YKY etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YKY etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Eylül 2019 Pazartesi

YAŞAR KEMAL - YILANI ÖLDÜRSELER

MERHABALAR, DEĞERLİ KİTAPLARIM OLMADAN ASLA OKUYUCULARIM;


“Anavarza kayalıkları onun için bu yankılardır, bu kurşun sesleridir, bu kokudur. Anavarza göğünde kanlı kartallar döner. İyi anımsıyor. Onun her zaman en korkunç anısıdır bu kurşunlu gece, bu yankılar, bu sabah sabah kartalların süzülmeleri.” (Sayfa 8)


ARKA KAPAK
Hasan aile onuru uğruna akrabaları ve köylülerin baskısıyla annesini öldürmek zorunda kalır. Dokuz yaşında işlediği bu cinayeti hiçbir zaman aklı almayacak, kabullenmeyecek ve anlamlandıramayacaktır. Toplumsal cinnetin bir çocuğu katil olmaya sürüklemesinin romanı Yılanı Öldürseler kurban kavramına odaklanır. 


“Zengin yaratısı, Yaşar Kemal'i herkese seslenen zaman ötesi büyük klasiklere yaklaştırmaktadır.” 
- Michel I. Makarius, Jeune Afrique, (Fransa) 



“Yılanı Öldürseler'deki derinlik hem ekonomik ve toplumsal yanları gösterilerek işlenen temanın anlamsal yoğunluk taşıması, hem de roman kişilerinin karakteristik özelliklerinin başarıyla işlenmesinden kaynaklanır.” 
- Feridun Andaç, Yazınsal Gerçekçiliğin Boyutları-



“Susmanın büyük ustası olmuştu. Konuşunca da, adamını bulunca veryansın ediyordu konuşmaya.” (Sayfa 21)


ÖZET
Kitabımıza , yazarımızın çoğunlukla fon olarak seçtiği Çukurova, hatta bu defa kendi doğduğu köy olan Hemite köyü mekan olmaktadır. Dünyalar güzeli Esme, Abbas’ı sevmektedir. Anavarza kayalıklarında gizlice buluşmaktadırlar.  Esme ile Abbas evleneceklerdir. Ancak Halil de Esma’ye göz koymuştur. Ne kadar ikna etmeye çalışsa da Esme Abbas’tan vazgeçmez. 


Abbas, Esme Yüzünden birkaç kişiyi yaralamış, kaçak durumundadır. Bunu bilen Halil, Abbas ile  Esme’nin Anavarza kayalıklarında buluştuğu bir anı fırsat bilerek, Jandarmaya haber vererek Abbas’ı yakalatır.


“Senin hiçbir günahın yok bacım,” diyordu Mustafa. “Gene de sen burada durma git. Seni öldürecekler bacım. Seni öldürmüyorum, diye anam benimle konuşmuyor.” (Sayfa 35)

“... Senin ölüm kağıdın boynunda asılıp durur. Seni kimse öldürmezse anam seni, kendi öz oğlun Haşana öldürtür...” (Sayfa 36)


“Oğlum yanımda yokken yaşamaktansa, oğlum yanımdayken ölmek daha iyi...” (Sayfa 37)

Abbas’ın yokluğunu fırsat bilen Halil, yanına aldığı arkadaşları ile Esme’yi kaçırır. Irzına geçilen Esme; Halil ile evlenmeye mecbur olsa da bir sene boyunca oğlu Hasan’ı kucağına alana kadar konuşmaz. Kaderine razı gibi görünse de Esme Abbas’ı sevmekten vazgeçmez.  


Hapisten çıkan Abbas ilkin Esme’nin evine gelir. Esme onu gönderir. Ancak çok geçmeden Abbas; Esme ve Hasan ile aynı sofrada yemek yemekte olan Halil’i öldürür. Esme’yi kaçırır. Altı yaşındaki Hasan bu esnada babasının ölüsü ile evde kalmıştır. Ancak Abbas köylülere yakalanır. Abbas’ı öldüren Halil’in kardeşleri Esme’yi de döverler. Tüm köylü tarafından özellikle de Halil’in annesi tarafından Halil’in katili olarak Esme kabul edilir. Esme ölmeden Halil’in kanı yerden kalkmayacak, mezarında rahat yatamayacaktır…


“O kadar kan döküldü ki bu köyde, kanda boğulacağız.” (Sayfa 38)


“Tetikte bekliyordu Esme. Oğlundan korkuyordu. Bu sessizlik oğluna bir şeyler yapacaktı.Eli yüreğindeydi.”  (Sayfa 51)


Hasan’ı da bu sözlerle bilemeye başlarlar. Her şeyin farkında olan Esme Hasan’ı alıp kaçmayı denese de Halil’in kardeşlerine yakalanır. Esme çaresiz kendisi için hazırlanan sonu bekler.

DEVAMI KİTABIMIZDA…


KİTAPTAN NOTLAR

Uzunca bir süredir blogumda paylaştığım kitapları listelemeye başladım. Okuma listesi oluşturma bakımından faydalı bir çalışma oldu benim için. Listeyi oluşturduğumdan beri beni rahatsız eden bir şey oldu. Çok sevdiğim hatta; kitaplarını set halinde aldığım pek çok yazar blogumda layık olduğu yeri alamamış maalesef. 


