, güneşte kurutulup candan ayrıldım. Mermer ile merdane arasında lif lif karıştım aynı kaderi paylaştığım hurma ile, birbirimize sıkı sıkı sarılmayı öğrendik dikenlerle. Rengim solarken canıma batan liflerin ve dikenlerin hesabını soramadım kimselerden."
Arka Kapak
Gök kubbenin altında insanın ruhunu soyan kötülükler ve giyindiren aşklar adına...
Doğu ak ejder yılında başladı yirmi üç bin yıllık gizem...
Uzayın sonsuzluğuna açılan kapıyı keşfe çıkmış bilge rahipler, uğruna topluca can verdikleri bir sırrın, binlerce yıl sonra, bir şair tarafından aşkın derin katmanlarına saklanarak korunacağını bilselerdi...
Sirüş başlıklı murassa hançerin kabzasına parmak izlerini bırakanlar, daha avuçlarının sıcaklığı gitmeden hançer kınında kan biriktiğini bilselerdi...
Bağdat, İstanbul, Roma, Paris ve diğerleri; kıyılarına vuran yeni aşkın, bütün eski tarihlerini dolduracak yoğunlukta olduğunu bilselerdi...
Bilgeler, katiller, asiller ve sevgililer; ellerinde tuttukları kitabın alev almaya hazır bir aşk külçesine dönüşmek üzere olduğunu bilselerdi...
Şair, ipeksi dizeleri arasına hayaller gibi sakladığı şifrelerin hoyrat ellerde ihtirasla parçalandığını, sonsuzluk şarabına kadeh yaptığı gelincik yapraklarının kinle dağıtıldığını bilseydi...
Ve şimdi kim bilebilir neler olacağını,
Babil uyandığı zaman?!..
KİTAPTAN
NOTLAR;
Romanımızın
fonunu Osmanlı Devleti’nin en görkemli zamanlarından Kanuni Sultan
Süleyman’ın(Kanun Koyucu’nun) Bağdat’ı alışından başlayarak, hasta adama
dönüşene kadar ki hali oluşturmaktadır.
Romanın en
ilginç tarafı romandaki hikâyenin her hangi bir karakter değil de kitabın
ağzından anlatılmasıdır. Gerçi romanın geçtiği zaman dilimi boyunca
yaşayabilecek gerçek bir karakter de pek mümkün değil ama… Acaba yazar bu
şekilde sanatın insan hayatının üstünde zaman ve mekânlarda hüküm sürdüğü
vurgusu mu yapmak istedi?
Romanda
“Babil Cemiyeti (BC)” adlı gizli bir örgüt vardır. Bu örgüt, önceleri bilimsel
bir amaçla kurulmuş; zamanla siyasî, entrikacı ve çıkarcı bir amaca
yönelmiştir. Belli başlı devletlerin üst kademelerinde bu örgütün üyeleri
vardır. Hatta Hürrem Sultan bile…
Roman
boyunca inanılmaz fazla yazım hatası vardı. Bunlar dizgi hatası olmak için de
oldukça fazlaydılar. İskender Pala’ya yakıştıramadım…
Yazar
roman boyunca tüm bildiklerini sıralamış ve adeta ve bilgi kalabalığı yapmış.
Bu denli fazla bilgi kalabalığı da kitabın çok yavaş ilerlemesine sebep oldu
benim için.
Romanda
diğer İskender Pala romanlarında olduğu gibi her bölüm öncesine ve bölüm
içerisine serpiştirilmiş olan beyitlerle, birçok kişiyi hakkında çok az şey
bildiği Divan Edebiyatıyla tanıştırma kaygısı bazen roman konusunun önüne
geçmiş ve roman bölümleri arasında kopukluğa sebep olmuş...
Kitabı
okumaya başladığımda başlangıçta konusu çok hoşuma gitti. Osmanlı devleti zamanlarında aşk temalı bir
gezintiye çıktığımı sırlarla, gizli cemiyetlerin olduğu maceralı bir roman
okuyacağımı düşündüm. Divan Edebiyatı şairlerinin bazı beyitleri de keyifli geldi. Ancak kitabın
ilerleyen sayfalarında roman son derece ağır bir hızda ilerliyor. Araya konan
beyitler dikkat dağıtıp, asıl konudan uzaklaştırıyor.
