23 Kasım 2018 Cuma

ELİF ŞAFAK – AŞK

BAŞLARKEN

AŞK'ın hiçbir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur.
Başlı başına bir dünyadır aşk. 
Ya tam ortasındasındır, merkezinde, 
ya da dışındasındır, hasretinde...


ARKA KAPAK
 (Kitabın 35. sayfasından.)
Bundan uzun zaman önceydi. Bir roman düştü gönlüme. Aşk Şeriatı. Yazmaya cesaret edemedim. Dilim lal oldu, kalemimin ucu kör. Kırk fırın ekmek yemeye yolladım kendimi. Dünyayı dolaştım. İnsanlar tanıdım, hikâyeler topladım. Üzerinden çok bahar geçti. Fırınlarda ekmek kalmadı; ben hâlâ ham, hâlâ aşkta bir çocuk gibi toy...
"Hamuş" derdi Mevlâna kendine. Yani Suskun. Düşündün mü hiç, bir şairin, hem de nâmı dünyayı sarmış bir şairin, yani işi gücü, varlığı, kimliği ve hatta soluduğu hava bile kelimelerden müteşekkil olan ve elli binden fazla muhteşem dizeye imza atmış bir insanın, nasıl olup da kendine SUSKUN adını verdiğini?...
Kâinatın da tıpkı bizimki gibi nazenin bir kalbi ve düzenli bir kalp atışı var. Seneler var ki nereye gidersem gideyim o sesi dinledim. Her bir insanı Yaradan'ın emaneti saklı bir cevher addedip, anlattıklarına kulak verdim. Dinlemeyi sevdim. Cümleleri, kelimeleri ve harfleri... Oysa bana bu kitabı yazdıran şey som sessizlik oldu.
Mesnevi'yi şerh edenlerin çoğu bu ölümsüz eserin "b" harfiyle başladığına dikkat çeker. İlk kelimesi "Bişnev!"dir. Yani "Dinle!" Tesadüf mü dersin ismi "Suskun" olan bir şairin en kıymetli yapıtına "Dinle!" diye başlaması. Sahi, sessizlik dinlenebilir mi?
Bu romanda her bölüm aynı sessiz harfle başlar. "Neden?" diye sorma, ne olur. Cevabını sen bul. Ve kendine sakla.
Çünkü öyle hakikatler var ki bu yollarda, anlatırken bile sır kalmalı.
A. Z. Zahara
Amsterdam, 2007



ÖNSÖZ

“Bir taş nehre düşmeyegörsün, pek anlaşılmaz etkisi. Hafif.ten aralanır, dalgalanır suyun yüzeyi. Belli belirsiz bir tıp sesi çıkar; duyulmaz bile akıntının ortasında, kaybolur uğultu.da. Hepi topu budur olduğu olacağı.


Ama bir de göle düşsün aynı taş… Etkisi çok daha kalıcı ve sarsıcı otur, O taş var ya o taş, durgun sulan savurur. Taşın suya değdiği yerde evvela bir halka peyda olur; halka tomurcuklanır, ol tomurcuk çiçeklenir, açar da açar, katmerlenir. Göz açıp kapayıncaya kadar, ufacık bir taş ne işler açar başa. Tüm yüzeye yayılır aksi, bir bakmışsın ki her yeri kaplamış. Çemberler çemberleri doğurur, tâ ki en son çember de kıyıya vurup yok oluncaya dek.

Nehir alışkındır karmaşaya, deli dolu akışa. Zaten çağlamak için bahane arar ya, hızlı yaşar, çabuk taşar. Atılan taşı içine alır; benimser, sindirir ve sonra da unutur kolaylıkla. Karışıklık onun doğasında var, ne de olsa. Ha bir eksik ha bir fazla.