““Ananı öldürme,” dedi. Ananı öldürme Hasan. Anan gibi dünya güzeli öldürülmez zaten. Anan değil, yedi kat yabancı olsa böyle bir güzele insan kıyamaz. Allah'ın özenip bezenip bin yılda yaptığıdır anan gibisiler, onlar Allah'ın yeryüzündeki sevgilileridir. Hasanım, Anan Allah'ın sevgilisidir.” (Sayfa 52)

Bunun bir sebebi; kitaplarını blogdan önce okumuş olmam. Diğer sebebi de okuma zevkime yeni yazarlar eklemem. Yaşar Kemal tartışmasız benim en sevdiğim Türk yazarı diyebilirim. Hatta haddim olmayarak, Nobel Ödülü’nü de en çok hak ettiğini düşündüğüm yazardır kendisi. Blogumda İNCE MEMED DÖRTLEMESİ, DAĞIN ÖTE YÜZÜ ÜÇLEMESİ ve AĞRI DAĞI EFSANESİ'ne yer vermişim.


Blogumda daha fazla Yaşar Kemal olmalı  diye düşündüm. Üstüne Türkiye gündemini meşgul eden kadın cinayetlerini tartışırken blogda yer vermek de şart oldu. Geçmişte okuduğum kitaplara göz gezdirirken; elime Doğubayazıt anılarımı da tazelemesi bakımından Ağrı Dağı efsanesine gitti. Ardından “Yılanı Öldürseler” geldi. 


“... Allahın sevgilisini öldürürseniz Allah hepinizi süründürür, başınıza taş yağdırır, hastalıklardan kırılırsınız.” (Sayfa 56)


Yaşar Kemal, Yılanı Öldürseler romanını ilk kez  1976'da Cumhuriyet gazetesinde tefrika olarak yayımlamıştır. Romana esin kaynağı olan annesini öldürdüğü için hapse giren çocuk ile 1950 yılında Kozan Hapishane’sinde tanışmıştır.  Ben de kitabından önce Yılanı Öldürseler ile ilkin filmi ile tanışmıştım. 1981 yılında Türkan Şoray’ın yönetmenliğini ve başrol oyuncusu olarak yer aldığı film özellikle Aliye Rona’nın oyunculuğuyla çok etkilemişti beni.


“İnsan anasına kıyamaz, ana kokusuna doyamaz.” (Sayfa 71)

Yazarın babası da 5-6 yaşlarındayken camide öldürülmüştür. Bu anlamda Hasan ile Yaşar Kemal’in hayatı arasında bir benzerlik vardır. Filmde Hemite köyünün kullanılması, Anavarza Kayalıkları ile köyün yakınlığından yola çıkılarak kitaptaki köyün de yazarın köyü olduğu düşünülmektedir.


“Kadınları çocuklara öldürtürler..” (Sayfa 72)

Buradan hareketle söylemeden edemeyeceğim; Yaşar Kemal’in eserleri Türk Sineması’nda bolca yer almış, Türk Sineması'na katkı sağlamıştır. Yılanı Öldürseler dışında, İnce Memed, Ağrı Dağı Efsanesi, Beyaz Mendil, Namus Düşmanı, Ala Geyik, Ölüm Tarlası, Yer Demir Gök Bakır…
  

102 sayfalık kısacık bir kitap. Ancak kitap bittiğinde insanın yüreğine ağırlık çöktürüyor. Konusu bakımından mekân ve zaman bakımından zamansız bir kitap. Çünkü hala günümüzde benzer olaylar devam etmekte, kadına şiddet olayları benzer sebeplerle maalesef yaşanmaktadır.


“Kırlangıç yuvasını bozmak, gözünün içine bile yapsa kırlangıç yuvasını, günahların en büyüğüydü. Köyde kırlangıç yuvası bozduğundan dolayı çolak olmuş birkaç kişi vardı. Birkaç kişi de titrek olmuştu. Elleri ayakları, gövdeleri titreyerek dolanıyorlardı köyün içinde.” (Sayfa 73)

Kitabı set olarak 2004 yılında Yapı kredi’nin yeni çıkardığı zamanlarda almıştım. Kapak tasarımı bence çok güzel. Ayrıca kitap içindeki çizimler de yine Abidin Dino'nun muhteşem elinden çıkmış. Kapak ile ilgili yapacağım tek olumsuz eleştiri, arka kapak yazısında Hasan’ın annesini vuracağının yazılması. Filmi izlememiş ve kitabı ilk defa okuyan okur için bence verilmemesi gereken bir ayrıntı.


