29 Mart 2019 Cuma

ANTOİNE DE SAİNT – EXUPÉRY - KÜÇÜK PRENS

MERHABALAR
KİTAPLARIM OLMADAN BLOGUNUN Sevgili Takipçileri...

Benim için çok önemli olan bu günde; yine benim için çok özel olan bir kitabı paylaşayım istedim. Küçük Prens defalarca okuduğum, defalarca da okuyacağım "BÜYÜKLERE MASALLAR" tadında kitaplardan... Bu defa blogumu takip edenlerin bildiği klasik formatımın dışında sadece "Kitaptan Alıntılar"a yer vereceğim.  Böyle büyülü bir kitap için ne yazsam kendimi doğru ifade edemem gibi geliyor. 


Geçtiğimiz ay öğrencilerimle birlikte "Küçük Prens Okuma Etkinliği" yapmak istedim. Kitaplarımızı temin ettik. Serbest Etkinlikler ve Türkçe derslerinde uzunluğuna göre 3-4 bölüm okuyarak tamamladık okumayı. Resimleri inceledik. Her bölümden 5N1K soruları çıkardık, cevapladık. Keyifli bir okuma etkinliği yaptık. Birlikte okumanın ve kitaptaki güzel sözlerin büyüsünü birlikte yaşadım çocuklarımla... GELELİM KİTABIMIZA...


ARKA KAPAK

“Hoşça git,” dedi tilki. “Vereceğim sır çok basit:
İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir.
Gerçeğin mayası gözle görülmez.”
Küçük Prens unutmamak için tekrarladı:
“Gerçeğin mayası gözle görülmez.”


“Büyükler sayılara bayılırlar. Tutalım, onlara yeni edindiğiniz bir arkadaştan söz açtınız, asıl sorulacak şeyleri sormazlar. Sesi nasılmış, hangi oyunları severmiş, kelebek biriktirir miymiş, sormazlar bile. Kaç yaşında, derler, Kaç kardeşi var? Kaç kilo? Babası kaç para kazanıyor? Bu türlü bilgilerle onu tanıdıklarını sanırlar.


Deseniz ki: “Kırmızı kiremitli, güzel bir ev gördüm. Pencerelerde saksılar, çatısında kumrular vardı”. Bir türlü gözlerinin önüne getiremezler bu evi. Ama “yüz bin liralık bir ev gördüm” deyin, bakın nasıl: “Aman ne güzel ev” diye haykıracaklardır.” (Sayfa 30)


“Küçük Prens'in gezegeninde de öteki gezegenlerde olduğu gibi iyi bitkilerin yanı sıra kötülerin bulunduğunu öğrendim. İyilerin iyi tohumları, kötülerin kötü tohumları vardı. Ama tohumları kolayca göremezsiniz. İçlerinden biri uyanma hevesine kapılana kadar toprağın derinliklerinde öylece uyurlar. Günü gelince küçük tohum gerinir ve güneşe doğru ürkek, sevimli bir filiz sürer. Bir gül fidanının ya da bir turpun filizi söz konusuysa istediği gibi gelişip serpilmesine karışmasak da olur. Ama kötü bir bitkiyse görür görmez kökünden söküp atmalıyız onu” (Sayfa 37)

“İnsan üzgün olunca günbatımının tadına daha iyi varıyor.” (Sayfa 41)


“Çiçekler zavallı yaratıklardır. Kötülüğün ne olduğunu bilmezler. O yüzden mümkün olduğu kadar kendilerine güvenmeye çalışırlar ve dikenlerine bakıp bakıp güçlü olduklarını düşünürler.” (Sayfa 43)

“Sevdiğiniz çiçek milyonlarca yıldızdan yalnız birinde bile bulunsa, yıldızlara bakmak mutluluğunuz için yeterlidir. 'Çiçeğim işte şunlardan birinde', deriz kendi kendimize. Ama bir de koyunun çiçeği yediğini düşün, bütün yıldızlar bir anda kararmış gibi gelir. Bu mu önemli değil ?” (Sayfa 43)


“Kelebeklerle dostluk kurmak istediğime göre iki üç tırtılın kahrını çekeceğim elbet.”(Sayfa 56)