Gel gelelim göl hazır değildir böyle aniden dalgalanmaya. Tek bir taş bile yeter onu altüst etmeye, tâ dibinden sarsmaya. Göl taşla buluştuktan sonra bir daha asla eskisi gibi olmaz, olamaz.” (s. 11)



ÖZET

Romanımız 17 Mayıs 2008 tarihinde Boston’da başlamaktadır. Ella Rubinstein Yahudi bir aileye mensup, kırk yaşına basmak üzere olan bir ev kadınıdır. Kocası David ünlü bir dişçidir. Kızları Jeannetta üniversitededir. İkizleri Orly ve Avy ergenliğin başındadır. Ella’nın hayatı evliliği ve çocukları üzerine kuruludur. Viktorya tarzı, büyük, krem rengi bir evde, ailesi ve köpeği ile yaşayan Ella’nın hayatı görünürde sorunsuzdur.
Üniversite okuyan Ella üniversite okumuş, ancak evlendikten sonra hiç çalışmamıştır. Çocuklarının büyümesinin ardından eşi aracılığı ile bir yayınevinde editörlük işi bulmuştur. 

Ella’nın ilk işi Sufi bir yazar olan A.Z. Zahara’nın Aşk Şeriatı adlı kitabıdır. Yazarın kitabın 300 sayfalık nüshasını gönderirken yazmış olduğu satırlar Ella’yı derinden etkiler.Ella okuduğu “Zira her ne kadar bazıları aksini iddia etse de, aşk dediğin bugün var yarın yok cici bir histen ibaret değildir.”(s.31)  ve “…gün gelir “romantik” kelimesini bir suçlama gibi kullananları dahi kıskıvrak yakalar aşk.”(S.31) cümlelerinin tam tersini kısa süre önce kızına söylemiştir.

Ella, okuduğu kitapla birlikte 13.yy Anadolu’suna gider. Bitmek bilmez iktidar mücadeleleri ile dini çatışmaları içerisindeki Anadolu’ya… Mevlana’nın yaşadığı Konya’ya…  Aşk Şeriatı bir katilin maktulün arkasından yaptığı konuşmayı içeren bir “önsöz” ile başlar, tıpkı Aşk gibi…

“Bugün artık yaşamıyor.  Çoktandır ölü. Ama nereye gidersem gideyim, gözleri benimle; semada asılı iki meşum, kapkara yıldız taşı gibi parlak beni takip etmekte. …. Birini öldürdüğün zaman, muhakkak ki ondan bir şeyler bulaşır sana: bir resim, bir koku, bir nefes… bir ah, bir lanet, bir ses… “Maktulün bedduası” derim ben buna. Bedenine yapışır kalır. Başlar oymaya, tenini delip geçercesine. Ta ki yüreğinin derinliklerine sızana değin. ….
Her maktul katilinde yaşamaya devam eder. Kabil Habil’i öldürdükten kelli, hiçbir katil kurtulamamıştır kurbanının emanetini yüklenmekten…” (S.39)


Ardından Aşk Şeriatı’nın ilk bölümü “Toprak” başlar. Şems Semerkant yakınlarında bir kervansarayda öteki âlemlerin içine çekilip, Mevlana’nın hayalini gördüğünde yıl 1242’dir. Şems o dönemlerde gezgin bir derviştir.

Bu bölümden itibaren roman günümüz Boston’u ile 13.yy. Anadolu’su arasında gelir gider.

Ella bir taraftan Aşk Şeriatı’nı okuyup, A.Z. Zahara ile yazışırken; bir taraftan da hayatını sorgularken; Şems kendisini Mevlana’ya yürütecek yolda önce Efendi ile Bağdat’ta karşılaşır. Buradaki zaviyede kalmaya başlar. Şems bu tekkenin ruhdaşını bulmasında aracı olacağını bilmektedir.

Çok geçmeden Bağdat’a Kayseri’den Şeyh Seyyid Burhaneddin’den bir mektup gelir. Mektubunda ölümünün yaklaştığını bildirerek önce hocası, sonra mürşidi ve öğrencisi olduğu Mevlana’nın aradığı yoldaşın zaviyelerinde olduğunu düşündüğü yazmaktadır. Zira Mevlana burayı rüyasında görmüştür. Ancak bu iki yoldaşı buluşturmanın tehlikesi değişime uğrayacak Mevlana’nın muhalifleridir. Bu görev Konya’ya gidecek zatın dönememesi anlamına gelmektedir.