“Yılan yağacak Çukurun üstüne... Ateş yağacak... Çekirge yağacak, solucan, kaplumbağa, böğürtleç, kertiş yağacak... Adana selden, Ceyhan yelden, Misis yılandan, Tarsus bataktan gidecek... Anavarza yanmış harap olmuş... Sinekten, karıncadan gidecek Anavarzada kim kalmışsa, ne kalmışsa...” (Sayfa 84)

YENİ KİTAPLARLA GÖRÜŞMEK ÜZERE…

23 Ağustos 2019 Cuma

YAŞAR KEMAL - AĞRI DAĞI EFSANESİ

DEĞERLİ KİTAPLARIM OLMADAN ASLA OKUYUCULARIM;


Son dönemlerde blogumla ilgilenemedim. Hem Teknik sıkıntılar hem de tatil derken yorumlara da dönemedim. Otomatik olarak yayınlananlar dışında yeni yazı giremedim. Bugün itibari ile kendimce dönüyorum. Yayınlamak üzere bir kaç kitap hazırlamıştım. Ancak "Ağrı Dağı Efsanesi" ile döneyim istedim bloguma... 

Yaşar Kemal tartışmasız benim en sevdiğim Türk yazarıdır. Onun şiirsel dili, kullandığı kelimeler, yaptığı betimlemeler benim için her zaman doyumsuz okuma zevki sağlar. Yaşar Kemal okuduktan sonra bir süre okuduğum diğer kitaplardan keyif alamam.

“Ağrı Dağına mistik ve demli bir çay kıvamında bakan Doğubayazıt”, benim ilk görev yerim olması bakımından gönlümde her zaman özel bir yere sahip olacaktır. Kitabı ilk göreve atandığımda almış ve okumuştum. Hem kitabı okumak hem de kitaba mekân olan İshak Paşa Sarayı ve Hani Baba Türbesi’ni adımlamak o dönemlerde benim için keyif olmuştu. Yaz okumalarımda kitabı tekrar okuyup, blogumda yer vermek istedim. 


ARKA KAPAK
Bir aşk destanı olan Ağrı Dağı Efsanesi geleneklerini Mahmut Han'a karşı savunan Ahmet ile Gülbahar arasındaki aşkı konu alır. Efsanelere ve halk söylencelerine yürekten bağlı Yaşar Kemal'in bu romanı, insan psikolojisinin derinliklerini de içerir. 

"Yaşar Kemal Anadolu'nun halk edebiyatıyla alışveriş içindeyken başladı yazmaya. Gerçek bir yazar olduğu için de dilin duyarlığından, şiirsel destanın tek kahramanıolan Türk halkının kültüründen esinlenmesini bildi." 
- Jeliha Hafsia, La Presse, (Tunus) 

"Yaşar Kemal'in romanı Tolstoy'un çapına ve Dickens'ın canlılığına sahiptir." 
- Manchester Guardian, (İngiltere) 

"Zengin, renkli ve zekice bir nitelikle bezenmiş bir üslup ve yazdığı her kelime sert, cilalanmış, ayrıksı ve bir buğday tanesi gibi potansiyel olarak üretken." 
- Irish Times, (İrlanda) 

'Kitabın güzelliği zengin şiirsel dilinde, efsane ve mit duygusunda yatıyor.' 
-Sunday Telegraph



 “Şu insanlar, şu dünyada var oldukça her şeye akıl erdirecekler, kartalın uçuşuna, karıncanın yuvasına, ayın, günün doğuşuna, batışına, ölüme, kalıma, her şeye akıl sır erdirecekler. Karanlığa ışığa, her şeye, her şeye akıl erdirecekler, tek insanoğluna güçleri yetmeyecek. Onun sırrına ulaşamayacaklar.” (Sayfa 13)

ÖZET

Ağrı Dağı eteklerinde yaşayan Ahmet’in evinin önüne gümüş savatlı, Çerkes eğerli Kır bir at gelir. Kır atın üzerindeki damga Sofi’ye tanıdık gelse de kimin olduğunu bir türlü çıkaramaz. Kır atı gören Sofi, atın Ahmet’in kısmeti olduğunu söyler. Ahmet Sofi’nin söylemesi üzerine Ahmet Kır atı üç kere yola götürüp, bırakır. At her defasında Ahmet’in kapısına gelir. Kır at,üç kez de Ahmet’in evine döndüğü için ona ait olduğu kabul edilir.Ahmet artık atı canı uğruna alıkoyacaktır. 

“Demek at bunun için geldi de kapısında durdu. Demek Tanrı böyle yazmış. Bu at, bu kız Tanrı'nın, Ağrının armağanıdır.”  (Sayfa 42)

Altı ay sonra Beyazıt Paşası Mahmut’un atını aradığı haberi gelir. Mahmut Paşa Atının Ahmet’in kapısında durduğunu öğrenen Mahmut Paşa, geleneğe karşı gelerek atını geri ister. Daha sonra Ahmet at karşılığında Ahmet’e altın teklif eder.


Mahmut Paşa’nın isteği reddedilince Ahmet’in köyünü yakar ve onu zindana atar. Mahmut Paşa Ahmet’i ve ona yardım edenleri öldürmekte kararlıdır. Ahmet zindandayken Mahmut Paşa’nın kızı Gülbahar Ahmet’e aşık olur. Gülbahar kendisine aşık olan Zindancıbaşı Memo’nun yardımı ile Ahmet’i zindandan kaçırır. Memo Paşa’nın kendisini öldürmesine fırsat vermeden canına kıyar. Hem Ahmet’i elinden kaçırmasına hem de atı geri alamamasına çok öfkelenen Mahmut Paşa kızı Gülbahar’ı da zindana atar. Ancak Ahmet önderliğindeki halk sarayı basarak Gülbahar’ı kurtarır.