“O zaman sen de kendini yargılarsın. En gücü de budur zaten. Kendini yargılamak başkalarını yargılamaktan daha güçtür. Kendini yargılamayı başarabilirsen gerçek bir bilgesin demektir” (Sayfa 64)

“Acaba bir gün hepimiz kendi yıldızımızı yeniden bulalım diye mi yıldızlar böyle parlıyor?” (Sayfa 94)


“-İnsanlar nerede? Çölde biraz yalnızlık duyuyor kişi...
-İnsanların arasında da yalnızlık duyulur, dedi yılan.” (Sayfa 95)

-”Evcil ne demek?”
+”Artık kimselerin umursamadığı bir geleneğin gereği. Bağlar kurmak demektir.”
-”Bağlar kurmak mı?”
+”Evet. Sözgelimi sen benim için  şimdi yüz binlerce oğlan çocuğundan birisin. Ne senin bana bir gereksinmen var, ne de benim sana. Bende senin için yüz binlerce tilkiden biriyim. Ama beni evcilleştirirsen birbirimize gereksinme duyarız. Sen benim için dünyada bir tane olursun, ben de senin için.”(Sayfa 108-109)


“Yalnız evcilleştirdiğin şeyleri tanıyabilirsin.” dedi tilki. “İnsanların tanımaya ayıracak zamanları yok artık. Aldıklarını hazır alıyorlar dükkanlardan. Ama dost satan dükkan olmadığı için dostsuz kalıyorlar.”(Sayfa 111)

“Sözcükler yanlış anlaşılma kaynağıdır.” (Sayfa 111)


“Küçük Prens güllere bir daha bakmaya gitti: “Siz benim gülüme hiç benzemiyorsunuz. Şimdilik değersizsiniz. Ne sizi evcilleştiren olmuş, ne de siz kimseyi evcilleştirmişsiniz. Tilkim eskiden nasıldı, öylesiniz. O da önceleri tilkilerden bir tilkiydi ama ben onu dost edindim, şimdi dünyada bir tane.”
Güller güç duruma düşmüşlerdi. “Güzelsiniz ama boşsunuz,” diye ekledi. “Kimse sizin için canını vermez. Buradan geçen herhangi bir yolcu benim gülümün size benzediğini sansa bile o tek başına sizin topunuzdan önemlidir. Çünkü üstünü fanusla örttüğüm odur, rüzgardan koruduğum odur, kelebek olsunlar diye bıraktığımız bir kaç tanenin dışında bütün tırtılları uğrunda öldürdüğüm odur. Yakınmasına, böbürlenmesine hatta susmasına kulak verdiğim odur. Çünkü benim gülümdür o.”(Sayfa 113)

“İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman gerçeği görebilir. Gerçeğin mayası gözle görülmez.” (Sayfa 113)



 “Gülünü bunca önemli kılan, uğrunda harcadığın zamandır.” (Sayfa 113)

“İnsanların tanımaya ayıracak zamanları yok artık. Aldıklarını hazır alıyorlar dükkanlardan. Ama dost satan dükkanlar olmadığı için dostsuz kalıyorlar” (Sayfa 111)

“Evcilleştirdiğin şeyden her zaman sen sorumlusun. Gülünden sen sorumlusun…” (Sayfa 114)


“Bir yerde bir kuyunun saklı oluşudur çöle güzellik veren.” (Sayfa 123)

Birinin sizi evcilleştirmesine izin verirseniz, gözyaşlarını da hesaba katmalısınız.” (Sayfa 129)

“Bir yıldızda yaşayan çiçeği seversen, geceleri gökyüzüne bakmak güzel gelir. Bütün yıldızlar çiçeğe durur.” (Sayfa 134)

“Bırakılmış eski bir deniz kabuğu gibi olacak kalıbım. Eski deniz kabuklarına acınmaz ki.” (Sayfa 137)

“Kederliydim ama onlara “Yorgunum,” dedim” (Sayfa 141)

YEPYENİ KİTAPLARLA GÖRÜŞMEK ÜZERE...
SEVGİLER...

