MERHABALAR SEVGİLİ DOSTLAR...
Genç yaşta kaybettiğimiz bu nedenle yeni yazacağı eserlerden mahrum kaldığımız bir yazarın ilk romanı ile karşınızdayım. 1907’de
doğan ve 1948’de vefat eden Sabahattin Ali'nin ilk romanı Kuyucaklı Yusuf 1937
yılında; ölümünden 11 yıl önce yayınlanmıştır. Yazıldığı dönemin toplumsal
sorunlarına dikkat çeken ilk eserlerden biri olması nedeniyle çağdaşlarından
ayrılan bir kitaptır.
SABAHATTİN ALİ'nin ilk romanı KUYUCAKLI YUSUF...
ÖZET
1903 senesi sonbaharında ve yağmurlu bir gecede Aydın’ın Nazilli kazasına
yakın Kuyucak köyünü eşkıyalar basarlar ve bir karı kocayı öldürürler. Kaza
kaymakamı Salahattin Bey; Müddeiumumî ile doktoru alarak ertesi gün tahkikata
gider. Köye vardıklarında onlara muhtar da katılır. Cinayet mahalli eve
giderler.
Evdeki yatağın içinde iki cansız beden bulunmaktadır ve yerde de bir kan
gölü. Aynı zamanda odada sedirin köşesinde diz çöküp oturmuş küçük bir çocuk
vardır. Çocuk yatakta ölmüş olarak yatan Etem Ağa’nın oğlu Yusuf’tur. Anne
babasını öldüren eşkıyalar onunla da boğuşmuşlarsa da çocuğu öldürmemişler ama
bu boğuşma sonunda çocuk sağ elinin başparmağını kaybetmiştir.
Kaymakam Salahattin Bey; çok etkilendiği çocuğu evlat edinir. Yusuf onlarla
yaşamaya başlar. Ancak kaymakamın eşi Şahinde Hanım çocuğu kabullenmediği gibi
bir de her fırsatta çocuğa hakaret eder. Yusuf da yeni girdiği ortama
alışamamış uzun müddet kimse ile konuşmamıştır, Kaymakamın minik kızı Muazzez
hariç…
Bu esnada Kaymakam Bey’in tayini Edremit’e çıkmıştır. Bu durum Yusuf’un
içindeki yabancılık hissini daha da derinleştirir. Kaymakam onu okula
yazdırdıysa da okuma öğrendikten sonra Yusuf okula gitmek istemez. Şehre ve
şehirlilere de alışamaz. Bu esnada birkaç arkadaş edinir. Hacı Rıfat’ın İhsan
ile Ali en yakın arkadaşları ise de Yusuf içini pek kimseler açmaz.
Muazzez 10 yaşına geldiğinde iptidaiyi bitirir ve dikiş nakış öğrenmeye
başlar. Bu esnada farkında olmadan Yusuf ailenin en söz geçen kimsesi olmuştur.
Kaymakam Bey daire dışındaki zamanını birkaç arkadaşı ile içki masasında
geçirirken; Şahinde gezme ve arkadaşlarıyla eğlencelerde vakit geçirme
derdindedir. Şahinde bile Yusuf’u kabullenmiş görünmektedir.
Muazzez evlenecek yaşa geldiğinde; Muazzeze laf attığı için Yusuf’un açıkça
kavga ettiği fabrikatör Hilmi Bey’in; hovarda, işret âlemlerine düşkün oğlu
Şakir tarafından istenir. Salahattin Bey
de Yusuf da bu evliliği istemez. Oysa ailenin mal varlığından dolayı Şahinde bu
evliliği çok ister.
İçkili olduğu bir gecede Hilm Bey ve Şakir ile kumar oynayan
Salahattin Bey onlara 320 lira borçlanır. Aslında bu kumar; Kaymakam Bey’i
Muazzez ile Şakir’in evliliğine mecbur bırakmak için yapılmış bir oyundur.