“Biz hep böyle, her şeyde birlik olsak, kimse bize diş geçiremez. Bize dağlar, şahlar dayanamaz. Hiç kimse... Yeter ki böyle birlik olalım.” (Sayfa 112)


Ahmet ve Gülbahar, Hoşap Beyi’nin yanına sığınırlar. Hoşap Beyi, onurlu bir beydir.  Mahmut Han’a ne isterse vereceğini, Ahmet ve Gülbahar’ı teslim edemeyeceğini bildirir, misafirlerinin evlenmesine izin verilmesini ister. Bir süre Hoşap Kalesi'ne saldırmayı da düşünen Mahmut Paşa cesaret edemez. 

“Ağrıdağı dünyanın üstüne oturmuş ayrı bir dünya gibidir, ağır, heybetli. Çok zaman Ağrının başı dumanlıdır. Bazı da bulutların yerini savrulan yıldızlar alır. Top top, dönen, bir boranda esen yıldızlar. Güneş uzun gecelerden sonra Ağrının böğründen bir kıpkızıl ateş harmanı gibi çıkar.” (Sayfa 98)

Mahmut Paşa Ahmet’in Ağrı Dağı’nın tepesine tırmanmasını ve burada ateş yakmasını istediğini, bu görevi başarabilirse onu kızıyla evlendireceğini söyler. Amacı geri dönüş olmadığını bildiği Ağrı Dağı’na Ahmet’i göndermek ve ondan böylece kurtulmaktır. Ahmet görevi mecburen kabul eder.

DEVAMI KİTABIMIZDA...


KİTAPTAN NOTLAR

“Ağrıdağı Efsanesi” 120 sayfalık bir çırpıda okunacak bir efsane. Yazarın mistik kalemi göz önünde bulundurulduğunda 120 sayfalık bir şiir… Ayrıca kitabın içerisinde yer alan çizimler kitaba güzel bir hava katmış. Bu anlamda önce Abidin Dino'yu ve ardından yayınevini kutlamak istiyorum.  

“Şu halka bir çare bulmazsak hepimizin kellesi gider. Yarın zulmü bahane ederler, öbürsü gün vergiyi, öbürü gün sarayımızı, öbürsü gün ekmeği... Ve birikirler birikirler... Yüz bin yılın öfkesi ve acısıyla... Şimdiki gibi sessiz birikirler. Ve bu kalabalığa güç yetmez.Bunlar bir araya gelmeyegörsünler, önüne geçilemez.” (Sayfa 106)


Ağrı Dağı ve yöresindeki Küp gölünün muhteşem betimlemesiyle başlamakta kitabımız… Kır at ve büyük bir aşk hikâyesi ile devam ediyor. İşin içine Kırat girince insan ilkin Köroğlu Efsanesi’ni hatırlatıyor. Bu ararda yazarın Köroğlu Efsanesi’ni de okumuştum. Yine, güçsüzün yanında, töre ve geleneklerine canları pahasına devam ettiren insanlar Ahmet ve Paşanın güzeller güzeli kızı Gülbahar'ın zorluklar ve imkansızlıklar içerisindeki aşklarını göreceksiniz. Kırat uğruna çekilen eziyetler ve halkın töresine ve bu büyük aşka sahip çıkışları. Kah Kırat’ın üzerinde dört nala koşturuyorsunuz, kah zindanda eziyet çekiyorsunuz… Yazar öyle güzel kelimeler seçmiş ki; insan okumuyor da adeta yaşıyor gibi.

“Ne isterse vereceğimi söyledim. O hiç bir şey istemedi.” (Sayfa 117)



Kitabın aynı zamanda Fatma Girik’in başrolünü oynadığı 1975 yapımı bir de filmi bulunmakta. İshak Paşa Sarayı’nın iç mekânları eşya ile döşenmiş değil şimdilerde. İç mekân görüntüleri nerede çekilmiş bilgim yok ancak dış mekâna İshak Paşa Sarayı ve Ahmed-i Hani Türbesi fon olmuş. Bu şekilde yazınca oraları özlediğimi hissediyorum. Belki bir gün ziyaret etme imkânım olur.

