28 Eylül 2018 Cuma

STEFAN ZWEİG – BİLİNMEYEN BİR KADININ MEKTUBU, OLAĞANÜSTÜ BİR GECE


MERHABALAR,

Kitap blogları arasında esmekte olan Stefan Zweig devam ederken; Koridor Yayınlarından çıkan Zweig'ın iki öyküsünü bir arda sunan kitabımızı paylaşayım istedim.


Daha öce BİR KADININ YAŞAMINDAN 24 SAAT adıyla yayınlanan Zweig'e ait 5 öykünün yer aldığı Öyküler Seçkisini paylaşmıştım. Yazı ilgi görünce ardından Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu - Olağanüstü Bir Gece'yi paylaşmak istedim. 

ARKA KAPAK

Ünlü yazar R. kırk birinci yaş gününde, gönderenin kim olduğu bilinmeyen bir mektup alır. “Beni hiç tanımamış olan sana…” diye başlayan bu mektup ile, tek taraflı yaşadığı aşkı yirmi sayfaya sığdıran uçurumun eşiğindeki bir kadın ve onun yıllarca yüreğinde kopan fırtınalardan habersiz bir adamın öyküsünü işleyen Stefan Zweig, eşine az rastlanır psikolojik çözümlemeleri ve naif anlatımı ile neden 19. yüzyıl edebiyatına damga vuran bir yazar olduğunu kanıtlıyor. “Olağanüstü Bir Gece” adlı ikinci öyküde ise Zweig, burjuva sınıfından zengin bir adamın artık yaşamdan hiçbir zevk alamaması üzerine kendini ve mutluluğu yeniden keşfetmesini konu edinerek bize sevmenin, küçük şeylerin önemini hatırlatıyor. Aşkın ve mutluluğun tanımını yeniden yaptıracak ve okuyucuyu daha ilk sayfadan kalbine çekecek bu eseri, Ahmed Arpad’ın özenli çevirisi ile sunuyoruz.

BİLİNMEYEN BİR KADININ MEKTUBU

“Ölümümün sana acı vereceğini bilseydim göze alamazdım.” (Sayfa 58)
“Sana bütün yaşamımı anlatacağım. Seni tanıdığım günle başlayan o yaşamımı!”
Ünlü roman yazarı R. Dağlara yaptığı geziden Viyana’ya döndüğünde aldığı gazeteden o gün doğum günü olduğunu fark eder. Evine vardığında hizmetkârı R. gezideyken gelen mektupları takdim eder. Zarflardan birinin üzerindeki yazıyı tanımaz. Bu oldukça kalın bir zarftır.
Mektuptaki yazının titrekliğinden yazanın kadın olduğu hissedilmektedir. Yirmi sayfalık bir mektuptur. Daha çok bir denemeyi andırmaktadır. “Beni hiç tanımamış olan sana!” diye başlamaktadır. 
Mektubu yazan kadının çocuğu ölmüştür. Kadın bu kayıp üzerine mektubu yazmıştır. Kadın 13 yaşından başlayarak yazara önce aşkla başlayan sonra da takıntıya dönen sevgisi anlatır. Yazar genç kadının oturduğu evin karşındaki daireye taşındığında genç kandın henüz on üç yaşındadır. Genç kız daha ilk görüşte adama âşık olur. Sürekli kapı deliğinden yazarın geliş gidişlerini takip eder durur. Genç kız on altı yaşında geldiğinde dul annesi evlenir ve başka bir şehre taşınırlar. Viyana’dan ayrı kaldığı bu dönem genç kız için ıstırap dolu geçer. Bir yolunu bulup, iş bulma bahanesi ile Viyana’ya geri döner. Yazar onu fark etmese ve hatırlamasa da genç kız yazarın peşinde dolanır durur.
Sonunda genç kız güzelliği ile yazarın ilgisini çeker. Çok geçmeden birlikte olurlar. Bu birliktelik üç buluşmadan ibaret kalır. Yazarın uçarı kalbinde genç kız kalıcı olmaz. Genç kıza kalan hatırlar yazarın verdiği beyaz güller ve bebeği olur.
Genç kız da bu ilişkiden hamile kalır. Yazara bu bebekten hiç bahsetmez. Hem bebeğinin kabul edilemeyeceğinden hem de zorlama ilişkiden dolayı yazarın kendisinden nefret edeceğini düşünür. Bebeğini yoksulluk içinde doğurur. Kendisini asla fark etmeyen yazara her doğum gününde gönderdiği güllerle aşkını haykırır. Ama yazar hiçbir zaman gülleri kimin gönderdiği ile ilgilenmez.
“Bu dünyada benim yaşımda bir kız çocuğunun görünmeyen, hep karanlıkta kalan sevgisi kadar başka bir sevgi yoktur. Onun sevgisi umutsuzdur.” (Sayfa 21)