Kaymakam Bey senet imzalar ve bu para onun zeytinlikleri ve iki yıllık maaşı
ile bile ödeyemeyeceği bir meblağdır.
Yine aynı günlerde Salahattin Bey’in ailesine Yusuf’un
acıyıp yardım ettiği Kübra ile annesi girer. Kübra ve annesi daha önce Hilmi Beylerin
evinde çalışmış, Kübra Şakir’in saldırısına uğramıştır.(Bu kısım çok açık
söylenmese de Kübra’nın tek başına gönderildiği bağ evinde Hilmi Bey ve Şakir
ile karşılaştığı söylenmekte…) Kübra’nın anlattıkları da Kaymakam Bey’in
evliliği istememe sebeplerindendir.
Yusuf’un arkadaşı bakkalcı Ali; Kaymakam Bey’in Hilmi Bey’lere
olan borcunu ödemek koşuluyla Muazzez’e talip olur. Yusuf ondan aldığı para ile
babasının borcunu öder ve Muazzez’i vermeyi böylece kabul ederler. Muazzez ilk
defa bu olaylar olurken; Yusuf’a duygularını açar.
Muazzez’in Ali ile sözlendiğini duyan Şakir bir düğün
esnasında Ali’yi vurur ve öldürür. Ancak babasının verdiği rüşvetle ve yalancı
şahitlerle hapisten çıkar. Bu durumdan dolayı Yusuf büyük vicdan azabı çekse de
üzerinden de bir yük kalkmıştır. Ancak tüm olan geçenlere rağmen Muazzez’e
aşkını itiraf etmeyi gururuna yediremez. Eve daha az uğrar, çoğu zaman
zeytinlikte zaman geçirir.
Dahası romanımızda...
ARKA KAPAK
“Bu manasız ve yabancı hayatta bir tek şeye hakikaten sarılmış, hakikaten
inanır gibi olmuştu. Bu da karısı idi. Muazzez'in varlığı Yusuf için büyük,
boşlukları dolduracak mahiyette bir şey değildi, fakat onun yokluğu müthişti.
Onun bu kadar sebepsiz yere, bu kadar insafsızca Yusuf’un hayatından
koparılması çıldırtacak kadar acı idi. Hayatında asıl aradığı şeyin Muazzez
olmadığını biliyordu, fakat Muazzez olmadan bunu aramaya muktedir olamayacağını
sanıyordu."
Kuyucaklı Yusuf Türk edebiyatının belki de en romantik kahramanıdır.
Hayatın ve insanların zalimliği karşısındaki naif duruşu ile bir yandan trajik
bir sona ilerlerken, bir yandan da yaşadığı lirik aşk hikâyesinin kahramanı
olarak edebiyat tarihinde yerini almıştır.
Sabahattin Ali büyük romanı Kuyucaklı Yusuf’ta lirik ve romantik bir
kahramanın yanı sıra, zalim ve ağulu bir taşra portresini bütün aktörleriyle
gözünüzde canlandırır.”
ALINTILAR
“Bizim küçük Anadolu şehirlerimizde
bu müzmin evlenme hastalığı daima hüküm sürmektedir. En kuvvetliler bile bir
iki sene dayanabildikten sonra bu amansız mikroptan yakalarını kurtaramazlar ve
kör gibi, önlerine ilk çıkanla evleniverirler.
Tabii bu evlenmede herhangi bir müşterek hayattan ziyade, erkek için evde bir
kadın bulunması; kız için de "münasipçe bir kısmet" varken
kaçırılmaması, düşünülmüştür. Bu izdivaç mikrobu, evlendikten sonra faaliyetine
başlar: Evvelce birtakım emelleri olan, yükselmek, kendini göstermek, eser
vermek isteyen adamlara bir kalenderlik, bir lakaytlık gelir. Evde meram
anlatmaya asla imkân olmayan, seviyesi, ahlak telakkisi, dünya görüşü ve itiyatları
büsbütün ayrı olan bir mahlûkla daimi bir beraberlik insanı dış hayatta da bedbin
yapar ve bütün insanlardan şüpheye düşürür.