15 Mart 2019 Cuma

FRANZ KAFKA - BABAYA MEKTUP


MERHABALAR;
Kitaplarım Olmadan Asla Takipçilerim; 


Alman Edebiyatı denince aklıma ilk gelen isim Johann Wolfgang Goethe oluyor. Yakın döneme geldiğimizde ise; Stefan Zweig ve Franz Kafka bence damgasını vuruyor. Bu iki yazara olan okuma sevgimi blogumu takip edenler bilirler. Bu yazımda da Kafka'nın yazım hayatını, karakterlerini daha anlamlı kılacak bir kitabı paylaşmak istiyorum sizlerle. Bu arada blogumda Goethe olmadığını da fark ettim.  En kısa sürede Genç Werther'in Anılarını yine yeniden okuyup, paylaşacağım sizlerle...


ARKA KAPAK
“Kafka’nın ödipal sorunlarını, yazdığı hemen hemen tüm metinlerde görebilirsiniz ama bu mektuptaki gibi asla değil. Sahibine ulaşması bir yana mektubu yazdıktan sonra babasına duyduğu müthiş korkudan mektubu bir daha eline alamadığını düşünür insan ama yine de Kafka’nın babasına karşı yaşamında yaptığı en büyük saldırıdır bu. Kafka babasına hayranlık ve nefret ikileminde bir çözüm yolu aramamıştır, çözüm yolu aramaya bile cesaret edememiştir. Bu cesaretsizliği yaşamının her alanına yansımış ve silik biri olduğu inancıyla yazmak eylemi de dahil hiçbir işin sonunu getirememiştir. Sonuç olarak aile içi sıkıntılarını çağın sıkıntılarıyla birlikte yaşama talihsizliği yaşayan pek çok çağdaşı ile birlikte (kendisine en çok benzeyeni Albert Camus’dür) modern edebiyatın temellerini atmış oldu.


Sophokles’den Kafka’ya insanlık tarihinin en can alıcı metinlerinden modern psikolojiyi yaratan Freud’un ne kadar haklı olabileceğine ise siz karar verin.”



ÖZET

Kitap mektup formatında olmasından dolayı, özet vermeyeceğim bu defa… Kitaptan Notlar başlığı altında kitabı yorumlayacağım. Alıntılar Kafka'yı anlamak bakımından yeterli olacaktır diye düşünüyorum. 

“Benim arkadaşım, şefim, amcam, büyükbabam, hatta ( biraz çekinceli olsa da) kayınpederim bile olsaydın mutlu olurdum. Ama baba olarak çok güçlüydün benim için özellikle de erkek kardeşlerim küçükken öldükleri ve kız kardeşlerim uzun bir aradan sonra geldikleri için. İlk darbeye tek başıma maruz kaldım ben, oysa buna dayanacak gücüm yoktu, çok zayıftım.” (Sayfa 11)



KİTAPTAN NOTLAR
Franz Kafka 1919 yılında geçirdiği ağır grip, veremini iyice arttırınca, 1919’da dinlenmek üzere gittiği Schelesen’de Julie (Söz konusu kadın sol üstteki fotoğraftadır.)  adında bir kızla tanışıp nişanlanır. Aynı yıl kaleme aldığı Babaya Mektup (Brief an den Vater), yazarın bu nişana karşı çıkan babası Hermann Kafka’ya yanıtıdır. 


Kafka’nın 1919 yılında kendi yazısıyla 104 sayfa süren mektubu, babası Hermann Kafka’nın eline hiç geçmemiş, yazarın ölümünden 28 yıl sonra 1952’de 1952 Neue Rundschau dergisinde yayımlanmıştır. (Bu bilgiler alıntıdır.)


Yazarın çocukluğundan itibaren babasına söylemeyi isteyip de  söyleyemedikleri, kırgınlıkları, kızgınlıkları, öfkesi, serzenişleri ve isyanı yer almaktadır mektupta.

“Koltuğunda oturarak dünyayı yönetirdin. Doğru olan senin düşüncendi, bunun dışındaki her fikir sana göre deli saçmasıydı, aşırıydı,anormaldi. ” (Sayfa 14)

Mektup boyunca anılara, Kafka’nın babasının Kafka’nın çocukluğundan itibaren etkisi altına alan baskın ve baskıcı ve kendisi dışındaki hiçbir fikre değer vermeyen karakterinin Kafka üzerinde yarattığı travma açıkça göz önüne serilmektedir.