OLAĞANÜSTÜ BİR GECE

Öykümüz bir açıklamayla başlar. Yazarın aktardığı öykü Avusturya Ordusu hafif süvari alayı yedek üsteğmenlerinden Baron Fredrich M. Von R.’ye aittir. Baron Fredrich M. Von R. 1914 yılında Rusya’da katıldığı bir çatışmada vefat etmiş, yazı masasının çekmecesinde mühürlü zarfta bulunan notları ailesi tarafından gözden geçirilmesi, istenirse yayımlanması için yazara getirilir. Bu yazıda Baron Fredrich M. Von R.’nin altı saatlik zaman dilimi içerisinde yaşadıkları anlatılır. Yazar da ekleme ve çıkarma yapmadan yayımlar.
Baron ilesi öldüğünde yüklü bir mirasa konar. Çalışmak ya da her hangi başka bir alana yönelmek gibi bir gayreti yoktur. Havai bir yaşam sürmeye başlar. İstediği her şeyi kolayca elde eder. Antikalara kitaplara merak salsa da hevesi çok geçmeden biter. Yaşadığı hayat onu tatmin etmez olur.
7 Haziran 1913 tarihinde hayatı kendi değimi ile olağanüstü bir gecede değişir. O gün herhangi bir amacı olmadan dışarı çıkan Baron etrafındaki kalabalığın faytonlarla bir yerlere gittiğini fark eder. nereye gideceğini bilmeden bindiği faytoncunun Prater’deki at yarışlarına mı gittiğini sorması üzerine; planlamasa da at yarışlarına gider. Her ne kadar geçmişte at yarışlarını izlemek keyif verse de bu defa keyif almaz.

“Bana kalırsa, yazgısının ona çizdiği yolu gizem olarak kabullenen kişi yaşamın gerçek tadına varır.” (Sayfa 134)

Yarışlara ara verildiği sırada Baron kendisinin arkası dönükken bir kadın sesi ile irkilir. Kadına dönüp bakmadan kadını gözünde canlandırır. Dönüp baktığında kadının hayalindekinden çok farklı olduğunu fark eder. Baron’un ilgisini fark eden kadın da Baron’a ilgisiz kalmaz. Kur yapmaya başlar. Çok geçmeden kadının yanına Macarca konuşan şişman, kel bir adam gelir. Adam kadının kocasıdır. Elinde pek çok yarış bileti kuponu vardır. Adam bunları yere düşürür. Toplarken de bir hayli komik görünür Baron’a. Kuponlardan biri Baron’un ayağına gelir. Baron üzerine basarak, saklar. Adama geri vermez. Adamın kuponundaki at kazanır. Baron pişmanlık duysa da kazanılan dokuz adet 20 kronluk paradan kurtulmak için bir defa daha at yarışı oynar ve tekrar kazanır. Kurtulmak istediği para katlanır. Bu durum Baron’u rahatsız eder.
DEVAMI KİTABIMIZDA…