Fuzuli, Baki, Nabi ve Şeyh Galip gibi şairlerin hepsi çok değerli şairler ancak abartı derecesinde övülmeleri
gereksiz olmuş. Sanırım yazar burada “Divan Edebiyatı”nı sevdirme misyonuna
uygun davranmış.
Osmanlı
devleti zamanındaki hemen her şeyi detaylandırma kaygısı tempoyu tamamen
düşürüyor. Hatta sırrın çözüldüğü bölümlerde bile heyecan artmıyor. Yazar bazı önemli olaylardan sırf
bahsedebilmiş olmak için bahsedilmiş havası var. İskender Pala, sanki tüm bildiklerini
sığdırmaya çalışmış bu kitaba. Hatta o
kadar ileri gidilmiş ki çoğu yerde, kitabın konusunun ne olduğunu dahi
unuttuğumu hatırlıyorum.
Bir
de roman boyunca göze batan, sırıtan sözcükler var ki, onlardan bahsetmek
istiyorum.
“...cami,
medrese, türbeler, aşevi, kervansaray, sıbyan mektebi, muvakkithane ve
sebilleri aynı kompleks içinde...”(s. 71)
“...İstanbul'da sultan Bayezit'in sarayına hediye olarak sunulmuş, zekasıyla
çevresindekileri etkileyince de sarayın kolej eğitimi veren enderun mektebine verilmişti...”
“Gelişimini tamamlayamamış
organizmalar, küveze konulmuş bebekler gibiydim; ama çok hızlı büyüyordum.”(s. 30 - 37)
Duman rengi bir lekeye dönmüştü adım, artık
"Kays" diye okunamıyordu, ama kömürün izi, gizli bir fligran gibi
Kays adını kazımıştı bağrıma. (s. 30 - 37)
Bahsedilen
yapı külliye, hatta aynı cümlenin başında ve sonunda da geçiyor ama “kompleks” kelimesi
sırıtıyor. O dönem için bilinmeyen,
kullanılmayan bir kelime diye tahmin ediyorum hiç değilse Osmanlı’da.
“Kompleks”ten sonra roman içinde geçen ve dönemi anlatırken muhtemelen dönemde
kullanılmayan bir kelime daha. “kolej”. Bir de organizma ve küvez yok mu? Küvez icat
edilmiş miydi, acaba o dönemlerde ? Gerçekten fena halde sırıtmış…
“BUEM (Babil Uzay Araştırmaları Merkezi)” Böyle
bir merkez gerçekten olsaydı adı herhalde o dönemin diline göre “Babil Feza Tetkik...." gibi bir şey olurdu herhalde. Bu isim günümüze uygun ama kitaba değil…
Ayrıca
“BC (Babil Cemiyeti)”, “L&M (Leyla
ile Mecnun)” ve “BUEM (Babil Uzay Araştırmaları Merkezi)” kısaltması beni
özellikle rahatsız etti. Bu sözcükler romanın doğasını bozmuş gibi geldi bana. Bir
de “&” işareti yok mu tam bir fiyasko. Divan edebiyatı ile “&”
işaretini bir araya getirmek her kitaba nasip olmaz elbette.
Acaba
tabletler ve tarihi eserler gerçek midir? Romanla ilgili en merak ettiğim konu
bu oldu diyebilirim bir de Fuzuli’nin mesnevisi hala herhangi bir yerde ilk
yazıldığı şekliyle korunabilmiş midir acaba?
Bundan
önce yazarın Şah ve Sultan, Od, Katre-İ Matem, romanlarını ve İki
Dirhem Bir Çekirdek ile Muhibbi
derlemesini okudum. Katre-i Matem’i de biraz sıkıcı bulmuştum. Ama kurgusunu çok beğenmiştim. Şah
ve Sultan ile Od’a hayran kalmıştım. Ancak bence içlerinde dil bakımından en ağır
ve konunun ilerleyişi açısından en sıkıcı bulduğum İskender Pala kitabı bu oldu diyebilirim.
Yazarın profesör kimliği yazar
kimliğinin önüne fazlasıyla geçmiş.
Bu akşamlık bu kadar...
Okuduğum ilk İskender Pala kitabıydı ve favori kitaplarım arasına girdi bile, çok beğenerek okumuştum :) Keyifli okumalar.