“Her yıl, bahar çiçeğe durduğunda, dünya nennilendiğinde, Ağrıdağının çobanları dört yandan gelirler, kepeneklerini gölün bakır toprağına atıp üstüne otururlar.Bin yıllık sevda toprağının üstüne otururlar. Tanyerleri ışırken kavallarını bellerinden çekip Ağrıdağının öfkesini, sevdasını çalarlar. Ve gün kavuşurken bir ak kuş gelir...”   (Sayfa 119)


Kısacası okuduğum kitaplarından yola çıkarak ve haddim olmayarak diyorum ki, Anadolu efsanelerini bence en güzel yorumlayan yazar, Yaşar Kemal… Yine harika bir yorum, yine harika bir efsane… Nurlar içinde yatsın büyük usta…



YENİ KİTAPLARLA GÖRÜŞMEK ÜZERE…

17 Şubat 2019 Pazar

SABAHATİN ALİ – KÜRK MANTOLU MADONNA


MERHABALAR; 

KİTAPLARIM OLMADAN ASLA TAKİPÇİLERİM;

“Deli olacağım, yahut öleceğim dersem yalan söylemiş olurum. İnsan tahammül edemeyeceğini zannettiği şeylere pek çabuk alışıyor ve katlanıyor. Ben de yaşayacağım… Ama nasıl yaşayacağım!.. Bundan sonraki hayatım nasıl dayanılmaz bir işkence olacak!.. Ama ben dayanacağım… Şimdiye kadar olduğu gibi…” (Sayfa 46)
Kürk Mantolu Madonna; benim İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN'dan sonra en sevdiğim Sabahattin Ali kitabı. Defalarca okumama rağmen; blogumda yer vermemiştim daha evvel.

Nedense Raif Efendi ve Maria Puder aşkını bir türlü kelimelere döküp, blogumda yer veremedim. İnsan bazen duygularını ifade etmekte zorlanabiliyor. Bu kitap da benim için öyle oldu. Uzatmadan gelelim kitabımıza. Bu arada KUYUCAKLI YUSUF için de buradan...


 
ARKA KAPAK

“Her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt ederek geziniyor, rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum  “Kürk Mantolu Madonna’yı seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum.” (Sayfa 59)

Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz.

Yapıtlarında insanların görünmeyen yüzlerini ortaya çıkaran Sabahattin Ali, bu kitabında güçlü bir tutkunun resmini çiziyor. Düzenin sildiği kişiliklere, yaşamın uçuculuğuna ve aşkın olanaksızlığına (?) dair, yanıtlanması zor sorular soruyor.


ÖZET
Kitabımız iki insanın hayatının geçmiş ve kitaba göre şimdiki zamanın iç içe geçmesiyle oluşmuştur. Şimdiki zamanın kahramanı Rasim’dir. Rasim yirmi beş yaşlarındadır. Çalıştığı işten kovulmuştur. Okuldan arkadaşı Hamdi ile tesadüfen karşılaşırlar. Hamdi, Rasim’i evine yemeğe çağırır. Hamdi Rasim’i ertesi gün iş yerine gelmesini söyleyerek gönderir. Hamdi kendi bürosunda işe alır Rasim’i. 

“Nedense, hayatta bir müddet beraber yürüdüğümüz insanların başına bir felaket geldiğini, herhangi bir sıkıntıya düştüklerini görünce bu belaları kendi başımızdan savmış gibi ferahlık duyar ve o zavallılara, sanki bize de gelebilecek belaları kendi üstlerine çektikleri için, alaka ve merhamet göstermek isteriz.” (Sayfa 15)


Rasim kendisine tahsis edilen odayı Almanca tercümanı olarak çalışan Raif Efendi ile paylaşır. Raif Efendi, sessiz, sakin kendi içinde yaşayan naif bir adamdır. Odada yok gibi yaşamaktadır. 

“Hayat ve zaruretler insana bir çok şeyler öğretir.” (Sayfa 15)



Arkadaşı Hamdi, Raif Bey’e sürekli Almanca çeviriler vermekte, Raif Bey’de kısa sürede tamamlamaktadır. Hamdi’nin de davranışlarının etkisiyle büroda çalışanlar, Raif Bey’i azarlar, bağırıp çağırırlar ama Raif Bey hep sessiz kalır. Yüzünde hiçbir durumda sevinç, üzüntü veya şaşkınlık oluşmaz. Yüzünde sanki bir boş vermişlik var gibidir.



Bir gün hastalığından dolayı büroya gelemeyen Raif Bey’in bir çeviri yapması gerekir. Çeviriyi Raif Efendi’ye götürme işini Rasim üzerine alır.  Rasim Raif Efendi’nin zor ve kır kanaat yaşantısına şahit olur böylece.


Baldızı ve ailesi, kayın biraderleri, kendi ailesi ile birlikte oldukça kalabalık bir güruh ile aynı evi paylaşmaktadır Raif efendi. Karısı tüm evin işini omuzlamış gibidir. Baldızı, baldızının kocası, diğerleri Raif Efendi’ye değer vermedikleri gibi; üzerinde hâkimiyet kurmuşlardır. Raif Efendi kaderine razı olmuştur.

 “Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir!.. Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz? Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatlığıyla öteye geçiveriyoruz?” (Sayfa 38)
Her ne kadar iyileşse de çok geçmeden Raif Efendi’nin hastalığı tekrarlar. Durumu oldukça ağırlaşır. Rasim Raif efendi’yi ziyarete gittiğinde Raif Efendi; Rasim’den masasının çekmecesindeki defterini getirmesini ister. Defteri Raif Efendi’ye götürdüğünde ise; Rasim’den siyah kaplı defteri yakmasını ister. Ancak Rasim merakına yenilip; siyahkaplı küçük defteri okumaya başlar…


Defter 20 Haziran 1933 tarihiyle ve “Dün başımdan garip bir hadise geçti ve bana on sene evvelki başka bir takım hadiseleri yeniden yaşattı” cümlesiyle başlamaktadır.