“Benliğini bulan insan için dünyada yitireceği bir şey yoktur. Günün birinde içindeki insanı tanımış olan, bütün insanları tanır.” (Sayfa 136)


KİTAPTAN NOTLAR
Stefan Zweıg’ın iki öyküsünün bulunduğu Koridor Yayınlarından çıkan kitabın fiziki görünümü ile başlamak istiyorum. Kitap yayınevinin klasikler serisinden bez ciltli olarak hazırlanmış. Kapak tasarımı Vintage havası ile kitapla uyumlu havada olmuş. Kitapta pek çok yayınevinin yaptığının aksine iki öykü bir kitapta toplanmış. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu ve Olağanüstü Bir Gece.

Yazı karakteri ve kâğıt kalitesi gözü yormuyor ve keyifle okunuyor. Koridor Yayınlarının klasikler serisine yeni girdiğinden bence tek eksiği kitap ve yazar ile ilgili önsöz ve buna benzer bilgilerin yer almaması. 

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu’ndan başlayalım. Öyküde iki ana karakter bulunmasına rağmen yazar kadın karakterin duygu düşünce, gelgitlerini öyle güzel yansıtmış ki erkek bir yazarın bir kadının duygularını bu kadar iyi anlatmasına hayran kalmadım diyemem. Erkek karakter kadının anlattıkları dışında pasif durumda. Öykünün sonunda duygulandığını okuyoruz sadece.

İlk öykü bana Yeşilçam melodramlarını hatırlattı. Öykü biterken de aklımda sorular da kalmadı değil. Böyle bir mektubu alan bir adam istemeden de olsa sebebi olduğu olaylardan pişmanlık duydu mu, kadının ve çocuğun mezarlarını buldu mu, ya da yaşamaya nasıl devam etti, diye merak ettim doğrusu. Keşke Zweıg bu öyküyü roman olarak kurgulasaydı diye düşünmeden edemedim.  

İkinci öykümüz Olağanüstü Bir Gece’de ise; kahramanımız bir Baron. Ağzında altın kaşıkla doğmuş diyebileceklerimizden. Ancak varlığın içinde yoksunluk tatminsizlik duygusundan muzdarip. Belki de istediklerini mücadele etmeden elde edebildiğinden. Yine yazarımız bu karakteri de oldukça güzel aktarmayı başarmış. Ancak bence; Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu ile kıyaslandığında biraz geride kalmış.
Sonuç olarak okumaktan keyif aldığım bir yazar ve kitap oldu. Okumak isteyenlere tavsiye ederim.
YEPYENİ KİTAPLARLA GÖRÜŞMEK ÜZERE...

Zweig görseli ALINTIDIR. 

21 Eylül 2018 Cuma

STEFAN ZWEİG – BİR KADININ YAŞAMINDAN 24 SAAT (Öyküler Seçkisi)

MERHABALAR;


Kitap blogları arasında esmekte olan Stefan Zweig rüzgarına ben de katılmasam olmazdı. Her ne kadar şu aralar İş Bankası Kültür Yayınları'na ait Zweig kitapları revaçta olsa da ben tercihimi bez ciltli olarak piyasaya sürülen Koridor Yayınlarından yana kullandım. 

ARKA KAPAK
Bu kitapta, 20. yüzyıl Avrupa'sının en önemli kalemlerinden olan Stefan Zweig'ın birbirinden çarpıcı beş öyküsü yer alıyor.

'Bir Kadının Yaşamından 24 Saat'te tutkunun ve aşkın yakıcılığını; 'Kitapçı Mendel'de savaşın acımasız yüzünü ve bıraktığı silinmeyecek izlerini; 'Bir Yaz Öyküsü'nde anıların ardına gizlenmiş gerçek duyguları; 'Kızıl'da toplumun zayıf ruhlar üzerindeki gölgesini; ve 'Yalnız İki İnsan'da dışlanmışların kederini okuyuculara anlatıyor. Zweig bu öykülerde ölüm ve yaşamın sınırlarında dolaşıyor, sıradan insanların gizli kalmış sırlarını gün yüzüne çıkarıyor, ruhun karanlık taraflarına dokunarak çok yönlü anlatımını zenginleştiriyor.

