16 Eylül 2019 Pazartesi

ANTHONY BURGESS – OTOMATİK PORTAKAL (A CLOCKWORK ORANGE)



MERHABALAR, KİTAPLARIM OLMADAN ASLA BLOGU DEĞERLİ TAKİPÇİLERİ;

ARKA KAPAK
Tüm hayvanların en zekisi, iyiliğin ne demek olduğunu bilen insanoğluna sistematik bir baskı uygulayarak onu otomatik işleyen bir makine haline getirenlere kılıç kadar keskin olan kalemimle saldırmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum…
Cockney dilinde (İngiliz argosu) bir deyiş vardır. “Uqueer as as clockwork orange”. Bu deyiş, olabilecek en yüksek derecede gariplikleri barındıran kişi anlamına gelir. Bu çok sevdiğim lafı, yıllarca bir kitap başlığında kullanmayı düşünmüşümdür. Bir de tabii Malezyada “canlı” anlamına gelen “orang” sözcüğü var. Kitabı yazmaya başladığımda, rengi ve hoş bir kokusu olan bir meyvenin kullanıldığı bu deyişin, tam da benim anlatmak istediğim duruma, Pavlov kanunlarının uygulanmasına dayalı bir hikâyeye çok iyi oturduğunu düşündüm…
-Anthony Burges-
Karabasan gibi bir gelecek atmosferi… Geceleyin sokaklara dehşet saçan, yaşamları şiddet üzerine kurulu gençler… Sosyal kehanet? Kara mizah? Özgür iradenin irdelenişi?.. Otomatik Portakal bunların hepsidir. Aynı zamanda hayranlık verici bir dilsel deneydir, çünkü Burgess antikahramanı için yeni bir dil yaratır: Yakın geleceğin argosu “nadsat”ı.

… ve Stanley Kubrick’in muhteşem film uyarlaması, yirminci yüzyılın kült eserlerinden biri olan bu romanın şöhretini pekiştirmiştir…


ÖZET
 “Yetişkinlerin savaştığı, bombalar attığı, birbirini kesip doğradığı, acımasızlığın kol gezdiği bir dünyada gençlerin yurtsever, dine bağlı, uslu terbiyeli olmaları söz konusu değildir.” (Sayfa 50)

Kitap karanlık bir zamanda, İngiltere’de geçmektedir. Alex on beş çete lideri bir gençtir. Çetesi ile birlikte sayısız olaya katılmaktadırlar. Gasp, darp, ırza geçme Alex ve çetesi için günlük rutindir. Ancak Alex ve çetesi tek değildirler. Neredeyse normal insanların geceleri sokağa çıkamaycağı kadar suç oranı artmış, toplum düzeni yozlaşmıştır. Polisin gücü olaylara müdahaleye yetmiyor gibidir.


Çetenin kendi aralarında kullandıkları Rusça sözcüklerden oluşan bir jargonları da vardır.  Bu dile “Nadsat” demektedirler. Çetede Pete, Georgie ve Dim de vardır.  Suç işlemenin yanında çete bol bol süt (içerisine uyuşturucu katılmış içecek) ve kanser (sigara) içmektedirler. Kısacası çetenin yapmadığı adilik yok gibidir. Çete yaptıklarından sadistçe haz duymakta, normal karşılamaktadır. Suçu kanıksamışlardır. Hedeflerinde kendilerinden güçsüz, savunmasız herkes vardır.

 “Tanrı ne ister? Tanrı iyilik mi ister yoksa iyi olma seçeceğini mi? Kötülüğü seçen bir insan, kendisine iyilik dayatılmış bir insandan bazı açılardan daha üstün olabilir mi?” (Sayfa 84)


Bir gece çaldıkları araba ile bir köye giderler. Kapısında “YUVA” yazan eve hastalık hilesi ile girerler. Evde  “Otomatik Portakal” adlı bir roman yazmakta olan F.Alexander adlı bir yazar ve karısı vardır. Evi hunharca dağıtırlar. Adamın karısına tecavüz ederler. Yaptıklarından zerrece de utanç ya da vicdan azabı duymazlar.

“Bir akıl çağının kafirliği: Doğruyu görür ve onaylar ama yanlışı yaparım.” (Sayfa 103)

Bu esnada çete içinde liderlik için küçük bir mücadele başlar. Ancak Alex diğer çete üyelerine haddini bildirir ve liderliğine devam eder. Ancak bu durum çete üyelerince unutulmaz.


Başka bir sefer de  evde pek çok kedi ile yaşayan yaşlı bir kadının evine gireceklerdir. Kadın önceki seferki kadın gibi kolayca açmaz kapıyı. Alex camdan içeri girip kapıyı açacaktır. İçeri girdiğinde kadın Alex’e direnir. Kadın yaralanır. Ancak yaralanmadan önce polisi aramayı başarmıştır. Çetenin diğer üyeleri, her şeyin Alex'in fikri olduğunu polise söyler. On dört yıl hapse mahkum olarak hapishaneye gönderilir.