Baba Zaman, mektup üzerine zora düşer. Mektupta bahsedilen şahsın Şems olduğunu anlayan Baba Zaman çok sevdiği Şems’e kıyamaz, O’nu Mevlana’ya gönderme işini kıştan bahara, erteler. Ancak baharda Şems Mevlana’ya doğru yola çıkar..

Bu arada Ella ile Zahara yazışmaları hızla devam eder. Bu yazışmalardan zamanla “aşk” doğar.


Bu hikayede benim payım ipekböceğininkine benzer. Rumi ipektir, ilmik ilmik örülecektir. Vakit tamam olunca ipeğin bekası için ipekböceğinin ölmesi gerekir”(s. 111)


KİTAPTAN NOTLAR

Elif Şafak’ın Aşk’ın 2013’de okumuştum. Üzerinde çok konuşulan, çok da eleştirilen kitaplardan olduğundan mıdır bilmem blogumda paylaşmaya çok da istekli olamadım.

Elif Şafak tüm eleştirilere rağmen benim kalemini sevdiğim yazarlardandır. Uzun cümlelerini kullandığı kelimeleri severim. Son dönem kitaplarını pek de başarılı bulamasam da Baba ve Piç, Araf, Bit Palas, Mahrem ve Pinhan sevdiğim kitaplarındandır. Ustam ve Ben için de bir tık...

Kitabın yazıldığı ve çok popüler olduğu dönemde Mevlana ve Şems ile ilgili kitapların da satışında büyük artış görülmesi kitabın pozitif taraflarından. Ancak tarihi ve önemli karakterler ile ilgili yazılan kitaplarda okuyan kişileri de yanlış ve yanlı yönlendirmesi riski bakımından doğru bilgi aktarımının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Romanlar her ne kadar kurgu olsalar da bir üre sonra gerçek olma bile bizler o tarihi şahsiyeti öyle düşünme eğiliminde oluyoruz. Bu konuda acaba yeterince araştırma yapılmış mıdır diye düşünmeden edemiyorum. Ben Ahmet Ümit’in Bab –ı Esrar’ı ile Aşk’ı kısa aralıklar içerisinde okumuş iki farklı Şems ile tanışmış, acaba hangisi daha gerçek diye düşünmeden de edememiştim.

Bunun yanında kitabın akışlı bir dili olduğunu, kurgunun sürükleyici olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. İnsan eline aldığında günümüze ve tarihe yolculuk yaparken sayfaların nasıl geçtiğini anlamıyor.

Sonuç olarak tartışmalara yol açsa da okunabilir bir kitap olduğunu düşünüyorum. 


18 Kasım 2018 Pazar

ALLAN PEASE – BEDEN DİLİ (BODY LANGUAGE)



ARKA KAPAK

1970' li yıllara kadar üstünde çok fazla düşünülmeyen ancak sezgiler olarak ifade edilen duyumsamaları fark eden davranış bilimciler vücut hareketlerinin insan ilişkilerindeki etkinliğini fark ettiler. Bir mesajın toplam etkisinin yaklaşık % 7 ' sini sözel (sadece sözcükler) % 38' ini de sözel olmayan öğelerden oluştuğu tespit edilmiştir. Bireyin davranışlarını çözümlerken sadece hareketi yorumlamanın sakıncalarına dikkat çeken Allan Pease farklı bir yaklaşımla birbiri ardına yapılan hareketleri gruplamış ve bu grupların toplu değerlendirmelerini de yapmış. Resimlerle canlandırılan yorumlar kitabın rahat okunabilir ve anlaşılır olmasını sağlamış. Beden Dili son dönemde iletişim konusunda yazılan en iyi kitaplardan biri.


KİTAPTAN NOTLAR

Rota yapım ve yayıncılığın 2002’de 5. Basımını yaptığı Siyah – Beyaz Seri’yi göreve başladığım ilk yıllarda set olarak almıştım. Seri 16 kitaptan oluşmakta. Beden Dili benim o dönemde ilk dikkatimi çeken ve ilk okuduğum kitabı olmuştu serinin. 