Savaşın getirdiği acılarla boğuşmaya daha fazla katlanamayıp 1942'de hayatına son veren Stefan Zweig'ın, okuyucuları öykülerin içine çeken ve ruhlarına ayna tutan bu kitabını, Ahmet Arpad'ın özenli çevirisiyle sunuyoruz.
KİTABA BAŞLARKEN;
“İNSANLAR birbirlerine yaklaşmıyorlar, sade birbirlerine dokunurmuş gibi yapıyorlar.”

BİR KADININ YAŞAMINDAN 24 SAAT

ÖYKÜ ÖZETİ
Öykünün anlatıcısı savaştan on yıl önce Fransız Rivierası’nda küçük bir pansiyonda kalmaktadır. Pansiyonda kalanlar burjuva sınıfına dâhildir. Alman, İngiliz, İtalyan, Danimarkalı pek çok farklı ülkeden yedi kişi konaklamaktadır ve bina Palace Hotel’in ek binasıdır. Her şey 12:20 treni ile otele gelen Fransız Gencin gelişi ile başlar. Fransız genç yakışıklılığı, sevecenliği, zarifliği ile otelde kalanların gönlünü fetheder.

“Bir gencin kendine güvenen sert adımlarla yürüyüşü, hareketlerinin hafifliği ve çevresine yaydığı yaşam enerjisi, coşkuyla etkilediği insanların ona karşı konulmaz bir sempati duymasının nedeniydi.” (S. 11)

Birkaç gün sonra genç adam iş için birkaç günlüğüne otelden ayrılması gerektiğini söyleyerek vedalaşır. Ancak Fransız genç giderken otelden yalnız ayrılmamıştır. Yanında Lyonlu şişman tüccarın, kibar narin ve içe kapanık karısı Madam Henriette de vardır. Başlangıçta şişman tüccar karısının başına yürüyüş esnasında bir şey geldiğini düşünüp oteli birbirine katsa da çok geçmeden odasında bulduğu mektupta kadının kocasını ve iki kızını terk ederek, Fransız genç ile gittiği anlaşılır. Bu olay otelde kalanlar arasında tartışmalara sebep olur.
Otelde kalan pek çok müşteri kadını hafif meşreplikle suçlarken; öykünün anlatıcısı kadını savunur.
Anlatıcının bu şekilde konuşması Bayan C.'yi yüreklendirir. Başından geçenleri anlattığı sırada altmış yedi yaşında olan Bayan C’nin kırk iki yaşındayken, kocasını kaybettikten sonra yaşadığı ve şimdiye kadar kimseyle paylaşmaya cesaret edemediği “Yirmi Dört Saati” anlatmak ister. Bunun için anlatıcıyı odasına davet eder.

“…tamamı bilinmeyen gerçek gerçek değildir, değersizdir.” (Sayfa 23)

“Yaşamı boş insan için diğerlerinin tutkularla dolu uğursuzluğunu yaşamak bence bir tiyatro oyununu veya bir konseri izlemek gibidir.”(Sayfa 27)

“…yaşlanmak, geçmişten korkmamak anlamına gelir.”(Sayfa 83)

KİTAPÇI MENDEL

Yazar yağmurlu bir Viyana gününü akşamüstünde yağmura yakalanır. Yağmurdan korunmak adına bir kahvehaneye girer. Kahvesini içip, kendini sıcak ortamın rehavetine kaptırmışken;  bu kahvehaneye daha önce gelmiş olduğunu hisseder. Ancak bir türlü hatırlayamaz. Kendisine ve hafızasına kızarken ayağa kalkar. Kahvehane içinde yürürken kasanın sağından geçilen penceresiz küçük odayı anımsar. Aradan yirmi sene geçmiş olduğunu ve yeniden Yukarı Alser caddesindeki Café Gluck’da olduğunun ayırtına varır.