Evlendikten sonra bir adamın bütün gayesi ve istikbal düşüncesi, bir kere
içine girmiş bulunduğu ve şimdi mukadder telakki ettiği bu belayı ses
çıkarmadan ve dosta düşmana pek belli etmeden sürükleyip götürmek, onda herkes
tarafından söylenen, fakat kimse tarafından bulunamayan meziyetler ve saadetler
araştırmaktır” (s.12)
“ Bereket versin, Anadolu’nun bu yalnız kendisine mahsus dertleri yanında bunların gene yalnız kendisine mahsus çareleri vardır. Bunlardan en birincisi “rakı”dır.
Burada felaketzede memur içer; müflis tüccar içer; fena mahsül çıkaran eşraf içer; senelerden beri aynı köşede bırakıldığı için içerleyen zabit içer ve nihayet karısı ile geçinemeyen kaymakam içer…” (s.14)
“Hayat, birbirinden ayırdıklarını, kısa bir müddet için tekrar yaklaştırır gibi olsa bile, uzun zaman yan yana bırakmıyordu. Geçen günleri bir daha geri getirmek mümkün değildi ve sadece hatıralar, iki insanı birbirine bağlayacak kadar kuvvetli değildi.” (s.177)
KİTAPTAN NOTLAR
Kitabı
okuduktan sonra internette yaptığım araştırmada pek çok sitede Kuyucaklı
Yusuf’un 3 cilt şeklinde düşünüldüğünü, yazarın ömrünün de bunu yapmaya
yetmediğini öğrenmiş oldum. Bu bilgi, kitapta neden bazı konuların yarım
bırakıldığını açıklamış oldu benim için. Kübra’ya tam olarak ne olduğu (kızın
gözyaşları içinde olayı anlatması, sararıp solması ve Şakir tarafından
saldırıya uğradığı ima edilse de durum tam olarak açıklanmaz. ), Kübra ve
annesinin nereye gittikleri ve akıbetleri, Yusuf’un rastgele ateş ettiği esnada
odada bulunanlara ne olduğu, kitabın sonunda Yusuf’a ne olduğu… vb.
Bunun
yanında; kitabın arka kapak yazısı hazırlanırken kitabın önemli ve konuya yön
verecek bir ayrıntısı verilmiş. “Yusuf’un hislerini göstermekten çekinmediği
yegane mahluk, küçük Muazzez’di”(s.16) cümlesini okur okumaz arka
kapaktan yola çıkarak; Yusuf’un
bebekliğinden beri onu hayata bağlayan kardeşinin onun eşi olacağını bilerek
okumak pek sevimli olmuyor bence. Yayınevine duyurulur.
“Bu manasız ve yabancı hayatta bir tek şeye hakikaten sarılmış, hakikaten
inanır gibi olmuştu. Bu da karısı idi. Muazzez'in varlığı Yusuf için büyük,
boşlukları dolduracak mahiyette bir şey değildi, fakat onun yokluğu müthişti.
Onun bu kadar sebepsiz yere, bu kadar insafsızca Yusuf’un hayatından
koparılması çıldırtacak kadar acı idi. Hayatında asıl aradığı şeyin Muazzez
olmadığını biliyordu, fakat Muazzez olmadan bunu aramaya muktedir olamayacağını
sanıyordu."(Arka Kapaktan…s.200)
Bir de yayınevi Kuyucaklı Yusuf’u arka kapakta aşağıdaki satırlarla
tanımlıyor.
Kuyucaklı Yusuf Türk edebiyatının belki de en romantik kahramanıdır.
Hayatın ve insanların zalimliği karşısındaki naif duruşu ile bir yandan trajik
bir sona ilerlerken, bir yandan da yaşadığı lirik aşk hikâyesinin kahramanı
olarak edebiyat tarihinde yerini almıştır.