Kitap bedenimize ve yaşamımıza dair 18 bölümden oluşmakta.
Serinin içerisinde en iyi hazırlandığını düşündüğüm kitap olmasının sebebi anlatılanların bolca görsel ile anlatılması. Google’a Beden dili görsellerine girdiğinizde karşılaşacağız görsellerin pek çoğunun kitaptan alıntı olması çizimlerin de başarılı olduğunun bir kanıtı bence.


Her ne kadar Beden Dili kültürel farklılıklar gösterse de dünyanın artık büyük bir köy olduğunu göz önünde bulundurursak; yazarın ifadelerinin ve psikolojik çözümlemelerinin genel geçer olduğunu da kabul etmek gerektiğini düşünüyorum. Kişisel Gelişim kitaplarını okumayı seven kitap kurtlarına ya da benim gibi Kişisel Gelişim kitaplarını biraz sıkıcı bulanlara görsellerini de göz önünde bulundurarak tavsiye ediyorum.


Kitabı okuduktan sonra çevrenizde görsellere uygun beden dili hareketlerini aramaya başlayacağınızı da garanti ediyorum.

11 Kasım 2018 Pazar

NİKOLAY VASİLYEVİÇ GOGOL – ÖLÜ CANLAR

MERHABALAR,

KİTABA BAŞLARKEN;
"Hayat dediğimiz ne?Acıların yer aldığı bir vadi. Dünya dediğimiz? Duygusuz insanlar kalabalığı."
“Ah, Rus Milleti! Bir türlü eceliyle ölmeyi beceremez!” (Sayfa 170)

ARKA KAPAK
Zengin olmak için akıl almaz bir plan yapan Çiçikov, sahip oldukları köylü sayısı üzerinden vergi ödemek zorunda olan toprak sahipleriyle görüşür. Rusya’daki önemli bir kanuni boşluk sayesinde, sadece resmi kayıtlarda yaşıyor görünen köylüleri kâğıt üzerinde satın almak ister. Ölü canlar üzerinden yapılan pazarlıklar, karikatürize edilmiş karakterlerle daha da çarpıcı hale gelir ve okurun aklında tek bir soru oluşur: Artık yaşamayan birinin sahibi kimdir?


Gogol’ün, Puşkin’in önerisiyle İlahi Komedya’dan esinlenerek yazdığı ve zengin olma hayalinin peşinde karanlık yollara sapmanın kolay ve alışılagelmiş olduğunun gösterildiği bu eseri, Uğur Büke’nin özenli çevirisiyle sunuyoruz.


19 yy.’ daki Çarlık Rusya’sında Pavel Ivanovic Çiçikov, her ne kadar farklı tanıtsa da yaptığı dolandırıcılıklardan dolayı gümrük dairesinden kovulmuş, işsiz güçsüz, düzenbaz biridir. Serflik sistemi kaldırılmadan önce; toprak sahipleri sahip oldukları köylü sayısına göre devlete vergi ödemekteydiler. Köylü sayımları dört yılda bir yapılmakta ve nüfustan düşme işlemi de buna istinaden dört yılda bir yapılmaktaydı. Toprak sahipleri köylülerini teminat olarak göstererek devletten para alabilmekteydiler. Bu durumu bilen Çiçikov bir plan yapar. 
Kendisini de zengin, nüfuzlu bir devlet görevlisi gibi tanıtan Çiçikov, tanıştığı toprak sahiplerini cüzi bir para karşılığında sayımdan sonra ölmüş, diğer sayıma kadar vergisi ödenecek “ÖLÜ CANLAR” dan kurtarmak ister. Amacı hem zengin bir toprak sahibi gibi görünmek, iyi bir evlilik yapmak hem de ölü canları teminat göstererek devletten para almaktır.
Çiçikov N. adlı kasabaya gelir. Öncelikle  geldiği kasabada kaldığı handa o bölgenin ekonomik durumunu, toprak sahiplerinin adlarını, devlet memurlarının karakterlerini ve köylülerinin sayısını öğrenir. Yanındaki arabacısı Selifan ve Uşağı Petruşka da ona yardımcı olur.  