Ve o odanın müdavimi Kitapçı Jacob Mendel’i gözünde tüm ayrıntıları ile canlanır. Jacob Mendel Talmud okulundan başka yerde eğitim almamış ufak tefek bir Galiçyalıdır. Yazar üniversite henüz öğrenciyken; Mesmer üzerine araştırma yaparken; gerkeli kaynaklara ulaşamaz. Arkadaşının tavsiyesi ile Mendel’e gelirler. Mendel her zaman Café Gluck’da aynı masadadır.

Mendel kitaplarla yaşayan inanılmaz bir akıl dehasıdır. Bir ayaklı ansiklopedi bir üniversite katalogu gibidir. Hatırladıklarının ışığında cafedeki garsonlara, cafe sahibine Mendel’i sorarsa da olumlu yanıt alamaz yazarımız. Ancak garsonun aklına çok uzun zamandır cafenin tuvaletleri yıkayan kadın temizlikçi kadın gelir. Yazar kadının yanına gider ve Mendel’i sorar. Kadın çok üzülerek Mendel’in yedi yıl kadar önce öldüğünü söyler ve başlar anlatmaya Mendel’in son günlerini…

“Ona hükmeden şey kitaptı, para değil.” (Sayfa 98)

“Çünkü anılar insanları birbirine bağlar.” (Sayfa 117)

KIZIL

Genç üniversite öğrencisi Bertold Berger Tıp eğitimi almak için Viyana’ya geldiğinde; dostlarının tavsiyesi üzerine Josefstad Mahallesindeki bir burjuva evinde bir oda tutar.
Taşradan küçük bir kentten gelen Berger kendisini tuttuğu odada Viyana’da çok yalnız hisseder. Hem arkadaş edinmek, hem de yalnızlığını paylaşmak için yine aynı evde farklı bir odada kalan Hukuk öğrencisi Julius Schramek’in kapısını çalar ve arkadaş olurlar. Ancak Berger hem dış görünüş hem de karakter olarak Schramek’den son derece farklıdır.

Schramek ne kadar gözüpek cesur ve girişken ise; Berger bir o kadar içe kapanık ve narin bir yapıya sahiptir. Bu nedenle Schramek , Berger’i üyesi olduğu öğrenci kulüplerinden, arkadaş ortamlarına pek yanında götürmez. Bu ortamlarda kavgalar, düellolar eksik olmaz. Yara izleri bir madalya gibi taşınır. Bu durum arkadaş edinmekte zorlanan, yalnızlık duygusu içinde yaşamına devam eden Berger’i daha da üzer. Sırf kendini kabul ettirmek adına bilerek çarpıştığı bir genç ile düello yapacak olduysa da Schramek bu duruma engel olur. Berger bu durumda kendini hepten değersiz hissetmeye başlar.

“Birkaç kez kendini toparlamayı denedi, fakat yalnızlığın ağırlığı onu omuzlarından aşağıya doğru bastırıyormuş gibi çöktü, kendini yine hüzün dolu duygusuz ve amaçsız yaşamının içinde buluverdi.”(Sayfa 188)

Anahtarını evde unuttuğu bir gece eve döndüğünde kapıyı açan ev sahibi kadından kadının on iki - on üç yaşlarındaki kızının hasta olduğunu, kaptığı “kızıl” mikrobundan dolayı ateşler içinde olduğunu, günlerdir de yataktan çıkamadığı öğrenir. Ağlayan kadını teselli eder ve kızın başında bekleyebileceğini söyleyerek kadını uyumaya gönderir. Bu hasta kız Berger’e üniversite eğitimine devam etme özlemi hissettirir.