YanıtlaSilBENDE BU ARA MERAK EDİYORDUM BU KİTABI
YanıtlaSilANLATTIKLARINIZDAN SONRA OKUYAMAYACAĞIMA KARAR VERDİM
AĞIR İLERLEEYEN KİTAPLARDAN SIKILIYROUM
TEŞEKKÜRLER PAYLAŞIM İÇİN
Kitaba çok büyük bir önyargıyla başladım.. Başladıktan sonra önyargının ne kadar kötü bir şey olduğunu anladım. Bence bi başlayın derim 😊
SilSon cümle önemli demişti yazar sizin son cumleniz ne idi kitapta :))
SilIskender pala kitaplari bana hep yorucu ve dikkat isteyen romanlar gibi gelir nedense. Hani okurken sadece romana odaklanmali yoksa kacirdigim yerler olur ve romani anlayamam diye dusundurur. Ben od kitabina bayilmistim ama katre-i matem de ayni seyleri hissedemedim.
YanıtlaSilTanıtım için teşekkürler.Okunmayı bekleyen kitaplarım arasında,iyi günler..
YanıtlaSilİskender Palayı severek takip etmeme rağmen en sıkıldığım kitabı oldu. Küvez kelimesine bende takıldım hatta sayfaya ne alaka diye not almıştım. Koca Osmanlı İmpatatorluğu parçalandı da kitaba bir şey olmadı. Hele bu kitap el yazması. Ne kaliteli bir üretimdi öyle.
YanıtlaSilYazarı ilk olarak Kitab-ı aşk ile tanımıştım. Ardından gazetedeki yazılarını takip etmeye başladım.
Roman olarak Od ile Şah ve sultanı okudum ve beğendim. Deneme olarak; İki dirhem bir çekirdek, Kahve molası, Kırkıncı kapı... okudum. Baktım liste bitmiyor en iyisi burada bırakayım.
Iskender Pala'nin butun kitaplarini severek okuyorum,en son okudugum "od" kitabina hayran kaldim hala tadi damagimda ,Yunus Emre'nin hayatini ele almis, roman boyunca, adeta yunusla beraber, okuyucuda, pisip kavruluyor! paylasim için tesekurler!
YanıtlaSilepey ağır giden ama bırakınca günlük hayatta aklımda halen ne olacak diye dşündüren bir romandı benim için halen okumaktayım umarım sizin kadar güzel yorumlayabilirim alıntılarımızda şimdiden aynı gibi demekki aynı yerlere dikkat etmişiz.
YanıtlaSilgüzel yorumlamanız için de çok teşekkürler blogum yeni ama takip etmenizi dilerim
www.hayatkitap.blogspot.com
tesekkurler iskender pala emeginin karsisinda egiliyorum
YanıtlaSilben İskender palanın tüm romanlarına hayranım diyebilirim.bu kitabını da çok sevdim.bazı eksik ve hatalar yok değil ancak kurgu ve hikaye mükemmel...
YanıtlaSilson dönemde kendisinin populist bir çızgiye kayıp, işi ticarete daha çok yaklaştırdığını görsek de İskender Pala, çok güzel ve sürükleyici bir kitaba imza atmış.
YanıtlaSilİskender Pala'nın popülist yaklaşımına ben de katılıyorum.. Bolca açıklamalar ve bilgi aktarımları olmasaydı daha da akıcı olurdu zannımca...
Silmrw: bu kitabı çok çok merak ederek aldık ama henüz eşim de ben de okumaya fırsat bulamadık.. yorumunuzu okuduktan sonra sanırım uzun bir süre daha rafta bekleyecek, en azından benim için :) bu arada ben de şah sultanı çok beğenmiştim.
YanıtlaSilben de çok merak ederek alanlardanım... şah ve sultan' ve katre -i matemi daha çok beğenmiştim doğrusu...
Silözetinizin bir kısmından ödevim için yararlandım.hakkınızı helal edin.çok güzel anlatmışsınız...