Kasabanın eşrafı Çiçikovun girişkenliğine, sevimli mizacına aldanır; onu çiftliğinde çalışacak işçi arayan bir toprak sahibi sanarak aralarına alırlar. Çiçikov farklı biçimlerde tanıtıp, sevimli göstererek kendisini ileri gelenlerin evlerine yaptıkları eğlencelere davet ettirmeyi de başarır. Çiçikov toprak sahiplerini ölü canların vergi yükünden kurtarma bahanesi ile pek çok ölü canı satın alır. Silik ve şahsiyetsiz, Manilov’dan Kumarbaz, yalancı ve sarhoş Nozdrov’dan, kaba saba Sobakeviç’den ve pek çok toprak sahibinden ölü canlar alır. 


Ancak sonraları satın aldığı ölü canların eski sahipleri yavaş yavaş da şüpheye düşmeye başlar. Vergi yükünden başka bir işe yaramayan ölü canları Çiçikov ne yapacaktır. Çiçikov’un kendisine az para ödediğinden şüphelenen yaşlı bir toprak sahibi olan merhum bakanlık kâtibinin karısı Korobaçka Çiçikov ile ilgili ileri geri konuşarak insanların şüphelerini Çiçikov üzerine çeker. 
Dedikodular üzerine kentin ileri gelenleri polis müdürünün evinde toplanırlar. Çiçikov’un gerçekte kim olduğu ile ilgili iddialar ortaya atılır. Nozdrov’un söyledikleri büsbüütn ortalığı karıştırır. Kimileri onun valinin güzeller güzeli kızıyla evlenmek istediği iddiasını ortaya atar. Hatta Çiçikov bazılarına göre Valinin kızını kaçıracaktır. Bazıları da onun bir casus, hatta kılık değiştirmiş Napolyon olduğunu söyler. Çiçikov alelacele hazırlanır, kasabadan ayrılır ve aynı senaryoyu oynayacağı bir diğer kasabaya doğru atlı arabasını sürer. 
2 ve 3. ciltleri de kitabımızda...


“Rus halkı lafı gediğine tam koyar! Eğer birisine lakap uydurulmuşsa, o lakap bütün sülalesine yayılır, nereye giderse gitsin, ister memur olsun, ister emekli, ister Petersburg’a isterse dünyanın bir ucuna gitsino lakap peşini bırakmaz. Sonrasında her türlü kurnazlığa başvursa da, her yolu deneyerek, hatta parayla yazıcı tutup eski knyaz kütüklerinden sildirmeye çalışarak kurtulmaya çalışsa da hiçbir şey fayda etmez. Ne de olsa karga olanca sesiyle bağırıp yerini belli eder. Yakıştırılan lakap aynı yazı gibidir. Ne kazınır ne de baltayla kesip atılır.” (Sayfa 135)


ALINTILAR
“Ne olursa olsun, gençliğin neden olduğu boş hayallere değil, sağlam bir temele dayanmadığı sürece insanın hedefi tam olarak belli olmaz.” (Sayfa 181)
“Kadınların karakter olarak erkeklere göre daha zayıf ve güçsüz oldukları olaylar vardır ama yeri geldi mi yalnızca erkeklerden değil, dünyadaki her şeyden daha sert oldukları da gerçektir.” (Sayfa 211)
“Aptalın sözü ne kadar aptalca olursa olsun bazen akıllı birinin kafasını karıştırmaya yeterlidir.” (Sayfa 214)
“Korku bulaşıcılıkta vebadan daha tehlikelidir, anında yayılır.” (Sayfa 238)
“Yol sözcüğü nasıl da tuhaf, insanı çeken, alıp götüren muhteşem bir sözcüktür!” (Sayfa 271)
“…para dünyadaki en güvenilir şeydir.”( (Sayfa 276)