Defter Raif Efendi’nin Havran’dan Almanya’ya iş öğrenmesi için gönderildiği yılları anlatmakla başlamaktadır. Raif Efendi, gençliğinde de çok sessiz, arkadaşı olmayan, insanlarla konuşamayan, kendi halinde bir gençtir.

Mevcut siyasi ortam ve babasının da teşvikiyle sabunculuk işini öğrenmek için Almanya’ya gider. Almanya’da Berlin’de bir pansiyon odası kiralar ve hayatına burada devam etmeye başlar. Babasının dediği gibi bir sabun fabrikasına girer. Ancak onun önceliği iş öğrenmek değil gibidir. Çalıştığı işe keyfi gider gelir. İşe sarılmaz.

Bir gün caddede gezerken, bir resim sergisi olduğunu görür. Gayri-ihtiyari içeri girer. Resimleri incelerken, Maria Puder’in Kürk Mantolu Madonna resmine rastlar. Bu resim Maria Puder’in otoportresidir. Resimden çok etkilenir Raif Efendi. Adeta resme âşık olur. 


Raif Bey, her gün o sergiye gitmekte, sergi kapanana kadar o resmi incelemeye başlar. O kadar sık gider ki, artık oradaki çalışanlar, Raif Bey’e aşina olmuşlardır. Bir gün Raif Bey, gene dikkatle o resmi izlerken, bir kadın ona sokulup fikrini sorar ama Raif Bey ilgilenmez. Hâlbuki o kadın, Kürk Mantolu Madonna’nın ta kendisidir. Raif Efendi resme öyle âşık olmuştur ki, aslını fark etmez bile.

DEVAMI KİTABIMIZDA…


KİTAPTAN NOTLAR

Kürk Mantolu Madonna, yazarın 1937'de yazdığı Kuyucaklı Yusuf, ve 1940'da yazdığı İçimizdeki Şeytan ile birlikte üçüncü romanı. Kitap roman olarak adlandırılsa da yazarının tabiriyle bir Novella. “Kürk Mantolu Madonna”,  kitap olarak basılmadan önce 1941 yılında 48 bölüm halinde “Hakikat” gazetesinde “Büyük Hikaye” başlığı altında yayımlanmıştır.
Bazı yazarların romanlarını okuduğunuzda; kitaplar birbirinin devamıymışcasına birbirine benzerlik gösterir. Ancak Sabahattin Ali söz konusu olduğunda şu cümleyi rahatlıkla kurabilirim ki; yazarın her romanda yer verdiği kahramanlar şahsına münhasırdır ve farklıdır. Birbirlerine benzemezler. Bu durum öykülerinde de hakimdir. Bu özgünlük benim en sevdiğim tarafıdır yazarın. 



Kürk Mantolu Madonna, benim defalarca okuduğum, her okuduğumda da ayrı bir tat aldığım en sevdiğim kitaplardan biri. Bugüne kadar blogumda neden yer vermediğime gelince; Kürk Mantolu Madonna’yı ilk okuduğumda bende uyandırdığı duyguları toparlayıp, yazamadım bir türlü. İlk okumamı yaptığımda benim için çok zor bir süreçti. Belki de bu yüzden bende derin izler bıraktı kitap. Sonraki okumalarımda ise; sonunu bilmenin verdiği duyguyla, ağır ağır ve tadına vararak okudum kitabı.

Her defasında Raif Efendi , Maria Pruder içime işledi. 160 sayfalık kısacık kitap her okumamda benim için devleşti. Bunun sebebi Sabahattin Ali sevgim midir, okuduğumda hayatımdaki şartlar mıdır bilemem. Ama Kürk Mantolu Madonna bir dönem her kitap alışverişime eklediğim, sevdiğim bir kitaptan fazlası benim için. Ne zaman hediye kitap almak istesem ilk tercihimdir. 

Bir de söylemeden geçemeyeceğim ayrıntı Şubat 2002'de Füsun Akatlı tarafından yazılan kitaba yazılan "Önsöz" yazarı ve kitabı anlamak bakımından oldukça güzel. Ancak; tercihen kitap bittikten sonra da okunabilir elbette. 

Bu kadar yoğun duygular besleyince paylaşmak da o kadar zor oldu elbette benim için. İyi ki bu hayattan bir Sabahattin Ali geçmiş, iyi ki Sabahattin Ali’nin kaleminden böyle güzel bir kitap çıkmış dedirten. Keşke daha güzel eserler verecek kadar uzun yaşama imkânı olsaydı dediğim insanlardan Sabahattin Ali.

NOT: Maria Puder'in Kürk Mantolu Madonna ismini almasını sağlayan ve aralarında şaşırtıcı derecede benzerlik olduğu söylenen Andrea Del Sarto'nun Madonna (Meryem Ana) tasviri. (Görsel Alıntıdır.)


