BAŞLARKEN
AŞK'ın hiçbir sıfata ve tamlamaya
ihtiyacı yoktur.
Başlı başına bir dünyadır aşk.
Ya tam ortasındasındır, merkezinde,
ya da dışındasındır, hasretinde...
ARKA KAPAK
(Kitabın 35. sayfasından.)
Bundan uzun zaman önceydi. Bir roman
düştü gönlüme. Aşk Şeriatı. Yazmaya cesaret edemedim. Dilim lal oldu,
kalemimin ucu kör. Kırk fırın ekmek yemeye yolladım kendimi. Dünyayı dolaştım.
İnsanlar tanıdım, hikâyeler topladım. Üzerinden çok bahar geçti. Fırınlarda
ekmek kalmadı; ben hâlâ ham, hâlâ aşkta bir çocuk gibi toy...
"Hamuş" derdi Mevlâna
kendine. Yani Suskun. Düşündün mü hiç, bir şairin, hem de nâmı dünyayı sarmış
bir şairin, yani işi gücü, varlığı, kimliği ve hatta soluduğu hava bile
kelimelerden müteşekkil olan ve elli binden fazla muhteşem dizeye imza atmış
bir insanın, nasıl olup da kendine SUSKUN adını verdiğini?...
Kâinatın da tıpkı bizimki gibi nazenin
bir kalbi ve düzenli bir kalp atışı var. Seneler var ki nereye gidersem gideyim
o sesi dinledim. Her bir insanı Yaradan'ın emaneti saklı bir cevher addedip,
anlattıklarına kulak verdim. Dinlemeyi sevdim. Cümleleri, kelimeleri ve
harfleri... Oysa bana bu kitabı yazdıran şey som sessizlik oldu.
Mesnevi'yi şerh edenlerin çoğu bu
ölümsüz eserin "b" harfiyle başladığına dikkat çeker. İlk kelimesi
"Bişnev!"dir. Yani "Dinle!" Tesadüf mü dersin ismi
"Suskun" olan bir şairin en kıymetli yapıtına "Dinle!" diye
başlaması. Sahi, sessizlik dinlenebilir mi?
Bu romanda her bölüm aynı sessiz
harfle başlar. "Neden?" diye sorma, ne olur. Cevabını sen bul. Ve
kendine sakla.
Çünkü öyle hakikatler var ki bu
yollarda, anlatırken bile sır kalmalı.
A. Z. Zahara
Amsterdam, 2007
ÖNSÖZ
“Bir taş nehre düşmeyegörsün, pek anlaşılmaz etkisi.
Hafif.ten aralanır, dalgalanır suyun yüzeyi. Belli belirsiz bir tıp sesi çıkar;
duyulmaz bile akıntının ortasında, kaybolur uğultu.da. Hepi topu budur olduğu
olacağı.
Ama bir de göle düşsün aynı taş… Etkisi çok daha kalıcı ve
sarsıcı otur, O taş var ya o taş, durgun sulan savurur. Taşın suya değdiği
yerde evvela bir halka peyda olur; halka tomurcuklanır, ol tomurcuk çiçeklenir,
açar da açar, katmerlenir. Göz açıp kapayıncaya kadar, ufacık bir taş ne işler
açar başa. Tüm yüzeye yayılır aksi, bir bakmışsın ki her yeri kaplamış.
Çemberler çemberleri doğurur, tâ ki en son çember de kıyıya vurup yok oluncaya
dek.
Nehir alışkındır karmaşaya, deli dolu akışa. Zaten çağlamak
için bahane arar ya, hızlı yaşar, çabuk taşar. Atılan taşı içine alır;
benimser, sindirir ve sonra da unutur kolaylıkla. Karışıklık onun doğasında
var, ne de olsa. Ha bir eksik ha bir fazla.
Gel gelelim göl hazır değildir böyle aniden dalgalanmaya. Tek bir taş bile
yeter onu altüst etmeye, tâ dibinden sarsmaya. Göl taşla buluştuktan sonra bir
daha asla eskisi gibi olmaz, olamaz.” (s. 11)
ÖZET
Romanımız 17
Mayıs 2008 tarihinde Boston’da başlamaktadır. Ella Rubinstein Yahudi bir aileye
mensup, kırk yaşına basmak üzere olan bir ev kadınıdır. Kocası David ünlü bir
dişçidir. Kızları Jeannetta üniversitededir. İkizleri Orly ve Avy ergenliğin
başındadır. Ella’nın hayatı evliliği ve çocukları üzerine kuruludur. Viktorya
tarzı, büyük, krem rengi bir evde, ailesi ve köpeği ile yaşayan Ella’nın hayatı
görünürde sorunsuzdur.
Üniversite
okuyan Ella üniversite okumuş, ancak evlendikten sonra hiç çalışmamıştır.
Çocuklarının büyümesinin ardından eşi aracılığı ile bir yayınevinde editörlük
işi bulmuştur.
Ella’nın ilk işi Sufi bir yazar olan A.Z. Zahara’nın Aşk Şeriatı adlı kitabıdır. Yazarın kitabın 300 sayfalık nüshasını gönderirken yazmış olduğu satırlar Ella’yı derinden etkiler.Ella okuduğu “Zira her ne kadar bazıları aksini iddia etse de, aşk dediğin bugün var yarın yok cici bir histen ibaret değildir.”(s.31) ve “…gün gelir “romantik” kelimesini bir suçlama gibi kullananları dahi kıskıvrak yakalar aşk.”(S.31) cümlelerinin tam tersini kısa süre önce kızına söylemiştir.