KİTAPTAN NOTLAR
Koridor Yayınlarının bez ciltli hazırlamış olduğu klasikler serisinden pek çok kitap aldım. Daha önce Franz Kafka’nın “DAVA”sını da yorumlamıştım kendimce. Kitapların baskısı, kağıt kalitesi ve kapağı gerçekten güzel. Ancak daha önce İletişim Yayınlarından almış olduğum Savaş Ve Barış, Suç Ve Ceza, Anna Karenina, Oblomov… gibi klasiklerin önsöz ve sonsözlerinde kitap  ve yazar ile ilgili ayrıntılı bilgileri okumak kitabı, kitabın yazıldığı dönemi ve ayrıntıları anlamak son derece güzeldi. Her ne kadar bez cilt görüntü olarak bir adım önde olsa da sanırım klasikleri İletişim Yayınlarından almak kitabı özümsemek isteyen okuyucu için daha doğru olacak diye düşünüyorum. Ya da belki Koridor Yayınları yeni basımlara bu tarz bilgiler ekleyebilir.
Kitabın ilk cidinin yazımının ardından yazar 3 cilt olarak tasarladığı seriyi tam anlamı ile tamamlamamış. Kimi kaynaklar sağlık sorunlarından kimisi de gelen ağır eleştirilere bağlı olduğunu belirmekte. Yazarın sağlığında basılmamış, el yazmaları ile 2. Ve 3. Ciltler eklenmiş. Fakat 2. Ve 3. Ciltte eksik bölümler, eksik sözcükler bolca bulunmakta. Bu durum kitaptaki notlar ve eklemeler dışında olsa da maalesef bazı bölümlerin anlaşırlığını eksik kılmış.



Yazar zaman zaman romanı keserek okuyucuya seslenmiş, bazen oldukça uzun gelebilecek betimlemeler ile özellikle Rus halkı ile ilgili hiciv içeren yorumlarını yapmıştır. Bu kısımlar benim kitapta en çok sevdiğim kısımlar oldu. 
Yazar kitabında karakterler aracılığı ile dönemi, Rus halkını, Rus köylüsünü oldukça mizahi bir dil ile eleştirmiş. Edebiyat tarihçilerinin iddiasına göre yazar üç cilt olarak tasarladığı eserin ilk cildinde adeta bir kolay yoldan para kazanma hayali kuran dolandırıcılar geçidi tasarlamıştır. İkinci ciltte ise; Rus insanının olumlu taraflarını işleyerek insanına olan umudu işleyecektir. Ancak yazarın hastalığı da ömrü de yetmemiştir maalesef… Keşke okuma imkânımız olabilseydi. 

NOT: İLK GÖRSEL ALINTIDIR.

2 Kasım 2018 Cuma

SADIK HİDAYET - KÖR BAYKUŞ


(BUF-İ KUR) (بوف کور: Bûf-e kûr)

İran edebiyatının Kafka’sı olarak da nitelendirilen Sadık Hidayet’in derin, karanlık ve hatta ölüm tadındaki Uzun Öyküsü “KÖR BAYKUŞ”u paylaşmak istiyorum sizlerle…
Bazı kitaplar vardır size çok şey anlatırlar ama bir türlü kitabın anlattıklarını sözcüklere dökemezsiniz. Böyle kitaplardan KÖR BAYKUŞ. İçerisinden pek çok altı çizilecek cümleye yer verebilirim. Hissettirildiklerini yazabilirim. Ama kitabın özeti derseniz orada dururum. Anlatılan olayları sırasıyla anlatmak bu kitap için mümkün değil gibidir. Sanki yazar okuru dairesel bir labirentin içine çekmiş, farklı imgelerle aynı olayı tekrar tekrar yaşatıp, orada unutmuş gibidir. Zaman ve mekanın yokluğundan dolayı bir çok yer anlatılsa da ana karakterin odasından hiç çıkılmamış aksine bizim onun rüyasına konuk olmuşuz gibidir.


ARKA KAPAK
Modern İran edebiyatının kurucularından Sadık Hidayet'in 1936'da Bombay'da yayımladığı başyapıtı, kendi deyişiyle “özenle hesaplanmış, net, bilinçli etkilerle dolu” ve “her sayfası bir partisyon gibi düzenlenmiş” Kör Baykuş (Buf-i Kur), öteki yapıtları gibi, pek çok dile çevrildi, pek çok ülkede pek çok yazarı etkiledi.
Kör Baykuş, 1977'de Behçet Necatigil'in unutulmaz çevirisiyle Varlık Yayınları'ndan çıkmıştı. Philippe Soupault ve Andre Breton gibi önemli edebiyatçıların övgüsünü kazanan bu kült romanı, yine Necatigil'in çevirisinden, Necatigil'in “önsöz” ü (“Türkçede İran Edebiyatı ve Doğumunun 75. Yılında Sadık Hidayet”) ve Bozorg Alevi'nin “sonsöz”ü (“Sadık Hidayet'in Biyografyası”) ile sunuyoruz.