Kitabın en sevdiğim kısmı ile tamamlamak istiyorum yazımı...

“Pek alelade hiç bir hususiyeti olmayan, her gün etrafımızda yüzlercesini görüp de bakmadan geçtiğimiz insanlardan biriydi. Hayatının bildiğimiz ve bilmediğimiz taraflarında insana merak verecek bir cihet olmadığı muhakkaktı. Böyle kimseleri gördüğümüz zaman çok kere kendi kendimize sorarız: "Acaba bunlar neden yaşıyorlar? Yaşamakta ne buluyorlar? Hangi mantık hangi hikmet bunların yeryüzünde dolaşıp nefes almalarını emrediyor?" Fakat bunu düşünürken yalnız o adamların dışlarına bakarız; onların da birer kafaları, bunun içinde, isteseler de istemeseler de işlemeye mahkum birer dimağları bulunduğunu, bunun neticesi olarak kendilerine göre bir iç âlemleri olacağını hiç aklımıza getirmeyiz. Bu âlemin tezahürlerini dışarı vermediklerine bakıp onların manen yaşamadıklarına hükmedecek yerde, en basit bir beşer tecessüsü ile, bu meçhul âlemi merak etsek, belki hiç ummadığımız şeyler görmemiz beklemediğimiz zenginliklerle karşılaşmamız mümkün olur. Fakat insanlar nedense daha ziyade ne bulacaklarını tahmin ettikleri şeyleri araştırmayı tercih ediyorlar. Dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen bir kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inme cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır.”(Sayfa 11)

YENİ KİTAPLARLA GÖRÜŞMEK ÜZERE...

23 Mayıs 2016 Pazartesi

YAŞAR KEMAL - ÖLMEZ OTU - DAĞIN ÖTE YÜZÜ - 3

MERHABALAR,

“Ölmez Otu” Dağın Öte Yüzü üçlemesinin son kitabı. Aslında üçlemeyi ardı ardına okumama rağmen son kitabı düzenleyip yayımlayamadım bir türlü araya başka kitaplar girdi. Gelelim serimizin son kitabına…


ARKA KAPAK

Başı dara düşenler, yarattıkları düş dünyasında bulurlar yollarını. Ayakta kalabilmek için sığındıkları bu dünya bir yandan onları yaşatırken, bir yandan da hikayelerini örer. Dağın Öte Yüzü üçlüsü darda kalanların yarattıkları düş dünyasının büyük ve görkemli hikayesidir.
Üçlünün üçüncü kitabı Ölmez Otu Toros Dağlarından Çukurova ya uzanan bir toprakta yeşerir. Pamuk toplamaya inen Yalak köylülerine kendi yarattıkları efsane eşlik eder. Ancak mitin yıkılışını anlatan satırlar, vahşi olduğu kadar olağanüstü bir türkü gibi içimize işler.
 Ölmez Otu patetik, acı ve güçlü bir romandır, Yaşar Kemal ise kuşkusuz sesi Anadolu sınırlarını aşan bir Türkiye yazarı.
Michel Deon, Journal Dimanche, (Fransa)
 Bir halkın ve bir yaşama biçiminin portresi olarak bundan daha iyisi ortaya konulamazdı.
The New York Times Book Review, (A.B.D.)
 Ölmez Otu nda şehvet, kan, şiddet, cinayet hepsi vardır ve hepsi olağanüstü boyutlardadır. 
Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış

 Ölmez Otu’nda Yaşar Kemal insan olarak bakıyor köylüye, roman malzemesi olarak değil.


ÖZET

Üçüncü kitabımız Muhtar Sefer’den yediği dayaktan sonra kendine bir türlü gelemeyen, kimsenin yüzüne bakamayan Memidik’in Muhtar Sefer’e duyduğu öfke ve kinin içinde git gide büyümesiyle başlar. Memidik sürekli insanlardan kaçar ve Sefer’i nasıl öldüreceğini düşünür durur. Memidik, Muhtar Sefer’ i Çukurova’da öldürecektir. Muhtar Sefer Memidik’in gecesini gündüzünü kaplamaktadır.

Koca Halil kaçıp sığındığı köy ile birlikte Çukurova’ya inmiş, köylülerini aramaktadır.  Yeniden döngeleler açmış, Çukurova’ya inme vakti gelmiştir Yalak Köylüleri için. Çetin bir kış geçmiş, köylüler Adil Efendi ve Muhtar Sefer korkusuyla yaşamışlardır kış boyu. Çukurova demek yeniden umut demektir. Köylüler Çukurova’ya inme hazırlığı yapmaktadır.  



Uzunca Ali’yi bir telaştır alır. Annesiyle birlikte Çukurova’ya nasıl ineceklerdir. Oysa çukura inmesi, borçlarını ödemesi için bir zorunluluktur.  Her ne kadar Taşbaşoğlu’nu beklese de Taşbaşoğlu bir türlü gelmez. Karısı Elif ile konuşurlar. Meryemce’yi köyde bırakıp gitmeye karar verirler. Elif, Meryemce için ekmek yapar, azık hazırlar. Gece Meryemce, uyurken çocukları da alıp yola çıkarlar. Uzunca Ali'nin aklı hep annesindedir. Bir an önce borcunu ödeyecek parayı kazanıp, köye dönmek zorundadır. Bir taraftan da Muhtar Sefer, Ali’nin annesini öldürdüğü dedikodusunu yayar. Çocukları bile Ali'den şüphelenirler. Annesi ölmeden köye dönmek Ali için zorunluluktur.