“Çocuklar bu hastalığı kolay atlatır. Yetişkinlerde ise çok tehlikeli geçer.” (Sayfa 203)

“Gençliğe ilk adımlarını atanlar yaşamın anlamını bilmek istemiyordu. Onlar yaşamı bütün yanlarıyla tanımayı arzuluyordu.” (Sayfa 155)

“Kimseyi tanımıyorum, hiçbir şey bilmiyorum, hiçbir şey yapmıyorum, senin anlayacağın yaşamın anlamsızlığında yok olup gidiyorum. Günlerce başımdan bir şey geçmiyor, yüzü bana yabancı olmayan bir insan karşıma çıkmıyor. Birlerce insan arasında tek başına olmak nedir sen bilemezsin !” (Sayfa 182)


KİTAPTAN NOTLAR
Stefan Zweıg’ın beş öyküsünün bulunduğu Koridor Yayınlarından çıkan kitabın fiziki görünümü ile başlamak istiyorum. Kitap yayınevinin klasikler serisinden bez ciltli olarak hazırlanmış. Kapak tasarımı Vintage havası ile kitapla uyumlu havada olmuş. Kitapta pek çok yayınevinin yaptığının aksine öyküleri tek tek kitaplaştırmak yerine beş öykü bir kitapta toplanmış. “Bir Kadının Yaşamndan 24 Saat,  Kitapçı Mendel, Bir Yaz Öyküsü,  Kızıl,  Yalnız İki İnsan

 Yazı karakteri ve kâğıt kalitesi gözü yormuyor ve keyifle okunuyor. Koridor Yayınlarının klasikler serisine yeni girdiğinden bence tek eksiği kitap ve yazar ile ilgili önsöz ve buna benzer bilgilerin yer almaması.  Yine aynı yayınevinden çıkan “Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu” nda da “Olağan Üstü Bir Gece” de yer almaktadır. Bu haliyle her öyküyü ayrı ayrı almak yerine; iki kitap ile toplam yedi öyküyü okuyabilirsiniz. Yazı karakteri ve ciltli olması benim için ayrıca seçim sebeplerimden biri.

Öyküler seçkisine adını veren BİR KADININ YAŞAMNDAN 24 SAAT  ile başlayacak olursam yorumuma, yazarın diğer eserlerinde de göze çarpan karakter sayısının abartısız olması, tasvirlerin ve ayrıntıların bolca yer aldığı bir öykü olmuş yine. Yazar öyküde adı geçen kumarbaz genci öyle ayrıntılı tarif etmiş ki; sokakta karşılaşsanız tanıyacakmışsınız gibi geliyor.

Kitapçı Mendel adlı  öyküde bazı yayınevleri aynı öyküyü “Sahaf Mendel” diye çevirmiş. Bence sahaf kelimesi Mendel’i daha iyi tarif ederdi diye düşünüyorum. Mendel ve yaşadıkları ile ilgili ayrıntıları okumaktan keyif aldım. Yazarın kendinin de yaşamış olduğu; hatta yazarı gönüllü ölüme götüren “Yahudi Soykırımı”na güzel bir gönderme olmuş. Satranç’ta da yazarın yer verdiği konuya farklı bir bakış açısı olmuş. En sevdiğim hikâyelerinden oldu kitabın.

Bir Yaz Öyküsü de keyifli bir okumaydı. Yazarın öykülerinde kullandığı “ben dili” acaba hepsini yaşadı mı sorusunu canlandırıyor insanın kafasında. Bir de Mendel dışında karakterlerin isimleri ad ve soyad olarak pek verilmemiş. Ya sıfatlandırılmış karakterler ya da isimleri kısaltma olarak verilmiş. Bu da yazarın kendine ait üslup özelliklerinden olsa gerek.

Kızıl benim hem bu kitapta hem de okuduğum tüm Zweig öyküleri içerisinde en sevdiğim oldu. Bu öyküyü yazar üçüncü kişinin ağzından aktarmış. Ve karakterleri analiz erken yine pek çok ayrıntıyı atlamamış. Öykünün başından ortalarına kadar “kızıl” kelimesi ile kast edileni Karla’nın saçları olarak düşündüm ve saplantılı bir aşk bekledim açıkçası. Ancak sonrası beklediğimden daha farklı ve güzel bağlandı benim için. “Ölmek isterken yaşamak, yaşamak isterken ölmek” ironisini çok güzel yansıtmış yazar. Ve o çaresizliği.