DEVAMI KİTABIMIZDA…


KİTAPTAN NOTLAR



Kitap seçimlerimi yaparken Kafka’nın İnsanı ısıran ve sokan kitaplar okumalıyız. Okuduğumuz kitap bir yumruk indirerek bizi uyandırmıyorsa ne işe yarar?” sözünden hareketle, son bir yıllık okuma seçimlerimde “distopya”lara bolca yer verdim. Distopyalar içinde bulunduğumuz ya da bulunmamız olasılığı bulunan felaket senaryoları ilgili düşünce yapımı geliştiriyor diye düşünüyorum. Kitap benim için her zaman pembe rüyalara dalma aracı değil… Hele bir de distopyalardaki olması zor görünen felaket senaryolarının olmaya başladığını görmek ayrıca sarsıcı…


Okuduğum distopyalardan Körlük, Görmek, 1984, Fahrenheit 421 ve Cesur Yeni Dünya… Her biri beni farklı anlamlarda sarsmış ve farklı açılardan olayları değerlendirmemi sağlamıştı. Uzun zaman önce kitaplığıma eklediğim “Otomatik Portakal”a geldi okuma sırası…

“Seçme hakkına sahip olmayan kişi kişiliğini yitirmiş demektir.” (Sayfa 176)

Kitabın yazım süreci ile ilgili bilgiler arka kapakta ayrıntılı verilmiş. Ancak yazım sürecinde yazar ile ilgili “yanlış teşhis” olayını okuyunca, sadece bizde olmuyormuş bu aksilikler diye düşünmedim desem yalan olur.


Kitabın kendine özgü argo bir dili var. Kitap anlatıcının ağzından anlatılıyor. Kitap boyunca Alex, okuyucu ile konuşuyor. Alex’in kullandığı nefret dili özellikle dikkat çekiyor. Konuşurken bu bol küfürlü ve argo dili kullanıyor. Açıkça belirtmeliyim ki; bu dil okuma esnasında beni rahatsız etti. Kitabın Alex’in ağzından anlatılması karakterin duygu durumunu yansıtması bakımından doğru bir seçim olmuş. 

Karakterin sosyopat, acımasız, her türlü adiliği yapmaya meyyal yapısı gözler önüne serilmiş. Yazar Süskind’in Koku’sundan sonra en rahatsız olduğum anti-kahramanı yaratmış diyebilirim. Buradan hareketle kitabın ikinci bölümünde Alex’e işkence edildiği zaman başka bir karakter olsa insani bakardım ama Alex’in hak ettiğini düşündüğüm için ona hiç acımadım.

Burada dikkatimi çeken diğer bir unsur da çete üyelerinin yaşları. Neredeyse ergenliğin başındaki gençler 15’li yaşlarda sokak çetelerinin üyesi olmuşlar. Yine diğer distopyalarda da olduğu gibi aile yapısı da yozlaşmış.

Sigaraya “kanser” denmesi, içki olarak içine uyuştrucu katılan sütlerin içilmesi dikkat çekici. Yazarın içki olarak “süt” ü seçmesinin anlamı nedir acaba? 

Kitaptaki yazarın yazdığı kitabın adının “Otomatik Portakal” olmasından hareketle yazarın benzer bir olay yaşayıp yaşamadığını araştırdım kitaptaki olayın çıkış noktasının İkinci Dünya savaşı Londra’sında Anthony Burgess’ın karısıyla birlikte yaşadığı gerçek bir olaya dayandığını okudum. Karısının tecavüz sonrası bebeğini kaybettiğini ve içki bağımlılığından öldüğünü okudum. Ancak bilgiyi yabancı kaynaklardan teyit edemedim.


Daha önce okuduğum distopyalarda teknolojik gelişmeler ön plandaydı. Ancak bu kitapta hala ev telefonu ve pikaplar kullanılıyor. Bu açıdan bakıldığında, diğer okuduğum distopyalardan ayrıldığını söyleyebilirim.

Kitabın ana karakteri Alex, Beethoven hayranıdır. Suç işlerken bile şiddet eğilimini de Beethoven’ın 9. Senfonisi ile doruk noktasına çıkarır. Ve yazar popüler müziği yine Alex aracılığı ile eleştirir. Kendisi de müzisyen olan ve senfoni bestelemiş olan yazarın bu konudaki görüşünü Alex aracılığı ile okuyucuya ulaştırdığını düşünüyorum. 9. Senfoni lise yıllarımda müzik öğretmenim sayesinde tanıştığım bir eserdi o zamanlar kasetini almış ve zaman zaman dinlemiştim. Keşke yazar Beethoven ve 9. Senfoni’yi böyle bir kahraman ile özdeşleştirmeseydi diye düşündüm.

Sonuç ilk defa okuduğum ve kalemi ile tanıştığım bir yazar oldu Anthony Burgess. Ancak yarattığı anti-kahramanı doğal olarak pek de sevemedim. Okumak isteyenlere şiddet, argo ve suç dünyasının kapısını aralayarak okuyacağını hatırlatmak isterim. Kitabı zaman kaybı olarak görmüyorum ancak herkese hitap eden bir kitap olduğunu da düşünmüyorum.

