SADIK HİDAYET etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SADIK HİDAYET etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Şubat 2019 Cuma

İSTİRİDYE AVCISI MİMİ


MERHABALAR, 

Geçtiğimiz günlerde İstiridye Avcısı beni mimlemiş. Ben de dilim döndüğünce yanıtlamaya çalıştım sorularını... 


İSTİRİDYE AVCISI SORULARI

- Negatif olayları pozitif açılımlarla yorumlayıp olumlama yapmayı sever misiniz ? Evetse neden, hayırsa neden ?

Zaman zaman özellikle sağlık ile ilgili konularda olumlama yapıyorum. Pek çok konuda son ana kadar çözüm bulunabileceğine inanıyorum. Ancak hayata karşı pek “pozitif” olduğum söylenemez. “OLUMLAMA” yapmanın hayal kırıklığı etkisini arttırmasından korkarım. Genelde realist bir insan olduğumu düşünürüm. Olayların kötü gitmesinin ihtimalinin daha fazla olması nedeniyle; (murphy) genellikle olumsuzluklara kendimi hazırlamak için en kötüyü düşünürüm. Keşke da “pozitif” olmayı başarabilsem.

-İnsanları sınıflandırma eğilimi hakkında neler düşünürsünüz ?

Sınıflama yapmamaya çalışıyorum. Ancak farkında olmadan sınıflama yaparsam sınırlar arasında kalın ve duvarlar örmemeye çalışıyorum. Mutlaka olumsuz düşündüğüm insanlara şans tanımaya çalışıyorum. Ön yargılı olmamaya çalışıyorum. Ama temkinli olduğum söylenebilir. 



-Sizce herkes birbirine benzeseydi nasıl bir dünyada yaşardık ?

Tek renk bir dünya olurdu herhalde. Gökkuşağı varken kim tek renk ile yetinmek ister ki…

-Doğum ve ölüm hakkındaki düşünceleriniz nelerdir ?

“Doğum” başlangıç, “ölüm” ise adres değişikliği.  Bu biraz basit bir bakış açısı elbette. Ancak bu şekilde basitleştirerek, bakmaya çalışıyorum. Çünkü üzerinde fazlaca düşününce işin içinden çıkamıyorum.

-Karakterinizi bir hayvana benzetecek olsanız ne olurdunuz ? Neden ?

Eşime göre “muhabbet kuşu”ymuşum. Adı üzerinde muhabbeti seviyorum. Burcum itibari ile özgürlüğüme düşkün olmam sebebiyle kuş türlerini kendime yakın buluyorum. Aile yaşantısını seviyorum ama sürü yaşantısına uygun değilim. Bu nedenle “Albatros” diyebilirim.


-Bir  yazarla (Ölmüş ya da yaşayan olabilir) bir hafta sonu geçirme hakkınız olsa kiminle olmak isterdiniz ?

Bu soruyu daha önce de kendimce düşünmüştüm. İntihar eden yazarların intihar öncesi son günlerini merak ediyorum. İntihara giden yollarını merak ediyorum. Stefan Zweig, Sadık Hidayet, Virginia Wolf, Nilgün Marmara… Biraz karamsar olduğunun farkındayım. Ama “intihar” üzerine düşündüğüm, anlayamadığım ve anlamlandıramadığım bir konu olduğu için. Bunun yanında talihsiz bir şekilde yaşamı son bulan  Sabahattin Ali ile sohbet etmeyi çok isterdim.

-Yaşamınız bir sinema filmi haline gelse, ismi ne olurdu ? Neden ?

Hiç düşünmedim doğrusu. Bu soruyu şimdilik pas geçmek istiyorum.

2 Kasım 2018 Cuma

SADIK HİDAYET - KÖR BAYKUŞ


(BUF-İ KUR) (بوف کور: Bûf-e kûr)

İran edebiyatının Kafka’sı olarak da nitelendirilen Sadık Hidayet’in derin, karanlık ve hatta ölüm tadındaki Uzun Öyküsü “KÖR BAYKUŞ”u paylaşmak istiyorum sizlerle…
Bazı kitaplar vardır size çok şey anlatırlar ama bir türlü kitabın anlattıklarını sözcüklere dökemezsiniz. Böyle kitaplardan KÖR BAYKUŞ. İçerisinden pek çok altı çizilecek cümleye yer verebilirim. Hissettirildiklerini yazabilirim. Ama kitabın özeti derseniz orada dururum. Anlatılan olayları sırasıyla anlatmak bu kitap için mümkün değil gibidir. Sanki yazar okuru dairesel bir labirentin içine çekmiş, farklı imgelerle aynı olayı tekrar tekrar yaşatıp, orada unutmuş gibidir. Zaman ve mekanın yokluğundan dolayı bir çok yer anlatılsa da ana karakterin odasından hiç çıkılmamış aksine bizim onun rüyasına konuk olmuşuz gibidir.