Bunun yanında Zweig belki kendisinin de içinde yaşamış olduğu kendisini gönüllü ölümüne götüren derin yalnızlıktan da yola çıktığı için midir bilinmez odasındaki, Viyana’daki yalnızlığı çok iyi aktarmış. Bu arada Berger’in odası ve üniversite öğrencisi olması bana biraz Raskolnikov’u hatırlattı. Hatta kızıl olduktan sonraki sayıklamaları daha çok hatırlattı sanki.

İki yalnız insan kitabın en kısa öyküsü. Toplum içerisinde sıradan olmayan, sıradan olmadığı için de dışlanan iki insanın birbirlerine sarılışını çok iyi anlatmış yine yazarımız.

Sonuç olarak öyküler seçkisi benim okumaktan keyif aldığım ve tavsiye edebileceğim bir eser oldu. Okumak isteyenlere tavsiye ederim.


15 Eylül 2018 Cumartesi

JOSÉ SARAMAGO – BİLİNMEYEN ADANIN ÖYKÜSÜ

MERHABALAR,

1998 Nobel Edebiyat Ödüllü Portekizli yazar José Saramago'nun okuduğum üçüncü kitabını paylaşmak istiyorum sizlerle...  Daha önce okuduğum iki kitabına göre daha umutlu daha pozitif bir hava sergilese de yazarın klasik tarzının hakim olduğu kısa ama bir o kadar da ağır ve de güzel bir kitap bence. 


“Kim olduğunu bilmiyorsan kendin olabilmen mümkün değildir.” (Sayfa 26)


ARKA KAPAK

“Bir adam kralın kapısını çalmış ve ona demiş ki, Bana bir tekne ver.”
Bilinmeyen adaların kalmadığına inanılan bir dönemde bilinmeyen ada arama cesaretine sahip bir adamla böyle bir cesareti görüp hayatını değiştirebileceğine inanan bir kadının büyük usta Saramago’nun eşsiz anlatısında edebiyat tarihine geçen yolculukları böyle başlar. Emrah İmre’nin Portekizceden çevirisi ve Birol Bayram’ın desenleriyle okurun minör başyapıtlarından olacaktır Bilinmeyen Adanın Öyküsü.

“(...) ben bilinmeyen adayı bulmak istiyorum, o adaya ayak bastığımda kim olduğumu öğrenmek istiyorum, Bilmiyor musun ki, Kendinden dışarı çıkıp kendine bakmadıkça kim olduğunu asla bilemezsin, (...)”

“Saramago görünüşte sade bir öyküyü basit bir dille ve masum karakterlerle aktarıyor; okurlar, hayalperestler ve âşıklar psikolojik, romantik ve toplumsal altmetinleri fark edecektir.”


ÖZET

Tekne isteyen adam, kralın kapısını kalmış, Krala isteğini iletmek için üç gün beklemiş. İsteği Kralı konuşmakmış. Kralın evinin pek çok kapısı varmış. Kral daha çok armağanlar kapısında vakit geçirmeyi severmiş. Ancak tekne isteyen adam ısrarlı ve kapıdan o ayrılmadan başkası Kraldan istekte bulunamayacağından Kral adamla görüşmeye mecbur kalmış.


Adam Kraldan Bilinmeyen Adayı bulmak için bir tekne istemiş. Başlangıçta; bilinmeyen ada kalmadığını düşünene Kral bir süre sonra ikna olmuş ve adama bir karavela verilmesini emretmiş. Adam elinde Kraldan aldığı kart ile teknesini almak için limana gitmiş.