“Yarın mis kokulu çiçekler ve dönen leş kokulu dünya ve yıldızlar ve yukarıdaki bizim ay filan olacak ve eski kankanız tek tabanca Alex, kendine eş filan arayacak. Bok püsür işte. Cidden korkunç, adi, şerefsiz bir dünya bu, ey kardeşlerim. İşte küçük kankanız size veda ediyor. Ayrıca bu öyküdeki diğer herkese derin dudak müziği sesleri, bırrrrrr.” (Sayfa 168, Kitabın son paragrafı)


YENİ KİTAPLARLA GÖRÜŞMEK ÜZERE…

NOT: Bu arada kitap aynı isimle filme de çekilmiş. Etiketsiz görseller filme aittir. ALINTIDIR... 

9 Eylül 2019 Pazartesi

PAULO COELHO – AKRA’DA BULUNAN ELYAZMASI


MERHABALAR; DEĞERLİ KİTAPLARIM OLMADAN ASLA OKUYUCULARIM;


ARKA KAPAK
Düşman onlardan çok daha üstün, ertesi sabah saldırıya geçecekti. Halkın çoğunluğu, yenileceklerini bildiği halde, şehirde kalmayı seçti. O akşam, her yaştan kadınlı erkekli bir grup, Kıpti dedikleri Yunanlı'yı dinlemek için meydanda toplandı.
Kıpti, hiçbir dine mensup değildi; sadece bütün duyduklarını, yarına aktarabilmek için aklında tutmuştu.
Kıpti, yalnızca içinde bulunduğu âna ve Moira denen varlığa inanırdı.
Yarından itibaren şu anda ahenk olarak gördüğümüz şey ahenksizliğe dönüşecek. Mutluluğun yerini matem alacak,” dedi Kıpti.
“Şehrimizi talan edebilirler, ama burada öğrendiklerimizi silemezler. İşte bu yüzden ilmimizin surlarımız, evlerimiz ve sokaklarımızla aynı kaderi paylaşmasına izin veremeyiz… Peki ilim derken neyi kastediyorum?

İlimle, gündelik yaşamın karşımıza çıkardığı zorlukların üstesinden gelerek hayatta kalmamızı sağlayan şeyi kastediyorum.
Yarın bize neler olacağını kimse bilemez... Çünkü her günün iyisi ve kötüsü aynı gün içinde olup biter. Öyleyse dışarıdaki askerleri ve içinizdeki korkuyu unutun...
Bizler şimdi, gündelik yaşamımızdan, yüzleşmek zorunda kaldığımız güçlüklerden bahsedeceğiz,” dedi Kıpti.
Ve sevgiyi, kaybı, yenilgiyi, yalnızlığı sordular ona. Korkuyu, sadakati, cinselliği, geleceği ve kaderi; ona kendilerini nasıl bulacaklarını sordular. Hayatın içinden gelen, cevapları binyıllar boyu değişmeden kalan soruları sordular ona.
Düşmanları beklerken, halk bir meydanda toplandı ve sordu.
Ve Kıpti, onlara cevap verdi.


ALINTILAR


“Kışın dalından kopan bir yaprak kendini soğuğa mağlup düşmüş gibi görür mü?” (Sayfa 25)

“Asıl fena olan düşmek değil, yerden kalkmamaktır.” (Sayfa 27)

“Mağlubiyet, yürekliler içindir. Kaybetmekten şeref, kazanmaktan ise mutluluk duymak yalnızca onlara özgüdür.” (Sayfa 31 )

“Mağlubiyet, yeni bir mücadeleye giriştiğimizde son bulur. Başarısızlığın ise sonu yoktur; bir yaşam tarzıdır.” (Sayfa 31)

“Sevgi bir alışveriş değil, bir inanç eylemidir.” (Sayfa 67)

“Giden gitmiştir işte... ve her vedanın ardında bir ümit gizlidir. Sevmek ve sevdiğini kaybetmek, hiç sevmemiş olmaktan iyidir.” (Sayfa 68)

“Sevilmek için herhangi bir bedel ödemekten kaçın, çünkü sevginin bedeli olmaz.” (Sayfa 88)

“Şarkı söyleyen, öyküler anlatan, yaşamın tadını çıkaran ve gözleri mutlulukla parıldayan insanlarla dostluk kur; çünkü mutluluk bulaşıcıdır ve mantığın, hatayı açıklamaktan öteye gidemediği durumlarda daima bir çözüm ortaya koymayı başarır.” (Sayfa 90)

“Zarafet giysilerimizde değil, giysilerimizi kullanım tarzımızdır.” (Sayfa 93)

“İnsanın haysiyetinin farkına varmasının tek yolu, yaşamı boyunca attığı her adımın hakkını vermektir.” (Sayfa 126)

“Sadakat, sadece güçlü ruhların tercih edebileceği bir tercihtir.” (Sayfa 137)

“Silahların en kuvvetlisi, insanı yaralayan mızrak ya sa surları parçalayan top değildir. Silahların en korkuncu sözdür; insanın yaşamını tek damla kan akıtmadan mahveder ve açtığı yaralar asla kabuk tutmaz.” (Sayfa 137)

“Sadık erkekler ve kadınlar ,gerçek kimliklerini göstermekten gocunmazlar ;çünkü başka sadık ruhların kendi iyi ve kötü yanlarını anlayışla karşılayacağını bilirler.” (Sayfa 142)

“Düşman, eline kılıcını alıp karşına dikilen kişi değildir. Hançerini arkasında gizlemiş halde hemen yanı başında duran kişidir.” (Sayfa 143)

“... tohumlarınızı gittiğiniz her yere serpiştirin, çünkü hangilerinin yeşerip sonraki nesli aydınlatacağı hiç belli olmaz.” (Sayfa 149)


ÖZET
Kitap sorular ve Kıpti’nin verdiği yanıtlardan oluştuğundan özet kısmını atlamayı uygun buldum.