Koca Halil de Ali’ye yardım eder. Atın ölümünden kendini sorumlu tutan, tüm atışmalara rağmen; Meryemce’nin ölmesini istemeyen Halil bu şekilde Ali’ye gönül borcunu ödemeye çalışmaktadır. 


 Memidik, geceler boyu öldürmek için Muhtar Sefer’i takip eder durur. Gece Sefer sandığı adamı tüm cesaretini toplayarak öldürür. Ölüyü saklar. Ancak sabah olduğunda öldürdüğü adamın Muhtar Sefer olmadığını görür. Öldürdüğü adamın Şevket Bey olduğunu öğrenir. Yaşadığı yıkım büyüktür. Memidik bir taraftan ölüden kurtulmaya çalışırken bir yandan da ölüyle bir bağ kurar.

Muhtar Sefer Uzunca Ali ile yayıla dedikodudan faydalanmak ister. Tetikçisi Ömer’i, evlendireceğine ve para vereceğini söyleyerek köyde yalnız başına kalan Meryemce’yi öldürmesi için köye gönderir. Meryemce köyde bir başındadır. Meryemce köyde dolanır durur, kendi kendine konuşur hatta kesip yemek için yakaladığı horozu bile yalnızlığına ortak olması için kesmeye kıyamaz. Onunla bile konuşur. Bu yüzdendir ki; köye gelen Ömer’i en güzel kıyafetlerini giyerek bekler. Ömer’i öyle güzel karşılar ki, köyde geçirdiği sürede Meryemce’yi öldürmek konusunda kararsız kalır. Ona kıyamaz.  

DAHASI KİTABIMIZDA....


KİTAPTAN NOTLAR

Kitaba adını veren “Ölmez Otu” toprağa adeta dişlerini geçirmişcesine bağlanan ve kuruyken bile canlılığını koruyabilen “Altın Çiçek”de denilen şifalı bir bitkidir. Meryemce de tıpkı ölmez otu gibi hayata tırnaklarını geçirmiş bir kadındır. Hatta kitaba adını verecek kadar…

Dağın Öte Yüzü üçlemesinin son kitabı Ölmez Otu’nda köylülerin verimli tarlalarda çalışıp, rahatladıktan sonra kendi yarattıkları evliyayı yine kendileri yok etmelerini anlatmaktadır. ÖLMEZ OTU GÖRSELİ...

Altın Otu 100.Gr

Orta Direk’te Uzunca Ali’nin mücadelesine, Yer Demir Gök Bakır’da Taşbaşoğlu’nun evliyalaştırmasına yer veren yazar Ölmez Otu’nda Memidik’in intikam almak için yanıp tutuşması, Sefer sanıp öldürdüğü Şevket Bey’in ölüsüyle kurduğu bağ ve sonunda Sefer’i öldürmesi kitabın öne çıkan konusu olmuş.

Yer Demir Gök Bakır’da Muhtar Sefer tarafından işkencelere maruz kalan Memidik için Ölmez Otu’nda intikam vakti gelmiştir. Memidik kaybettiği erkekliğini kazanmıştır.



Yine kitabın öne çıkan diğer önemli konusu da köyde yalnız kalan Meryemce’nin yalnızlığıdır. Öylesine yalnızdır ki kesip yemek için yakaladığı horoza bile kıyamaz. Onunla paylaşır yalnızlığını…Köye gelen Ömer ile paylaşır yalnızlığını… Yazar her ne kadar Meryemce’nin ölüm emri verilse de Muhtar Sefer tarafından; Meryemce’nin ölüp ölmediğini kesinliğe kavuşturmamıştır. 
Üçleme bittiğinde aklımda kalan sorulardan en önemlisi Meryemce’nin ölüp ölmediğiydi. Kitabın adından yola çıkarak yazarın Meryemce’ye kıyamadığını düşünüyorum.

Sırası gelmişken Meryemce’nin pek çok yönüyle İnce Memed’deki Hürü Ana’ya çok benzediğini düşünmekteyim. Yazar Röportajlarında Meryemce karakterini oluştururken babaannesinden etkilendiğini belirtmiştir. Meryemce’nin de Hürü Ana’dan satır aralarında bahsetmesinden yola çıkarak, İnce Memed ile aynı dönemlerde geçtiğini söyleyebiliriz. 

Kitabı okurken beğendiğim taraflardan biri de yazarın bölüm başlarındaki açıklamaları oldu. Zaman zaman fazlaca ip ucu verse de bu bölümleri okumayı sevdiğimi söyleyebilirim. 


YEPYENİ OKUMLARLA GÖRÜŞMEK DİLEĞİYLE....

SEVGİLER...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...