KİTABA DAİR
Sadık Hidayet’in yakın dostlarından Bozorg Alevi’nin, Kör Baykuş’un Almancasına eklediği "Sonsöz"den alıntıdır : “Kör Baykuş’un eylemi, olayları, zaman ve mekân dışında kalır. Olayları bölüşenler tipik kimselerdir, daha doğrusu bir tipin değişik kişilerdeki varyasyonlarıdır, bu kişiler mitik bir psikoloji kanunlarına göre birbirlerine dönüşürler. Baba, amca, arabacı, mezarcı, ihtiyar hurdacı ve nihayet romanın "kahraman"ı, aslında tek kişidir, esrarengiz genç kız, Bayader ile kahramanın karısı kahpe de öyle. Normal zaman düzeninin kalkışı bununla bağlantılıdır; şimdiki zamanla geçmiş zaman; anı, rüya ve hayal olarak birbiriyle kaynaşmıştır. Sebeple sonuç arasında bir nedensellik yoktur, onları birbirine masallardaki mantık bağlar. Ama buna rağmen olay, şüphe yok ki gerçek bir hayatı saptar. Korkular, özlemler, ümit, ümitsizlik, bu olay içine, öteden beri insan kaderinde olduğu gibidir.”


ÖZET

“Bütün hayatımı bir salkım üzüm gibi avucumda sıkmak istiyorum, suyunu, hayır, şarabını damla damla, gölgemin kurumuş boğazına akıtmak istiyorum, kutsal su gibi.”(Sayfa 39)

Adı belirtilmeyen “kalemdan” olduğu belirtilen başkarakterimiz kendini gölgesine tanıtma ihtiyacıyla anlatmaya başlar. Karakter şehirden uzak bir evde kendi başına yaşar. Geçimini üzerine hep aynı resmi çizdiği kalemdanlar ile geçimini sağlar. Bir gün Hind fakirini andıran ihtiyar, kambur üzerine eski sarı bir aba sarmış  bir ihtiyar çıkagelir. Amcası olduğunu söyler. Ona ikaram edecek pek bir şey yoktur evde. Sadece bir şişe şarap. Bu şarap Zerdüşt’te kalma geleneğe göre ana karakterimizin doğduğu gün yapılmıştır. (Sonradan bu şarabın içinde “kobra” zehri olduğunu öğreniyoruz.) bir şişe de saklanmıştır. Tam şarabı raftan alırken duvardaki pencereden hayatına nüfuz edecek görüntüyle karşılaşır. Evin arkasındaki kırda bir servi vardır. Dibinde oturan bir ihtiyar. Karşısında bir genç kız sağ eliyle ihtiyara bir gündüz sefası uzatmakta, sol elinin işaret parmağını da ısırmaktadır. Tabureden indiğinde amcasının gittiğini görür. Şişeyi rafa geri koyarken duvarda bir pencere olmadığını fark eder.


Gece yürüyüşten dönünce hayalinde gördüğü kızı kapısında kendisini beklerken bulur. Kız içeri girer, karyolasına uzanır. Şarabı almaya gidip geldiğinde kızın derin bir uykuda olduğunu fark eder. Kızın ağzına bir yudum şarap akıtır. Bir süre sonra kızın ölmüş olduğunu fark eder. Kız ona ruhunu ve tenini teslim etmiştir. Bu yüzden kimse mezarını bilmemelidir. Kızı parçalar bir bavula koyar. Gömmek için evden çıkarken; yaşlı bir adamla karşılaşır. Adam mezarcıdır. Aslında amca ile tasvir edilen adamın yeniden yansımasıdır aynı fiziksel özellikleri taşır. Kitap boyunca yaşlı adam hurdacı, mezarcı, arabacı ve çizimlerde yer alan ihtiyar olarak karşımıza çıkar durur. Genç kızı Rey şehrinde bir servinin altına mavi gündüzsefalarının olduğu bir yere gömer.