KİTAPTAN NOTLAR

AKRA’DA BULUNAN ELYAZMASI,  Paulo Coelho'nun SİMYACI’san sonra okuduğum ikinci kitabı. D&R’nin Can Yayınları indirim kampanyası duyurusunu İnstagram’da görünce D&R’ye gittim. Bana hitap eden pek fazla kitap kalmamıştı. Ayfer Tunç ve Paulo Coelho’dan birer kitap bulabildim. Okumayı planladığım kitap olmadığı için hemen okuyayım istedim.

Kitap "AKRA’DA BULUNAN ELYAZMASI"nın hikâyesi ile başlıyor. 1945 yılında Mısır’da Hamra Dom bölgesindeki bir mağarada iki kardeş tesadüfen papirüslerle dolu bir testi bulurlar. Kardeşlerden bir şekilde bir papazın eline geçen papirüsler, papaz tarafından Kahire’deki Kıpti Müzesi’ne satılır. Papirüsler burada isimlerini alırlar: Nec Hemmadi Elyazmaları. Diğer elyazmaları ise karaborsaya düşer, ancak Mısır hükümeti duruma el koyar ve yazmalar ulusal miras ilan edilir. 1974 yılında bir İngiliz arkeolog, Nec Hemmadi yakınlarında başka bir elyazması bulur ve Arapça, İbranice ve Latince üç dilde yazılmış bu elyazmalarının dünyada yaklaşık 155 nüshası olduğunu bildiren Mısır hükümeti bulunan elyazmalarının arkeologda kalmasına izin verir. Yazar ise bahsedilen arkeoloğun oğluyla tanışır ve elyazmasının kopyasını elde etmeyi başarır. Elyazması Hıristiyanlığın ilk yüzyılı ile M.S. 180 arasında yazılmış, asıl dili Yunanca apokrif metinlerdendir.


Bilgilendirmenin ardından kitap başlıyor. Kıpti genç yaşında vatanı Atina'dan ayrılmış, yalnızca yaşadığı ana ve Moira denen varlığa inanıyor. Savaş arifesindeki Kudüs'lülere, onların soruları üzerine bir bir anlatır.  Kalabalık arasında onu dinleyenlere Kudüs'ün ruhunun nasıl baki kalacağını gösteriyor.

Kıpti’ye sorulan sorular ve onun verdiği cevaplardan oluşmakta kitap. Soru soranlar her defasında din, cinsiyet ve meslek olarak değişse de soruları Kıpti cevaplıyor. Kıpti her hangi bir dine mensup olmadığından cevapları dini olmaktan çok, felsefi anlamlar içeriyor.
Kitabın dili akıcı üslubu güzel. 150 sayfalık kitabın sorular arasındaki boş sayfalarını ve pek de küçük olmayan yazı puntosunu göz önünde bulundurursak, okuma süresi kısalıyor elbette.

Kitap bolca güzellik, zarafet, başarı, cinsellik, yenilgi, sevgi, başarı,aşk,savaş gibi başlıklar ile ilgili bolca nasihat içermekte. Paylaştığım alıntılardan bunu kolayca anlayabilirsiniz. Ancak nasihatler fazlaca klişe ve beylik laflar… Sosyal Medyada sıkça rastlayacağınız cinsten.
Kişisel gelişim ya da bu tarz nasihat okumaktan hoşlanmayanlar için keyifli bir okuma olmayabilir. Mutlaka her kitabın ana fikri var ancak kitap içerisinde bu ana fikre okuyarak çıkarım yaparak ulaşmayı seven okur için sıkıcı bir okumaya dönüşebilir. Aralıklarla bölüm bölüm okunursa daha keyifli bir okuma olabilir belki. Bir başvuru kitabı olarak daha keyifli okunacağını düşündüğüm kitaplardan… Son günlerde bolca paylaşılacaktır diye düşünüyorum. Okuyanların yorumlarını bekliyorum.

YENİ KİTAPLARLA GÖRÜŞMEK ÜZERE…
SEVGİLER...