Bence Yusuf romantik olmak bir tarafa bence; kendini akıntıya bırakmış,
bulunduğu ortama yabancı ve yalnız bir adamdır. Belki romandaki Muazzez ona
aşkını söylemese, o asla duygularını söylemeyecekti. Kendini akıntıya
bırakmışlığına, zaman zaman kızmadım da değil ve buna ek olarak Yusuf’un ruh
halini anlatan kitaptan bir alıntı;
“Böylece küçük Yusuf, bir sur harabesi üzerinde çıkan bir yabani incir
ağacı gibi, biraz sıkıntılı ve şekilsiz, fakat serbest ve istediği gibi
büyüyor, gelişiyordu.” (s.18)
“Yusuf
sırtını büyük çınarın gövdesine dayayarak gözlerini gecenin içine dikti.
Derenin öte yakasındaki ağaçlar; şehre doğru uzanan ve üzerindeki su
birikintileri yer yer parlayan çamurlu yol; zaman zaman alçalıp koyulaşan ve
yükselip açılan bulutlar, birbirine karışmış, birbirlerinin içinde kaybolmuş
gibi görünüyorlardı. Sanki tabiatta bu anda müstakil hiçbir şey yoktu. Yusuf
kendini de bu muazzam ve yekpare geceye yapışık sandı ve korkuyla ürperdi.
Islak ellerini yüzünde dolaştırdı. Kirpiklerinden yanaklarına yağmur suları
süzülüyordu. Yaptığı hareketler ona hiçbir yere bağlı olmadığının şuurunu
verdi. Hatta yavaş yavaş etrafından ne kadar ayrı olduğunu, ne kadar uzak
olduğunu anlamaya başladı. Bir an içinde deminkinin tamamiyle aksi olan bir
yalnızlık duygusuyla sarsıldı. Etrafına baktığı zaman ağaçların, bulutların,
derenin kendisinden hızla uzaklaştığını sezer gibi oldu. Kasabanın bazı
evlerinin pencerelerini aydınlatan hafif ve sarı bir ışık, Yusuf’un ıslak
gözlerinde yıldızlanıyor ve dalgalı bir su üzerine bırakılmış gibi oynuyordu.
İki
eliyle arkasındaki ağacın kabuklarına sarıldı. Parmakları soğuk yarıkların
arasına girdi. Elini hemen geri çekti ve göğsüne götürdü. Göğsünün içinde, bu
asırlık ağacın kabuğu gibi, yarıklar olduğunu sandı ve gırtlağına kadar bir
ateşin çıktığını hissetti. Aman Yarabbi, ne kadar yalnızdı…
Yalnız,
gökyüzündeki yıldızlardan çayın dibindeki çakıllara, doğu tarafından kopup
gelen bulutlardan batı tarafındaki denize kadar uzanan ve yayılan bu kocaman
gecenin içinde, yapayalnızdı.” (s. 75)
Yazarın betimlemeleri kitabın bana göre en huzur verici bazen de en sıkıcı
bölümleri olmuş. Bazen bir doğa manzarası verilirken yazar öyle çok ayrıntı
vermiş ki sanki oraya gitseniz bahsi geçen yeri elinizle koymuş gibi
bulacaksınız ve seyre dalacaksınız bir taraftan da romanda nerede kaldığınızı
unutuyorsunuz.
Romanımız günümüzde pek sık kullanılmayan, o döneme ait birçok eski kelime
de barındırmakta. Kitabın aslını korumaları bakımından yayınevini kutluyorum.
Ancak; yayınevi yine yazarımızın Değirmen ve Sırça Köşk gibi hikâye
kitaplarında yaptığı gibi açıklamalar da eklemeyince anlamadığım bölümler oldu
maalesef. Bu konuda TDK’dan yardım aldım çoğunlukla.Bilmediğim sözcüklerden
örnekler; musavat (12), müsavat (13), mağmum, istihfaf, müteheyyiç, nedamet,
müphem (25), endaht(28), gaşy (29), sahavet (32), mükamele (77)…
Romana aynı zamanda adını da veren Yusuf her ne kadar romanın başkahrmanı
olsa da; romandaki etki alanı olarak değerlendirilecek olursak Muazzez’in
annesi, Kaymakam’ın karısı Şahinde fazlaca öne çıkmakta. Roman boyunca
Şahinde’yi Halit Ziya Uşaklıgil’in romanı Aşk-ı Memnu’daki Firdevs Hanım’a
benzettim.