Ella, okuduğu kitapla birlikte 13.yy Anadolu’suna gider. Bitmek bilmez iktidar mücadeleleri ile dini çatışmaları içerisindeki Anadolu’ya… Mevlana’nın yaşadığı Konya’ya… Aşk Şeriatı bir katilin maktulün arkasından yaptığı konuşmayı içeren bir “önsöz” ile başlar, tıpkı Aşk gibi…
“Bugün artık yaşamıyor. Çoktandır ölü. Ama nereye gidersem gideyim, gözleri benimle; semada asılı iki meşum, kapkara yıldız taşı gibi parlak beni takip etmekte. …. Birini öldürdüğün zaman, muhakkak ki ondan bir şeyler bulaşır sana: bir resim, bir koku, bir nefes… bir ah, bir lanet, bir ses… “Maktulün bedduası” derim ben buna. Bedenine yapışır kalır. Başlar oymaya, tenini delip geçercesine. Ta ki yüreğinin derinliklerine sızana değin. ….
Her maktul katilinde yaşamaya devam eder. Kabil Habil’i öldürdükten kelli, hiçbir katil kurtulamamıştır kurbanının emanetini yüklenmekten…” (S.39)
Ardından Aşk Şeriatı’nın ilk bölümü “Toprak” başlar. Şems Semerkant yakınlarında bir kervansarayda öteki âlemlerin içine çekilip, Mevlana’nın hayalini gördüğünde yıl 1242’dir. Şems o dönemlerde gezgin bir derviştir.
Bu bölümden itibaren roman günümüz Boston’u ile 13.yy. Anadolu’su arasında gelir gider.
Ella bir taraftan Aşk Şeriatı’nı okuyup, A.Z. Zahara ile yazışırken; bir taraftan da hayatını sorgularken; Şems kendisini Mevlana’ya yürütecek yolda önce Efendi ile Bağdat’ta karşılaşır. Buradaki zaviyede kalmaya başlar. Şems bu tekkenin ruhdaşını bulmasında aracı olacağını bilmektedir.
Çok geçmeden Bağdat’a Kayseri’den Şeyh Seyyid Burhaneddin’den bir mektup gelir. Mektubunda ölümünün yaklaştığını bildirerek önce hocası, sonra mürşidi ve öğrencisi olduğu Mevlana’nın aradığı yoldaşın zaviyelerinde olduğunu düşündüğü yazmaktadır. Zira Mevlana burayı rüyasında görmüştür. Ancak bu iki yoldaşı buluşturmanın tehlikesi değişime uğrayacak Mevlana’nın muhalifleridir. Bu görev Konya’ya gidecek zatın dönememesi anlamına gelmektedir.
Baba Zaman, mektup üzerine zora düşer. Mektupta bahsedilen şahsın Şems olduğunu anlayan Baba Zaman çok sevdiği Şems’e kıyamaz, O’nu Mevlana’ya gönderme işini kıştan bahara, erteler. Ancak baharda Şems Mevlana’ya doğru yola çıkar..
Bu arada Ella ile Zahara yazışmaları hızla devam eder. Bu yazışmalardan zamanla “aşk” doğar.
“Bu hikayede benim payım ipekböceğininkine benzer. Rumi ipektir, ilmik ilmik örülecektir. Vakit tamam olunca ipeğin bekası için ipekböceğinin ölmesi gerekir”(s. 111)
KİTAPTAN NOTLAR
Elif Şafak’ın Aşk’ın 2013’de okumuştum. Üzerinde çok konuşulan, çok da
eleştirilen kitaplardan olduğundan mıdır bilmem blogumda paylaşmaya çok da
istekli olamadım.
Elif Şafak tüm eleştirilere rağmen benim kalemini sevdiğim
yazarlardandır. Uzun cümlelerini kullandığı kelimeleri severim. Son dönem
kitaplarını pek de başarılı bulamasam da Baba ve Piç, Araf, Bit Palas, Mahrem
ve Pinhan sevdiğim kitaplarındandır. Ustam ve Ben için de bir tık...
Kitabın yazıldığı ve çok popüler olduğu dönemde Mevlana ve Şems ile
ilgili kitapların da satışında büyük artış görülmesi kitabın pozitif
taraflarından. Ancak tarihi ve önemli karakterler ile ilgili yazılan kitaplarda
okuyan kişileri de yanlış ve yanlı yönlendirmesi riski bakımından doğru bilgi
aktarımının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Romanlar her ne kadar kurgu olsalar
da bir üre sonra gerçek olma bile bizler o tarihi şahsiyeti öyle düşünme
eğiliminde oluyoruz. Bu konuda acaba yeterince araştırma yapılmış mıdır diye
düşünmeden edemiyorum. Ben Ahmet Ümit’in Bab –ı Esrar’ı ile Aşk’ı kısa
aralıklar içerisinde okumuş iki farklı Şems ile tanışmış, acaba hangisi daha
gerçek diye düşünmeden de edememiştim.
Bunun yanında kitabın akışlı bir dili olduğunu, kurgunun sürükleyici
olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. İnsan eline aldığında günümüze ve tarihe
yolculuk yaparken sayfaların nasıl geçtiğini anlamıyor.
Sonuç olarak tartışmalara yol açsa da okunabilir bir kitap olduğunu
düşünüyorum.