2 Eylül 2019 Pazartesi

YAŞAR KEMAL - YILANI ÖLDÜRSELER

MERHABALAR, DEĞERLİ KİTAPLARIM OLMADAN ASLA OKUYUCULARIM;


“Anavarza kayalıkları onun için bu yankılardır, bu kurşun sesleridir, bu kokudur. Anavarza göğünde kanlı kartallar döner. İyi anımsıyor. Onun her zaman en korkunç anısıdır bu kurşunlu gece, bu yankılar, bu sabah sabah kartalların süzülmeleri.” (Sayfa 8)


ARKA KAPAK
Hasan aile onuru uğruna akrabaları ve köylülerin baskısıyla annesini öldürmek zorunda kalır. Dokuz yaşında işlediği bu cinayeti hiçbir zaman aklı almayacak, kabullenmeyecek ve anlamlandıramayacaktır. Toplumsal cinnetin bir çocuğu katil olmaya sürüklemesinin romanı Yılanı Öldürseler kurban kavramına odaklanır. 


“Zengin yaratısı, Yaşar Kemal'i herkese seslenen zaman ötesi büyük klasiklere yaklaştırmaktadır.” 
- Michel I. Makarius, Jeune Afrique, (Fransa) 



“Yılanı Öldürseler'deki derinlik hem ekonomik ve toplumsal yanları gösterilerek işlenen temanın anlamsal yoğunluk taşıması, hem de roman kişilerinin karakteristik özelliklerinin başarıyla işlenmesinden kaynaklanır.” 
- Feridun Andaç, Yazınsal Gerçekçiliğin Boyutları-



“Susmanın büyük ustası olmuştu. Konuşunca da, adamını bulunca veryansın ediyordu konuşmaya.” (Sayfa 21)


ÖZET
Kitabımıza , yazarımızın çoğunlukla fon olarak seçtiği Çukurova, hatta bu defa kendi doğduğu köy olan Hemite köyü mekan olmaktadır. Dünyalar güzeli Esme, Abbas’ı sevmektedir. Anavarza kayalıklarında gizlice buluşmaktadırlar.  Esme ile Abbas evleneceklerdir. Ancak Halil de Esma’ye göz koymuştur. Ne kadar ikna etmeye çalışsa da Esme Abbas’tan vazgeçmez. 


Abbas, Esme Yüzünden birkaç kişiyi yaralamış, kaçak durumundadır. Bunu bilen Halil, Abbas ile  Esme’nin Anavarza kayalıklarında buluştuğu bir anı fırsat bilerek, Jandarmaya haber vererek Abbas’ı yakalatır.


“Senin hiçbir günahın yok bacım,” diyordu Mustafa. “Gene de sen burada durma git. Seni öldürecekler bacım. Seni öldürmüyorum, diye anam benimle konuşmuyor.” (Sayfa 35)

“... Senin ölüm kağıdın boynunda asılıp durur. Seni kimse öldürmezse anam seni, kendi öz oğlun Haşana öldürtür...” (Sayfa 36)


“Oğlum yanımda yokken yaşamaktansa, oğlum yanımdayken ölmek daha iyi...” (Sayfa 37)

Abbas’ın yokluğunu fırsat bilen Halil, yanına aldığı arkadaşları ile Esme’yi kaçırır. Irzına geçilen Esme; Halil ile evlenmeye mecbur olsa da bir sene boyunca oğlu Hasan’ı kucağına alana kadar konuşmaz. Kaderine razı gibi görünse de Esme Abbas’ı sevmekten vazgeçmez.  


Hapisten çıkan Abbas ilkin Esme’nin evine gelir. Esme onu gönderir. Ancak çok geçmeden Abbas; Esme ve Hasan ile aynı sofrada yemek yemekte olan Halil’i öldürür. Esme’yi kaçırır. Altı yaşındaki Hasan bu esnada babasının ölüsü ile evde kalmıştır. Ancak Abbas köylülere yakalanır. Abbas’ı öldüren Halil’in kardeşleri Esme’yi de döverler. Tüm köylü tarafından özellikle de Halil’in annesi tarafından Halil’in katili olarak Esme kabul edilir. Esme ölmeden Halil’in kanı yerden kalkmayacak, mezarında rahat yatamayacaktır…


“O kadar kan döküldü ki bu köyde, kanda boğulacağız.” (Sayfa 38)


“Tetikte bekliyordu Esme. Oğlundan korkuyordu. Bu sessizlik oğluna bir şeyler yapacaktı.Eli yüreğindeydi.”  (Sayfa 51)


Hasan’ı da bu sözlerle bilemeye başlarlar. Her şeyin farkında olan Esme Hasan’ı alıp kaçmayı denese de Halil’in kardeşlerine yakalanır. Esme çaresiz kendisi için hazırlanan sonu bekler.

DEVAMI KİTABIMIZDA…


KİTAPTAN NOTLAR

Uzunca bir süredir blogumda paylaştığım kitapları listelemeye başladım. Okuma listesi oluşturma bakımından faydalı bir çalışma oldu benim için. Listeyi oluşturduğumdan beri beni rahatsız eden bir şey oldu. Çok sevdiğim hatta; kitaplarını set halinde aldığım pek çok yazar blogumda layık olduğu yeri alamamış maalesef. 