Hermann Kafka,  bütün yaşamı boyunca çok çalışmış, para kazanmış, her şeyini çocukları uğruna feda etmiş, fakirlikten kendi çabasıyla çıkmış, işlerini büyütmüş, sert mizaçlı, baskıcı ve güçlü bir baba karakteri segilerken oğlu Franz onun tam tersidir. Babası ne kadar sert mizaçlı ise, Franz o kadar duygusal ve narindir. Babası ne kadar sağlıklı ve iri yapılı ise oğlu Franz o kadar hastalıklı ve çelimsizdir. Hatta Franz babasının yanında yüzmek istemeyecek, kıyafet denemeyi istemeyecek kadar babasının bu özelliğinin karşısında ezilir. Hatta babası onu ezmek için özellikle çaba sarf eder.

“O zamanlar her konuda desteğe ihtiyacım vardı. Senin vücut yapın bile moralimi bozmaya yetmişti. Örneğin, ikimizin de aynı kabinde soyunduğumuzu anımsıyorum. Ben zayıf, çelimsiz, inceydim; sense güçlü, uzun boylu, iri yapılıydın. Kabindeyken bile çok zavallı bulurdum kendimi, üstelik sadece senin karşında değil bütün dünyanın önünde. Çünkü benim için her şeyin ölçütü sendin.” (Sayfa 14)  


Babaya Mektup; Dönüşüm, Dava ve Şato’dan sonra okuduğum dördüncü Kafka Kitabı. Ancak Kafka okumaya yeni başlayacaklar için okunması gereken ilk kitap olduğu düşüncesindeyim. Çünkü Kafka’nın Dönüşüm’de kendini “böcek” gibi hissettiren, Dava’da ise sürekli “suç yokken suçlu” hissettiren duygu durumunu anlamak bakımından kitap benim için anlamlı bir okuma oldu. Ve sanki bulmacanın eksik parçası bulunmuş oldu.

“Çocukluğumda senin sözlerin tanrı buyruğuydu benim için, hiç unutmazdım söylediklerini; dünyayı, özellikle de seni değerlendirirken benim için en önemli ölçüt senin sözlerin olurdu ve sen hiç başarılı olamadın bu yolla.” (Sayfa 16)


Kitabı baskı ve kâğıt kalitesi ve cilt anlamında çok beğendiğimi söylemek istiyorum. Yazım hatasına rastlamadığım için de editörü titizliğinden dolayı kutlamak gerekiyor. Beğenmediğim tek ayrıntı kitapta numaralandırılmış dipnotların açıklamaları kitabın arka kısmında verilmiş olması olması. Okuma esnasında sürekli kitabın arka kısmına gidip gelme gerekliliği okuma bütünlüğünü bozdu. 

“Bana bir kere bile gerçek anlamda dayak atmadığın da doğru. Ama bağırıp çağırmaların, yüzünün kızarması, pantolon askılarını hemen çıkarıp sandalyenin arkalığında hazır tutman, neredeyse daha kötü oldu benim için. Bir insanın asılmasına benziyordu bu. İnsan gerçekten asılırsa ölür ve her şey o anda biter ama asılması için gerekli olan bütün hazırlıkları izlemek zorunda bırakılır ve ancak ilmek boynuna geçirilmek üzere gözlerinin önünde sallanırken bağışlandığını öğrenirse, bunun acısını yaşamı boyunca çekebilir. Üstelik senin anlayışına göre dayağı hak ettiğimin ve senin merhametinden ötürü son anda dayaktan kurtulduğumun bana açıkça ve defalarca gösterilmesi, içimde büyük bir suçluluk bilinci biriktirdi. Sana karşı her bakımından suçluydum.” (Sayfa 24) 


Dipnotları okumadan da olayı ya da durumu anlamak imkânsız gibi. Bu şekilde 85 dipnot olduğu düşünülürse, durum sıkıcı olabiliyor. Dipnot açıklamalarını bulunduğu sayfanın alt bölümünde yer alsaydı daha keyifli bir okuma olabilirdi.