ARKA KAPAK
Modern İran edebiyatının kurucularından Sadık Hidayet'in 1936'da Bombay'da yayımladığı başyapıtı, kendi deyişiyle “özenle hesaplanmış, net, bilinçli etkilerle dolu” ve “her sayfası bir partisyon gibi düzenlenmiş” Kör Baykuş (Buf-i Kur), öteki yapıtları gibi, pek çok dile çevrildi, pek çok ülkede pek çok yazarı etkiledi.
Kör Baykuş, 1977'de Behçet Necatigil'in unutulmaz çevirisiyle Varlık Yayınları'ndan çıkmıştı. Philippe Soupault ve Andre Breton gibi önemli edebiyatçıların övgüsünü kazanan bu kült romanı, yine Necatigil'in çevirisinden, Necatigil'in “önsöz” ü (“Türkçede İran Edebiyatı ve Doğumunun 75. Yılında Sadık Hidayet”) ve Bozorg Alevi'nin “sonsöz”ü (“Sadık Hidayet'in Biyografyası”) ile sunuyoruz.


KİTABA DAİR
Sadık Hidayet’in yakın dostlarından Bozorg Alevi’nin, Kör Baykuş’un Almancasına eklediği "Sonsöz"den alıntıdır : “Kör Baykuş’un eylemi, olayları, zaman ve mekân dışında kalır. Olayları bölüşenler tipik kimselerdir, daha doğrusu bir tipin değişik kişilerdeki varyasyonlarıdır, bu kişiler mitik bir psikoloji kanunlarına göre birbirlerine dönüşürler. Baba, amca, arabacı, mezarcı, ihtiyar hurdacı ve nihayet romanın "kahraman"ı, aslında tek kişidir, esrarengiz genç kız, Bayader ile kahramanın karısı kahpe de öyle. Normal zaman düzeninin kalkışı bununla bağlantılıdır; şimdiki zamanla geçmiş zaman; anı, rüya ve hayal olarak birbiriyle kaynaşmıştır. Sebeple sonuç arasında bir nedensellik yoktur, onları birbirine masallardaki mantık bağlar. Ama buna rağmen olay, şüphe yok ki gerçek bir hayatı saptar. Korkular, özlemler, ümit, ümitsizlik, bu olay içine, öteden beri insan kaderinde olduğu gibidir.”


ÖZET

“Bütün hayatımı bir salkım üzüm gibi avucumda sıkmak istiyorum, suyunu, hayır, şarabını damla damla, gölgemin kurumuş boğazına akıtmak istiyorum, kutsal su gibi.”(Sayfa 39)

Adı belirtilmeyen “kalemdan” olduğu belirtilen başkarakterimiz kendini gölgesine tanıtma ihtiyacıyla anlatmaya başlar. Karakter şehirden uzak bir evde kendi başına yaşar. Geçimini üzerine hep aynı resmi çizdiği kalemdanlar ile geçimini sağlar. Bir gün Hind fakirini andıran ihtiyar, kambur üzerine eski sarı bir aba sarmış  bir ihtiyar çıkagelir. Amcası olduğunu söyler. Ona ikaram edecek pek bir şey yoktur evde. Sadece bir şişe şarap. Bu şarap Zerdüşt’te kalma geleneğe göre ana karakterimizin doğduğu gün yapılmıştır. (Sonradan bu şarabın içinde “kobra” zehri olduğunu öğreniyoruz.) bir şişe de saklanmıştır. Tam şarabı raftan alırken duvardaki pencereden hayatına nüfuz edecek görüntüyle karşılaşır. Evin arkasındaki kırda bir servi vardır. Dibinde oturan bir ihtiyar. Karşısında bir genç kız sağ eliyle ihtiyara bir gündüz sefası uzatmakta, sol elinin işaret parmağını da ısırmaktadır. Tabureden indiğinde amcasının gittiğini görür. Şişeyi rafa geri koyarken duvarda bir pencere olmadığını fark eder.