DEVAMI KİTABIMIZDA…

KİTAPTAN NOTLAR

Geçmişte uğursuzluğu nedeniyle pek de sevilmeyen, günümüzde iade-i itibar yapan canlılardan Baykuş. Yazar yaşadığı dönem itibari ile uğursuzluğu simgeleyen Baykuşa atıfta bulunarak okuyacaklarımıza bizi hazırlamakta kitabın adıyla. Kör Baykuş, benim gibi Franz Kafka,  Edgar Allan Poe okumaktan hoşlanan okurlar için de biçilmiş kaftan bu haliyle.

Uzun Öykü biçiminde yazılmış kitabında yazar; adeta bir rüya tünelinde dolaşır gibi, yüzler yüzlere karışıyor dönüşüyor. Sesler olaylar gerçek onlara eşlik ediyor. Sanki olaylar farklı suretlere dönüşen özünde aynı insanlarla tekrarlanıp duruyor. Konuşmalar ise sayıklamaları andırmakta. Buradan yola çıkarak afyon bağımlılığı olduğu bilinen yazarın satırlarını afyonun etkisi ile mi yazdığını merak etmekteyim.


Yazar kitabın büyük bölümünde yazdığı cümlelerinde dine insanlara inancını yitirişine ve yabancılaşmasına sıklıkla yermiş. Bu haliyle bakıldığında yazarı intihara götüren yolun taşları her bir sözcük.

“Ölümün varlığı bütün vehim ve hayalleri yok eder. Bizler ölümün çocuklarıyız, hayatın aldatmacalarından bizi o kurtarır. Hayatın derinlerinden seslenir, yanına çağırır bizi. Ve biz, henüz insanların dilini bile anlamadığımız yaşlarda, ara sıra oyunlarımızı kesiyorsak, bunun nedeni, ölümü seslenişini duymuş olmamızdır... Ömrümüz boyunca ölüm bize el eder, çağırır bizi. Her birimiz ansızın, sebepsiz düşüncelere dalmıyor muyuz bu hayaller bizi öylesine sarıyor ki zamanı, mekanı fark etmez olmuyor muyuz? İnsan bilmez bile ne düşündüğünü; ama sonra kendini ve dış dünyayı hatırlamak, düşünmek için toparlanmak zorundadır. Bu da bir sesidir ölümün.”

Romanda yazarın olayları anlattığı pek çok bölümde “2” ve “4” rakamından sıklıkla söz etmesi de dikkat çekici. Özellikle masallarda rastlanan “1,3,5,7” rakamlarına yer verilmesi geleneğinden farklı bir yaklaşım olmuş. Acaba özel bir sebebi var mı diye merak etmeden geçemedim. “2 yıl 4 ay” "iki dirhem ve dört peşiz"gibi.

Kitapta karakterler birbirine dönüşür ve sürekli kendilerini farklı süretlerde tekrarlarlar. Ana karakterin dadısı hariç. Bu şekliyle de kitapta bir zaman örgüsünden bahsedilemediği gibi yazarın rüya( kabus) görüyormuş havası sanki perçinlenir.



Yazar ve baş yapıtı ile ilgili ilginç olarak değerlendirilebilecek bir ayrıntı ile bitirmek istiyorum yorumumu. Yazar 1936’da Hindistan da el yazması olarak yayımladığı kitabına “İran’da satışı yasaktır” koydurmuştur. Ülkesi tarafından sansürlenmeden kendini sansürlemiş bir yazar olarak kara mizaha imza etmiştir. Ne yazık ki; ülkesinde hala yasaklı durumundadır.

Kitaptan anladığım kadarıyla adamın hayatındaki neredeyse herkes (hizmetçisi hariç) bir farklı şekilde ilk bölümde yer alıyor. zorla evlendiği karısı o çok güzel kadın olarak, evin karşısında kadınla beraber olan yaşlı adam, mezarcı/arabacı olarak. diğer bir ayrıntı ise ayrıntıların sürekli tekrar etmesi. evler, kişiler durumlar vs. sürekli sürekli tekrar etmekte. 


ETİKETSİZ GÖRSELLER ALINTIDIR.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...