“Güneşin ortasına kadar uçmanın gereği yoktur; ama dünya dünya üzerinde güneşin zaman zaman ışıdığı ve insanın içini biraz ısıttığı temiz bir köşeye, sürünerek de olsa ulaşmak gerekir.” (Sayfa 45)



Kitapta mektup kısmı 48 sayfa olmakla birlikte; önsöz, ve eklerle birlikte 91 sayfaya çıkmış oluyor. (fotoğraflar, notlar, kısaltmalar…vb.) mektup dışında bu kısımlar da kitabı ve Kafka’yı anlamak bakımından keyifli okumalar oldu. Bu bakımdan da kitabın güzel hazırlandığını söylemeden geçemeyeceğim.

“Seninle sakin bir şekilde konuşmamız olanaksızdı ve bu durumun çok tabii bir sonucu doğdu; konuşmayı unuttum ben. Belki zaten büyük bir hatip olamayacaktım ama sıradan, insanca, akıcı bir konuşmayı başarabilirdim. Sen bana “sözü” çok erken yasakladın.” (Sayfa 18,19)


“Birbirimizle savaştığımızı kabul ediyorum. Ama iki türlü savaş vardır. Biri şövalyece yapılan bir savaştır; bu savaşta bağımsız düşman güçleri çatışır, taraflar kişiliğini korur, her biri kendisi için kazanır, kendisi için kaybeder. Bir de böceklerin savaşı vardır; böcekler hasmını sadece sokmakla kalmaz, hayatta kalmak için onun kanını da emer. Bunlar askerliği meslek edinmiştir ve sen de böyle birisin.” ( Sayfa 54)

 Kafka ve Franz Kafka ile ilgili Christoph Stözl’ün açıklaması da dikkat çekici ve anlamlı: “Hermann Kafka ve Franz Kafka’nın arasındaki kopuş, iki Musevi kuşak arasındaki önüne geçilemeyen uyuşmazlığın sonucudur ve baba-oğul, her ikisi de kendi neslinin en uçtaki örneği olduğu için acı verici boyutlara ulaşmıştır.” 

“Yaşam sabır oyunundan öte bir şeydir; ama itirazın sağladığı düzeltmeyle, ne ayrıntılı olarak açıklayabileceğim ne de açıklamak istediğim bu düzeltmeyle gerçeğe çok yakın bir tablo ortaya çıktı. Bu her ikimizi de biraz rahatlatabilir. Bize yaşamayı da ölmeyi de kolaylaştırabilir.” (Sayfa 55)

YENİ KİTAPLARLA GÖRÜŞMEK DİLEĞİYLE....

8 Mart 2019 Cuma

HALİKARNAS BALIKÇISI (CEVAT ŞAKİR KABAAĞAÇLI) - AGANTA BURİNA BURİNATA

MERHABALAR, 



KİTAPLARIM OLMADAN ASLA TAKİPÇİLERİ...

Okuduğum ilk Halikarnas Balıkçısı kitabı, Aganta Burina Burinata;Halikarnas Balıkçısı’nın ilk kitabıdır. İlk baskısı 1946 yılında yapılmış roman, denizci bir aileden gelen Mahmut'un çocukluğundan başlayarak, gemicilik serüvenlerini anlatmaktadır. 



“Ne olacak, toprak insanı topraktan, deniz insanı da sudan yaratılır. Topraktan olanlar toprağa dönerler, sudan olanlar akıp denize karışırlar.”  (Sayfa 7)



ARKA KAPAK

Balıkçılar, sünger avcıları, dalgıçlar, gemiciler... Halikarnas Balıkçısı hikâye ve romanlarında deniz insanlarını bize tanıtırken, “denize bağlı olarak güzelliği, özgürlüğü, başkaldırıyı, insanoğlunun geçmişteki ve gelecekteki arayışlarını, kayıplarını, bunalımlarını, korkularını; ışığı kırar gibi kendiliğinden, alabildiğine etkin bir anlatımla ortaya koyarak, çağdaş insancıl bakışla eski uygarlıklar arasındaki bağları da göstermiştir.”


Balıkçı'nın ilk romanı olan Aganta Burina Burinata, yazarın şiirli ve müzikli dilinin, doğa ve insan sevgisinin, tanıtım ve duygusal gücünün en güzel örneklerinden biridir.