YanıtlaSilKitap, ilkin okuyucu kendine baglama konusunda biraz uzak kaliyor. Lakin okuyucu sayfalari cevirdikce kendini farkli bir macera atmosferinde buluyor. Bir kitabin dilinden Leyla ile Mecnun' un hayat hikayesinin kaleme alinmis oldugunu goruyorsunuz. Degerli okurlar bu benim Iskender Pala ile bulusmamdaki ilk kitap. Acik soylemek gerekirse Iskender Pala guzel yaziyor fakat polisiye tarzi akiskan romanlardan tat alan okurlar icin tarihi icerikte ve zaman zaman da ask nuktelerinde dem vuran bu kitap fazla baglayici olmayabilir. Ben okurken zaman zaman sikilmadim degil. Ama yeri geldi bazi yerlerde de kitabi da elimden birakamadim. Kitabin hakkini vermek acisindan ortalama 3 vermek(5 uzerinden) en iyisi olacaktir diye dusunuyorum. Ama dedigim gibi polisiye tarzi severler icin kitabin tadi bu sekilde nuksetmis olabilir. Yoksa diger turlu tarihi kitaplardan haz alan okuyucularimiz icin Iskender Pala Hocamizin kitaplari guzeldir. Ve genel olarak ilk kitabini okumus olsam da ve dilin akiskanligini agir tona biraz yakin bulsam da Iskender Pala' yi sevdim. Nasipse diger kitaplarini da okuyacagim insallah.
YanıtlaSilKitap, ilkin okuyucu kendine baglama konusunda biraz uzak kaliyor. Lakin okuyucu sayfalari cevirdikce kendini farkli bir macera atmosferinde buluyor. Bir kitabin dilinden Leyla ile Mecnun' un hayat hikayesinin kaleme alinmis oldugunu goruyorsunuz. Degerli okurlar bu benim Iskender Pala ile bulusmamdaki ilk kitap. Acik soylemek gerekirse Iskender Pala guzel yaziyor fakat polisiye tarzi akiskan romanlardan tat alan okurlar icin tarihi icerikte ve zaman zaman da ask nuktelerinde dem vuran bu kitap fazla baglayici olmayabilir. Ben okurken zaman zaman sikilmadim degil. Ama yeri geldi bazi yerlerde de kitabi da elimden birakamadim. Kitabin hakkini vermek acisindan ortalama 3 vermek(5 uzerinden) en iyisi olacaktir diye dusunuyorum. Ama dedigim gibi polisiye tarzi severler icin kitabin tadi bu sekilde nuksetmis olabilir. Yoksa diger turlu tarihi kitaplardan haz alan okuyucularimiz icin Iskender Pala Hocamizin kitaplari guzeldir. Ve genel olarak ilk kitabini okumus olsam da ve dilin akiskanligini agir tona biraz yakin bulsam da Iskender Pala' yi sevdim. Nasipse diger kitaplarini da okuyacagim insallah.
YanıtlaSilYUNUS BEY, verdiğiniz bilgilere ve ilginize çok teşekkür ederim.. her bir cümlesine katılıyorum... teşekkürler.. sevgiler.
SilKitap gerçekten çok ağır ilerliyor evet ama konusu insanı etkileyecek tarzdan. Uzun bir uğraş sonunda bitirmis olsama unutulmayack romanlarim arasina giridi benim.
YanıtlaSilKitap gerçekten çok ağır ilerliyor evet. Ben de uzun bir uğraş sonunda bitirdim. Ama konusu bakimindan beni etkiledi. Unutulmayacak romanlarim arasinda. Ve ayrıca Iskender Pala'nın Bülbülün kırk şarkısı adlı romanıda okumaya değer muhteşem bir kitap oldu benim için. Tavsiye edilir :)
YanıtlaSilKitap gerçekten çok ağır ilerliyor evet ama konusu insanı etkileyecek tarzdan. Uzun bir uğraş sonunda bitirmis olsama unutulmayack romanlarim arasina giridi benim.
YanıtlaSilKitap gerçekten çok ağır ilerliyor evet ama konusu insanı etkileyecek tarzdan. Uzun bir uğraş sonunda bitirmis olsama unutulmayack romanlarim arasina giridi benim.
YanıtlaSilKitabın dilinin ağır olduğunu ancak bu akışı zayıflatsa bile pek sıkmadığını söylemeliyim.
YanıtlaSilKitaptaki kurgu beni BC gerçekte var mıydı sorusunu sordurdu bu bile kitabın okuyucuya geçtiğini gösterebiliyor.
İskender Pala''ın okuduğum ilk kitabıydı..
Şairler ve şiirleri de muhteşem bir haz katmış.