““Ananı öldürme,” dedi. Ananı öldürme Hasan. Anan gibi dünya güzeli öldürülmez zaten. Anan değil, yedi kat yabancı olsa böyle bir güzele insan kıyamaz. Allah'ın özenip bezenip bin yılda yaptığıdır anan gibisiler, onlar Allah'ın yeryüzündeki sevgilileridir. Hasanım, Anan Allah'ın sevgilisidir.” (Sayfa 52)

Bunun bir sebebi; kitaplarını blogdan önce okumuş olmam. Diğer sebebi de okuma zevkime yeni yazarlar eklemem. Yaşar Kemal tartışmasız benim en sevdiğim Türk yazarı diyebilirim. Hatta haddim olmayarak, Nobel Ödülü’nü de en çok hak ettiğini düşündüğüm yazardır kendisi. Blogumda İNCE MEMED DÖRTLEMESİ, DAĞIN ÖTE YÜZÜ ÜÇLEMESİ ve AĞRI DAĞI EFSANESİ'ne yer vermişim.


Blogumda daha fazla Yaşar Kemal olmalı  diye düşündüm. Üstüne Türkiye gündemini meşgul eden kadın cinayetlerini tartışırken blogda yer vermek de şart oldu. Geçmişte okuduğum kitaplara göz gezdirirken; elime Doğubayazıt anılarımı da tazelemesi bakımından Ağrı Dağı efsanesine gitti. Ardından “Yılanı Öldürseler” geldi. 


“... Allahın sevgilisini öldürürseniz Allah hepinizi süründürür, başınıza taş yağdırır, hastalıklardan kırılırsınız.” (Sayfa 56)


Yaşar Kemal, Yılanı Öldürseler romanını ilk kez  1976'da Cumhuriyet gazetesinde tefrika olarak yayımlamıştır. Romana esin kaynağı olan annesini öldürdüğü için hapse giren çocuk ile 1950 yılında Kozan Hapishane’sinde tanışmıştır.  Ben de kitabından önce Yılanı Öldürseler ile ilkin filmi ile tanışmıştım. 1981 yılında Türkan Şoray’ın yönetmenliğini ve başrol oyuncusu olarak yer aldığı film özellikle Aliye Rona’nın oyunculuğuyla çok etkilemişti beni.


“İnsan anasına kıyamaz, ana kokusuna doyamaz.” (Sayfa 71)

Yazarın babası da 5-6 yaşlarındayken camide öldürülmüştür. Bu anlamda Hasan ile Yaşar Kemal’in hayatı arasında bir benzerlik vardır. Filmde Hemite köyünün kullanılması, Anavarza Kayalıkları ile köyün yakınlığından yola çıkılarak kitaptaki köyün de yazarın köyü olduğu düşünülmektedir.


“Kadınları çocuklara öldürtürler..” (Sayfa 72)

Buradan hareketle söylemeden edemeyeceğim; Yaşar Kemal’in eserleri Türk Sineması’nda bolca yer almış, Türk Sineması'na katkı sağlamıştır. Yılanı Öldürseler dışında, İnce Memed, Ağrı Dağı Efsanesi, Beyaz Mendil, Namus Düşmanı, Ala Geyik, Ölüm Tarlası, Yer Demir Gök Bakır…
  

102 sayfalık kısacık bir kitap. Ancak kitap bittiğinde insanın yüreğine ağırlık çöktürüyor. Konusu bakımından mekân ve zaman bakımından zamansız bir kitap. Çünkü hala günümüzde benzer olaylar devam etmekte, kadına şiddet olayları benzer sebeplerle maalesef yaşanmaktadır.


“Kırlangıç yuvasını bozmak, gözünün içine bile yapsa kırlangıç yuvasını, günahların en büyüğüydü. Köyde kırlangıç yuvası bozduğundan dolayı çolak olmuş birkaç kişi vardı. Birkaç kişi de titrek olmuştu. Elleri ayakları, gövdeleri titreyerek dolanıyorlardı köyün içinde.” (Sayfa 73)

Kitabı set olarak 2004 yılında Yapı kredi’nin yeni çıkardığı zamanlarda almıştım. Kapak tasarımı bence çok güzel. Ayrıca kitap içindeki çizimler de yine Abidin Dino'nun muhteşem elinden çıkmış. Kapak ile ilgili yapacağım tek olumsuz eleştiri, arka kapak yazısında Hasan’ın annesini vuracağının yazılması. Filmi izlememiş ve kitabı ilk defa okuyan okur için bence verilmemesi gereken bir ayrıntı.


“Yılan yağacak Çukurun üstüne... Ateş yağacak... Çekirge yağacak, solucan, kaplumbağa, böğürtleç, kertiş yağacak... Adana selden, Ceyhan yelden, Misis yılandan, Tarsus bataktan gidecek... Anavarza yanmış harap olmuş... Sinekten, karıncadan gidecek Anavarzada kim kalmışsa, ne kalmışsa...” (Sayfa 84)

YENİ KİTAPLARLA GÖRÜŞMEK ÜZERE…

30 Ağustos 2019 Cuma

ALDOUS HUXLEY – CESUR YENİ DÜNYA (BRAVE NEW WORLD)


MERHABALAR KİTAPLARIM OLMADAN ASLA BLOGU DEĞERLİ OKUYUCULARI, 

Orwell’in 1984’ün ardından sürekli karşıma Cesur Yeni Dünya çıkıyordu. Geçtiğimiz aylarda Fahrenheit 451 ile birlikte aldım kitabı. Distopya okumaya ilkin, Saramago ve “KÖRLÜK” ile başlamıştım. Ardından pek çok distopyayı severek ve de üzerinde bolca düşünerek okudum.