ÖZET
“Bunların sahipleri olanlar artık oralardan hiç kımıldamayacaklar. Köpeklerin boğazlarından tasma ile bir yere bağlı kaldıkları gibi bunlar da barsaklarıyla boğazlarından topraklarına bağlı kalacak, hep yanlarındaki komşuların mallarına göz dikerek hırlayacak, hep malıma göz diktin diye komşularına havlayacak, malım var diye ölünceye kadar mallarının kulu kölesi olarak evim var diye dört kuru duvarın içine mezara gömülmüş gibi gömülerek yaşayacaklar. Buna yaşamak mı denir, uzun ölüm bu.” (Sayfa 25)



Denizci bir aileden gelen Mahmut; sokaklarının tamamının denize çıktığı bir deniz kasabasında yaşamaktadır. (Bodrum)Her ne kadar babası Süleyman Kaptan; Mahmut’un dedesi, amcaları ve babası gibi denizci olmasını istemese de; Mahmut’un yüreğine deniz ateşi düşmüştür bir defa. Oyun oynarken denizcidir o. Bulduğu çalı çırpıdan gemiler yapar. Ama bu gemiler de babasının hışmına uğrar. Babasının amacı birkaç dönüm arazi alabilmek ve kara insanı olmaktır. Denize küskündür. Mahmut bu küskünlüğün sebebini sonradan öğrenecektir.



Mahmut, babası Süleyman Kaptan ile Milas'a gider. Burada eski denizci ahbabı Bakkal Fehmi’nin yanına gider. Her ne kadar karada düzen kursa da denize özlem duyan Fehmi’ye denize küskünlüğünü anlatır Süleyman:
Bir süre önce kardeşi Davut, Süleyman Kaptan'ın kayığına tayfa olarak yazılmıştır. Denizde çıkan fırtınada yeterince sıkı bağlanmayan rando maçosu, rüzgârda savrularak Davut'un kafasını uçurur. Davut'un başsız vücudu Süleyman Kaptan'ın üzerine düşer.

“Derler a, kaptanın iyisi fırtınada, dostun gerçeği de fıkaralık, hastalık ve hapishanede belli olurmuş, diye mırıldandı.” (Sayfa 73)

Her ne kadar Süleyman Kaptan kardeşinin bir mezarı olmasını istese de; deniz izin vermediği ve Davut’un cesedi koktuğu için denize atmak zorunda kalırlar. Süleyman Kaptan, bu kazadan dolayı kendisini suçlar, denize küser. Mahmut amcası Davut’un kendisini için yaptığı oyuncak geminin de sırrı çözülmüş olur.  Bir gün sonra Bodrum'a dönerler.



Süleyman Kaptan, oğlunu Kirpi Halil'in yanına çırak olarak verir. Denizde sakatlanan Kirpi Halil'in de kendisi gibi denizden alacaklı, küskün olduğunu düşünür Süleyman Kaptan. Oğlunu buraya denizcilikten uzak tutmak için vermiştir. Mahmut’un çalıştığı dükkan oldukça kasvetli, karanlık, dar bir mekândır. Ama işler istediği gitmez. Kirpi Halil’in içinde deniz aşkı bitmemiştir ve sürekli denizden bahsetmektedir.

Mahmut bu sırada mahalle mektebine de gider. Mektebi ve hocayı hiç sevmemekte, onun ezberletmek istediği metinleri ezberlememekte, bu yüzden hep azar işitmekte, çoğunlukla da dayak yemektedir. Babasından gizli gizli Ateşoğluve kızı Fatma ile denize çıkmaktadır. Fatma Mahmut’un ilk aşkıdır.




 “Elvedalar bile salon mobilyaları gibi, ancak dünyalığı yolunda olanların kendilerine peşkeş çekebilecekleri bir lükstür.” (Sayfa 117)

Mahmut bir kez daha onlarla balığa çıkınca denizin onun için vazgeçilmez olduğunu anlar. Mektebi bırakır. Babasının uzun süreliğine sefere çıkmasından yararlanarak, Küçük amcası, cimri Hakkı Reis'in gemisine yazılır. Özlediği açık denizlere doğru yol almaya başlar. Babası ile uğradıkları bir limanda karşılaşırlar. Babası ona kırılır ancak bir şey de yapamaz. Mahmut’un bu ilk seferi babasının son seferidir. Babası tek serveti gemisi ile denizde batarak kaybolmuştur. Bundan sonra annesinin nafakasını kazanmak da Mahmut’un görevidir. Çok geçmeden Mahmut annesini de kaybeder.