Gece yürüyüşten dönünce hayalinde gördüğü kızı kapısında kendisini beklerken bulur. Kız içeri girer, karyolasına uzanır. Şarabı almaya gidip geldiğinde kızın derin bir uykuda olduğunu fark eder. Kızın ağzına bir yudum şarap akıtır. Bir süre sonra kızın ölmüş olduğunu fark eder. Kız ona ruhunu ve tenini teslim etmiştir. Bu yüzden kimse mezarını bilmemelidir. Kızı parçalar bir bavula koyar. Gömmek için evden çıkarken; yaşlı bir adamla karşılaşır. Adam mezarcıdır. Aslında amca ile tasvir edilen adamın yeniden yansımasıdır aynı fiziksel özellikleri taşır. Kitap boyunca yaşlı adam hurdacı, mezarcı, arabacı ve çizimlerde yer alan ihtiyar olarak karşımıza çıkar durur. Genç kızı Rey şehrinde bir servinin altına mavi gündüzsefalarının olduğu bir yere gömer.

DEVAMI KİTABIMIZDA…

KİTAPTAN NOTLAR

Geçmişte uğursuzluğu nedeniyle pek de sevilmeyen, günümüzde iade-i itibar yapan canlılardan Baykuş. Yazar yaşadığı dönem itibari ile uğursuzluğu simgeleyen Baykuşa atıfta bulunarak okuyacaklarımıza bizi hazırlamakta kitabın adıyla. Kör Baykuş, benim gibi Franz Kafka,  Edgar Allan Poe okumaktan hoşlanan okurlar için de biçilmiş kaftan bu haliyle.

Uzun Öykü biçiminde yazılmış kitabında yazar; adeta bir rüya tünelinde dolaşır gibi, yüzler yüzlere karışıyor dönüşüyor. Sesler olaylar gerçek onlara eşlik ediyor. Sanki olaylar farklı suretlere dönüşen özünde aynı insanlarla tekrarlanıp duruyor. Konuşmalar ise sayıklamaları andırmakta. Buradan yola çıkarak afyon bağımlılığı olduğu bilinen yazarın satırlarını afyonun etkisi ile mi yazdığını merak etmekteyim.


Yazar kitabın büyük bölümünde yazdığı cümlelerinde dine insanlara inancını yitirişine ve yabancılaşmasına sıklıkla yermiş. Bu haliyle bakıldığında yazarı intihara götüren yolun taşları her bir sözcük.

“Ölümün varlığı bütün vehim ve hayalleri yok eder. Bizler ölümün çocuklarıyız, hayatın aldatmacalarından bizi o kurtarır. Hayatın derinlerinden seslenir, yanına çağırır bizi. Ve biz, henüz insanların dilini bile anlamadığımız yaşlarda, ara sıra oyunlarımızı kesiyorsak, bunun nedeni, ölümü seslenişini duymuş olmamızdır... Ömrümüz boyunca ölüm bize el eder, çağırır bizi. Her birimiz ansızın, sebepsiz düşüncelere dalmıyor muyuz bu hayaller bizi öylesine sarıyor ki zamanı, mekanı fark etmez olmuyor muyuz? İnsan bilmez bile ne düşündüğünü; ama sonra kendini ve dış dünyayı hatırlamak, düşünmek için toparlanmak zorundadır. Bu da bir sesidir ölümün.”

Romanda yazarın olayları anlattığı pek çok bölümde “2” ve “4” rakamından sıklıkla söz etmesi de dikkat çekici. Özellikle masallarda rastlanan “1,3,5,7” rakamlarına yer verilmesi geleneğinden farklı bir yaklaşım olmuş. Acaba özel bir sebebi var mı diye merak etmeden geçemedim. “2 yıl 4 ay” "iki dirhem ve dört peşiz"gibi.

Kitapta karakterler birbirine dönüşür ve sürekli kendilerini farklı süretlerde tekrarlarlar. Ana karakterin dadısı hariç. Bu şekliyle de kitapta bir zaman örgüsünden bahsedilemediği gibi yazarın rüya( kabus) görüyormuş havası sanki perçinlenir.



Yazar ve baş yapıtı ile ilgili ilginç olarak değerlendirilebilecek bir ayrıntı ile bitirmek istiyorum yorumumu. Yazar 1936’da Hindistan da el yazması olarak yayımladığı kitabına “İran’da satışı yasaktır” koydurmuştur. Ülkesi tarafından sansürlenmeden kendini sansürlemiş bir yazar olarak kara mizaha imza etmiştir. Ne yazık ki; ülkesinde hala yasaklı durumundadır.

Kitaptan anladığım kadarıyla adamın hayatındaki neredeyse herkes (hizmetçisi hariç) bir farklı şekilde ilk bölümde yer alıyor. zorla evlendiği karısı o çok güzel kadın olarak, evin karşısında kadınla beraber olan yaşlı adam, mezarcı/arabacı olarak. diğer bir ayrıntı ise ayrıntıların sürekli tekrar etmesi. evler, kişiler durumlar vs. sürekli sürekli tekrar etmekte. 


ETİKETSİZ GÖRSELLER ALINTIDIR.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...