Yazar eserine Sheakspeare’nin Fırtına adlı eserinden esinlenerek “Cesur Yeni Dünya” adını vermiştir. 

“Her şeyin ulaşılabilir olduğu bir dünyada hiçbir şeyin anlamı yoktur.” (Sayfa 15)
Cesur Yeni Dünya’yı okumaya karar verdiğimde okuyucuların distopya mı, ütopya mı tartışmasına rastladım sıkça. 1932 yılında Aldous Huxley’in Amerika gezisi esnasından gözlemlediği tüketim toplumundan esinlenmiştir. Bu insanlar isteklerinin ve tüketimin esiri olmaya meyyaldirler. Baş edemedikleri sorunları için içki bir sığınaktır. Buradan hareketle ortaya “CESUR YENİ DÜNYA”çıkar. 



ARKA KAPAK
Endişe Çağı'nın başyapıtı"- Ursula K. Le Guin
"Kışkırtıcı, aydınlatıcı, şaşırtıcı ve büyüleyici."- Observer
"BEN KEYİF ARAMIYORUM... GERÇEK TEHLİKE İSTİYORUM, ÖZGÜRLÜK İSTİYORUM... GÜNAH İSTİYORUM."
Aldous Huxley, sadece kurgularıyla değil, kurgudışı kitaplarıyla da 20.yüzyılın en üretken isimlerinden biri. Yazarın en bilindik ve güçlü eseri olan CESUR YENİ DÜNYA ise satirle öngörünün birleştiği, kendi distopyasını yaratan bir ütopya.
Teknolojinin tek gerçeklik, duyguların ise uzak durulması gereken kavramlar olduğu bu gelecekte Ford, Tanrı'nın yerini almıştır. Aile kavramının yozlaşma göstergesi olarak algılandığı bu çağ, soma adı verilen hap sayesinde herkesin mutlu ve hayattan keyif aldığı bir sistem üretir.
Hiç kimse daha önce beraber olduğu kişiyle bir kez daha beraber olmaz, çünkü "herkes herkes içindir." İnsanlar makinelerden doğar, üretim kalitesine göre ise Alfa, Epsilon gibi sınıflara ayrılır. Ancak bu sistemin dışında, şehirden uzak bir yerlerde komün hayatı sürdüren bir başka topluluk daha vardır.
Bu topluluğun sürdürdüğü yaşam, teknolojinin egemenliğine bir alternatif olabilir mi? Yoksa bu ütopya da başarısız olmaya mahkum mudur?
Cesur Yeni Dünya, korkak bir geleceğin en eski anlatılarından.

ÖZET
Kitabımızı elimize aldığımızda “Ford’dan sonra 632 yılına” doğru yolculuğa çıkıyoruz. Teknolojik anlamda gelişmiş bu dünyanın kast sistemine dahil insanları kapısında “Cemaat, Özdeşlik, İstikrar” yazan Londra Merkez Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi’nde üretilirler. Kadınların hamile kalması yasak ve ayıp olduğu için, “annelik’ ve ‘babalık’ müstehcen birer kavram olarak görülür. Toplumsal istikrarın temel güvencesi olan şartlandırma hipnopedya -uykuda eğitim- ile sağlanır. Hipnopedya sayesinde herkes mutludur; herkes çalışır ve herkes eğlenir. “Herkes herkes içindir.”


“Kronik vicdan azabı, tüm ahlâkçıların hemfikir olduğu gibi, hiç de istenmeyen bir duygudur. Eğer kötü bir davranışta bulunduysanız, pişmanlık duyun, elinizden geldiği kadar durumu düzeltin ve bir dahaki sefere daha iyi davranmaya bakın. Ne sebeple olursa olsun hatanızın üzerinde kara kara düşünmeyin. Temizlemenin yolu çamurda yuvarlanmak değildir.” (Sayfa 19)

Cesur Yeni Dünya’nın sınırları dışında Yasaklı Bölge’de yaşayan insanlar ise eski yaşantıya devam etmektedirler. Tek eşlilik, doğum, din ve aile kavramları hala geçerlidir. Yasaklı Bölge’de doğmuş ve Cesur Yeni Dünya’ya gelen John gördükleri karşında adeta şoka girer.

DEVAMI KİTABIMIZDA…



KİTAPTAN NOTLAR

Romanın kurgusu 26.yy’da Londra’da geçmektedir.  Her ne kadar teknoloji ilerlemiş, ulaşım için helikopterler yaygınlaşmış, hastalık ve yaşlılık tablodan silinmişse de, oluşturulan, şartlandırılan toplum sevgi, aile, bağlılık, din gibi durumlardan da uzaklaştırılmıştır. Maddi dünyanın zevkleri artarken, manevi duygular geri plana atılmıştır. Hiç birimiz mutsuz olmayı, acı çekmeyi istemesek de Huxley’in bizlerin önüne serdiği dünyayı tercih eder miyiz acaba? Bu açıdan bakıldığında sistem neredeyse “TANRI”lığa soyunmuştur. Laboratuar oratımında meydana getirilen insanların kaderleri görevliler tarafından belirlenir.