“İnsan bir mevsimde bir ağacın muayyen bir dalında bir yemiş buluyor. Yiyor ve hoşuna gidiyor. Bir iki mevsim sonra yine aynı dalda aynı yemişi arıyor; ya yemiş o dalda bulunmuyor ya da bulunursa hoşa gitmiyor.Belki de yemişi arayan değişmiş oluyor.” (Sayfa 124) 

Denizin haşin yüzüyle tanışan Mahmut, memlekete dönüp Erkek Fatma ile evliliği hayal etmeye başlar. Memleketine döndüğünde, ilk işi Ateşoğlu'nun evine gitmek olur. Ama hiçbir şey bıraktığı gibi değildir.

“Felaketin bazen kendine ait bir havası vardır. Onun yaklaşmakta olduğunu insan yüreğinde soğuk soğuk duyar; şen ve güneşli bir gün, güneşin üzerinden bir kara bulutun geçmesiyle, dünyanın benzinin solup kül oluvermesi gibi...” (Sayfa 125)

DEVAMI KİTABIMIZDA…


KİTAPTAN NOTLAR


Öncelikle kitaba başlarken en çok merak ettiğim kitabın adının ne anlama geldiğiydi. “AGANTA BURİNA BURİNATA” denize açılırken söylenen bir terimmiş ve anlamı da  “serenlerin üstündeki üst ve alt yelkenleri tut” anlamına gelmekteymiş. (Google sağ olsun öğrenmiş oldum.)

Kitabın adından başlamışken; kitabın içerisinde bolca denizcilik terimi geçtiğinden; ara ara TDK sözlüğünden yararlandığımı söylemeden geçmeyeyim. Anlamını bulmama rağmen kafamda tam canlandıramadıklarım da oldu elbet. Aynı durumu İhsan Oktay Anar’ın “AMAT” ında da yaşamıştım. Yeni sözcükler öğrenme bakımından verimli bir okuma oldu benim için. Ancak kitabın sonunda terimlerle ilgili bir sözlük olsa fena mı olmazdı. 

Aganta Burina Burinata benim okuduğum, ilk Halikarnas Balıkçısı kitabı. Üç tarafı denizlerle kaplı güzel ülkemiz edebiyatında deniz, kara topraklar kadar yerini almasa çağdaşlarına bakıldığında denizi anlatan ki, bu denli sevdayla anlatan sayılı yazarlardan olmayı başarmış yazarımız.

Aganta Burina Burinata’yı Ernest Hemingway’ın “Yaşlı Adam ve Deniz” ile arka arkaya okuyunca, ister istemez bir kıyaslama da söz konusu oldu. Sonuç olarak halk arasında söylenen “balık yiyeni doyurmaz, tutanı ondurmaz” deyiminin haklılığı ortaya çıkmış oldu sanki.

İnsanın deniz ile mücadelesi her zaman çetin geçmiş, mücadeleyi kazanıp, karaya ayak basan bir daha denize çıkmayacağına yemin etse de; deniz sevdası içine işleyen denizci yine dümeni denize çevirmiştir. 

1 Mart 2019 Cuma

GEOFFREY GİRARD – KLON

MERHABALAR...


"Kötülük genlerden mi yoksa yetiştirilme tarzından mı gelir?"


ARKA KAPAK
Bir grup bilim adamı, yeni nesil biyolojik silah üretmek amacıyla akıl almaz bir bilimsel programa imza atarak yüzyılın en ünlü seri katillerinin DNA'larını kopyalar. Jeffrey Dahmer, Ted Bundy gibi bilinen en acımasız ölüm makinelerinin genleri, artık kopyalarında yaşamaktadır.




Programın ileri aşamasına gelindiğinde, kendilerine miras kalan genlerden habersiz düzinelerce genç, ülkenin çeşitli yerlerinde, para karşılığında evlatlık verildikleri aileleriyle hayatlarını sürdürmektedir. Kötülüğün genlerden mi yoksa yetiştirilme tarzından mı geldiğine dair tehlikeli bir oyun oynayan bilim insanları, klonlardan bazılarına iyi bir aile ortamı sunarken, diğerleri hayatta karşılarına çıkabilecek en olumsuz şartlar altında yetişir. Ve asıl kâbus, tüm gerçekleri öğrenen en tehlikeli klonların, yaratıcıları tarafından salıverilmesiyle başlar.