Bu sırada adama kapıyı açan ve adamın üç gün kapıda beklediği sırada adamı izleyen temizlikçi kadın da Kral evinin kararlar kapısından çıkmış, adamı takip etmekteymiş. Kadın artık sarayı değil, tekneyi temizleyecekmiş. 

DEVAMI KİTABIMIZDA... 


“…Saçma, bilinmeyen ada kalmadı artık, Bilinmeyen ada kalmadığını nereden biliyorsun, kral efendi, Haritalarda bütün adalar var, haritalarda sadece bilinen adalar var, Peki bulmak istediğin bu bilinmeyen ada neyin nesi,Bunun cevabını bilseydim ada zaten bilinmeyen olmaktan çıkardı, Bu adayı kimden duydun, diye sormuş kral biraz ciddileşerek, Kimseden, Öyleyse niçin var diye tutturuyorsun, Çok basit bilinmeyen bir adanın var olmaması imkansız olduğu için,…” (Sayfa 17)


“…Buraya benden bir tekne isteme geldin demek, Evet, buraya senden bir tekne istemeye geldim, Sen kim oluyorsun ki sana bir tekne vereyim, Sen kim oluyorsun ki bana tekne vermeyeceksin, Ben bu krallığın kralıyım ve krallıktaki tüm tekneler bana aittir, Bu gidişle onlar sana değil, sen onlara ait olacaksın, Ne demek istiyorsun, diye sormuş kral huzursuzca, Tekneler olmasa sen bir hiçsin,oysa tekneler sen olmasan da rahatlıkla denize açılabilirler,…” (Sayfa 17)


“Senin gibi bir deniz adamının, bilinmeyen ada kalmadı, demesi çok tuhaf, ben bir kara adamı olmama rağmen bilinen adalar dahil tüm adaların ayak basılmadıkları sürece bilinmeyen ada sayıldıklarını biliyorum, Ama sen anladığım kadarıyla şimdiye kadar kimsenin ayak basmadığı bir adayı aramaya çıkacaksın, Hangi ada olduğunu varınca anlayacağım artık, Varırsan tabi,”(Sayfa 26)


“...rüya hünerli bir sihirbazdır, varlıkların boyutlarını ve birbirlerine olan uzaklıklarını değiştirir, yan yana uyuyan kişileri ayırır, birbirine uzaktaki kişileri kavuşturur, kadın birkaç metre ötesinde uyuyor olsa da adam ona nasıl ulaşacağını bilemez, oysa ne kolaydır iskele tarafından sancak tarafına geçmek.” (Sayfa 46) 


KİTAPTAN NOTLAR

Daha önce “KÖRLÜK” ve  “GÖRMEK” adlı kitaplarını okuduğum yazarın okuduğum üçüncü kitabı oldu BİLİNMEYEN ADANIN ÖYKÜSÜ. Yazım tarzına, uzun paragraflarına ve kullanmadığı noktalama işaretlerine alıştığımdan okumak oldukça kolay geldi kitabı.

Kitabımız toplamda 58 sayfa ve içerisinde Birol Bayram’a ait çizimler var. Bu konuda yayınevi ve çizeri kutlamak gerektiğini düşünüyorum. Çizimler gerçekten çok güzel olmuşlar. Bu şekliyle kitaba “Küçük Prens” havası katılmış.
Kitabın kısa olmasından da olsa gerek kitapta karakter sayısı oldukça az tutulmuş, Tekne İsteyen Adam, Temizlikçi Kadın, Kral, Liman Amiri dışında karakter yok. Yine karakterlere tarzına sadık kalarak yazar karakterlere isim vermek yerine yazar yine sıfatlandırarak tanımlamış.

Tekne isteyen adamın rüyası bana Nuh’un gemisini hatırlattı. Burada kullanılan mecazları da beğendim. 

İstenildiğinde bir saat gibi kısa sürede okunabilecek, altı çizilmesi gereken bolca cümle taşıyan beğendiğim bir kitap oldu. Okumaya düşünenlere tavsiye ederim. 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...