“Ford'umuzun yaşadığı dönemden önce ve hatta nesiller sonra bile çocuklar arasındaki erotik oyunlara anormal gözüyle bakılmıştır (ortalık kahkahaya boğuldu); Sadece anormal değil, ahlâkdışı( olamaz) sayılmıştır; o yüzden de şiddetle bastırılmıştır.

Dinleyicilerin yüzlerinde şaşkına dönmüş bir inanmazlık belirdi. Eğlenmelerine izin verilmeyen zavallı küçük çocuklar? İnanamıyorlardı.” (Sayfa 57)




Toplum özellikler bakımından Alfa, Beta, Gamma,Delta, Epsilon gibi kastlara ayrılmıştır. Alfalar üstün ırk özellikleri gösterirlerken kastta alt kısımlara inildikçe, özellikler kötüleşmekte katta moronlar yer almaktadır. Toplumun üyeleri henüz oluşturuldukları tüpün içerisindeyken başkaldırmalarını engelleyecek şartlandırmalara maruz kalırlar.

 “Oturup kitap okursanız fazla bir şey tüketmezsiniz.” (Sayfa 71)

Kitapta zamanlama ölçütü olarak “F.S” kısaltmasına rastlarız. Bu zamanlama otomobil üreticisi  Henry Ford’un 1908’de ilk “T” modeli otomobili yaptığı yıl ile belirtilmiştir. 1913’de yine Ford seri üretime geçmiştir. Bu gelişmeler endüstri için devrim olmasının yanında seri üretimin robotlaştırdığı işçiler kitapta sorgulamadan kendilerine şartlandırılan işi yapan toplumsal sınıfların temeli olmuştur Aldous Huxley için. Ve “Ford” kitapta tanrının yerini almıştır.

“Sözcüklerin iyi olması yetmiyor; onları iyi bir amaç uğruna kullanmak gerekiyor.” (Sayfa 88)

“Eğer doğru kullanırsan sözcükler X ışınlarına dönüşebilirler, her şeyi delip geçerler. Okursun ve delinirsin.”  (Sayfa 88)

 
Yine kitapta en sarsıcı kısımlardan biri de insanların cinsel tavırlarıdır. Bebekler daha küçük yaşlardan itibaren cinsel oyunlara yönlendirilirler. “Herkes herkes içindir.” Kuralı geçerlidir. Tek eşlilik, anne baba olmak gibi kavramlar Cesur Yeni Dünya halkı için müstehcen kabul edilmektedir.

“İnsan eğer sorgulamaksızın kabullenmeye şartlandırılmamışsa, mutluluk, gerçekten çok daha zor bir uğraş.” (Sayfa 226)



Yine kitabın en can alıcı noktalarından biri de “SOMA”dır. Soma günlük olarak tüm bireylere verilen bir tür uyuşturucudur. Tüm olumsuz duyguların “soma” ile kontrol altına alınır.

“Kızgın bir sesle konuşan Vahşi, “Eğer Tanrı’yı biliyorsanız niye onlara anlatmıyorsunuz?” diye sordu. “Tanrı hakkındaki bu kitapları niye vermiyorsunuz insanlara?”
“...eskiler de ondan, yüzlerce yıl öncesinin Tanrısını anlatıyorlar. Şimdinin Tanrısını değil.”
“Ama Tanrı değişmez ki.”
“İnsanlar değişir ama.” (Sayfa 230)

Bu kitabı okuduktan sonra ister istemez pek çok okuyucu gibi Orwell’in 1984’ü ile bu kitabı kıyasladığım. 1984’te korku toplumu hüküm sürerken; Cesur Yeni Dünya’da haz toplumu öne çıkar. Her iki kitapta da totoliter rejimler halkı başkaldırmadan etki altında tutmak için farklı durumları kullanmaktadır. Sonuç olarak, sarsıcı ve güzel bir okuma oldu. 



“Ben keyif aramıyorum. Tanrı’yı istiyorum, şiir istiyorum, gerçek tehlike istiyorum, özgürlük istiyorum, iyilik istiyorum. Günah istiyorum.”


“Aslında,” dedi Mustafa Mond, “siz mutsuz olma hakkını istiyorsunuz.”
“Öyle olsun” dedi vahşi meydan okurcasına, “mutsuz olma hakkını istiyorum.”
“Eklemek gerekirse, ihtiyarlama, çirkinleşme ve iktidarsız kalma hakkını da istiyorsunuz; frengi ve kansere yakalanma haklarını, açlıktan nefesi kokma hakkını, tifoya yakalanma hakkını ve her türden ağza alınmaz acıyla işkence çekerek yaşama hakkını da istiyorsunuz.” (Sayfa 238)


YENİ OKUMALARLA GÖRÜŞMEK ÜZERE.... 

SEVGİLER..
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...