"Bu kitap korkunç nitelemesini gerçekten hak ediyor. Bilim, yakın gelecekte hepimiz için böylesine dehşet verici bir terörü elinde tutuyor olabilir mi?" 
-R.L. Stine


ALINTILAR


“... Çoğumuz etrafta bir sosyopat varken pek rahat olamayız. Çünkü orada olduğunu mutlaka anlarız.”

“Ama psikopatlar böyle değil.”

“Kesinlikle. Söylediğin gibi psikopatlar son derece düzenlidir, ağzı sıkı ve yönlendirici tiplerdir. Toplum kuralları onun da umrunda değildir ama o sağduyu sahibidir. Normal davranışları çalışarak öğrenmeyi kendilerine iş edinirler ve böylece sıradan görünürler. Oyunun nasıl oynandığını bilirler ve bizim kurallarımızla bizi yenerler. Yanında bir psikopat duruyor olsa bunun farkına bile varamazsın.”(Sayfa 133)

“İnsanlar için mümkün olmayan şeyler vardır ama Tanrı için her şey mümkündür.” (Sayfa 205)


KİTAPTAN NOTLAR

Arka Kapağı kısaca kitabın özetini verdiğinden Özet kısmını atlayıp, kitap ile ilgili görüşlerimi paylaşmak istiyorum.
KLON; A-101’de gezerken gördüğüm kitaplardandı. Arka Kapağı okuyunca konu ilgimi çekti, aldım. Kısa sürede de tamamladım.

Kitabın konusu; yumurta- tavuk sorunsalından sonra en çok tartışılan konulardan biri bence. Şiddetin kaynağı genetik midir yoksa aile ve çevre mi? Özel bir biyoteknoloji şirketinde (DSTI) başta Jacobson olmak üzere bir araya gelen genetik bilimciler ve bilim adamları bitki ve hayvanlardan sonra insan klonlamak gibi tehlikeli bir ise bulaşırlar. Bir grup bilim adamı laboratuar ortamında en tehlikeli, Albert Fish, Jeffrey Dahmer, Henry Lee Lucas, Dennis Rader, Ted Bundy ve David Berkowitz gibi seri katillerin DNA’larınından klon bebekler üretirler.


Bebekler para karşılığı ailelere evlatlık verilirler. Bu bebeklerin kimi sevgi dolu aile ortamında büyürken; kimi de DNA’larını aldıkları seri katilerin maruz kaldıkları aile içi şiddete, istismara maruz kalarak büyürler. Bu çocuklar kökenlerini öğrendiklerinde birbirini bulan çocuklar suç çetesi olarak sokağa salıverirler. Yaşanan dehşetin sınırı yok gibidir.

Bir taraftan suç çetesinin peşine düşen  Castillo ve hem ona yardım eden hem de babası sandığı Dr. Jacobson ile yüzleşmek isteyen Jeff vardır. O da aynı zamanda bir seri katilin DNA’sını taşımaktadır.

Kitabın sonuna geldiğimde kurduğum ilk cümle bu kadar iyi işlenecek ve ilgi çekecek bir konunun ziyan edilmiş olduğunu düşündüm. Bölümler arası geçişlerde kopukluklar vardı. Bu kitabın ritmini düşüren kurgu hatalarından biriydi bence. Klonların yapım aşamaları ki benim en merak ettiğim kısım birkaç cümle ile geçiştirilmişti.


Polisiye- gerilim ve psikolojik gerilim tarzı kitapları okumayı seven bir okur olarak kitapta beklediğimi bulamadığım söylemeliyim. Orta seviyeli bir kurguydu bence. Bu konu iyi bir yazarın elinde harika bir kitaba dönüşebilirdi.

Bir de katil klonları daha fazla suça karıştırılması, aksiyonu tırmandırabilirdi belki. Polisin hep bir adım geride kalması biraz sıkıcı oldu bir süre sonra.

Son olarak; yazım hataları da beni rahatsız eden diğer sıkıntı oldu.

YENİ KİTAPLARLA GÖRÜŞMEK ÜZERE…
SEVGİLER…

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...