Roman boyunca kafamı kurcalayan hatta beni rahatsız eden bir ayrıntıdan da
bahsetmeden edemeyeceğim. Sayfa 31’de Muazzez'e sarktığı bahanesiyle Şakir'i tartaklayan Yusuf’un karısı ile ilgili
şüpheleri olmasına rağmen kendini ve Muazzaez’i yine akıntıya bırakması ve bir nevi ortalık malı olunca bunu tekrar
karısını affederek göstermesi biraz tezat gibi geldi bana.
Bir de şehirlilere alışamayan, şehirlilerin şaka için bile olsa yalan
söylemelerini kabullenemeyen Yusuf’un (s.26) Kaymakam Bey’in Şakir’e olan kumar
borcunu ödemek için Muazzez’e başlık parası olarak Bakkal Ali’den aldıkları
paradan Ali’nin Şakir tarafından öldürülmesinden sonra hiç bahsedilmemesi de
yine Yusuf’un tezatlarından. Kaymakam da Yusuf da Kaymakam Bey’in zeytinlikleri
ve iki yıllık maaşından bile fazla olan bu parayı Ali’nin katledilmesinden
sonra ödemeyi hiç düşünmedikleri gibi Kaymakam Bey’in suçluların cezalarını
bulmaları için hiçbir girişimde bulunmaz. Hilmi Bey’i ve Şakir’i karşısına
almaktan korkar. Kaymakam Bey’in Şahinde karşısındaki pasif tutumuna da ayrıca
rahatsız oldum elbette.
Yazarın insanların duygularından bahsederken sadece romanın kahramanlarına değil de romandaki kötü adam Şakir’in de duygularına yer vermesi ayrıca romanda
sevdiklerimden. Şakir’le ilgili bu paragraf en beğendiğim kısımlardan…
“İçinde bu anda hâkim olan his, Muazzez’e karşı duyduğu istek değil,
Yusuf’a karşı duyduğu kindi. Bir kere başkasının olan bu kızı nasıl olsa elinde
farz ediyor, fakat onu kucaktan kucağa dolaşmasının Yusuf için ne acı bir talih
olduğunu düşünerek gülüyordu. İşte, eninde sonunda bu yabanın Yusuf’undan
yediği yumruğun acısını çıkarmıştı. Bu kıza bir zamanlar yan bakmasına müsaade edilmemişti
ve bugün onu saatlerce hırpalıyor kucağına alıyordu. Zamanı gelsin daha ileriye
de gidecek, hatta kendisine verilmeyen bu kızın ortaya düştüğünü de görecekti.
Muazzez’in sarhoş halinde bile kendini Kaymakam’ın batıcı buselerinden
kurtarmaya uğraştığını gördükçe, bir zamanlar hakikaten sevmiş olduğu bu kıza
karşı bir parça merhamet duyar gibi oluyor; fakat arka arkaya gelip onu bir
hayli üzmüş olan hadiselerin hatırası, içinde yerleşen bir hiddet ve artık her
şeyin bitmiş ve tamir edilecek halden çıkmış olduğu düşüncesi, onu derhal soğuk
ve lakayt haline döndürüyordu.” (s.190, 191)
Kürk Mantolu Madonna ve Kuyucaklı Yusuf’u tamamladığımda ilk aklıma gelen
yazarın kendi içindeki her şeyi geride bırakıp gitme arzusunu romanlarındaki
karakterler üzerinden yaptığını düşündüm. Keşke Sabahhattin Ali’nin her şeyi
bırakıp gitme isteği elim bir şekilde sonuçlanmasaydı da Kuyucaklı Yusuf’un 2.
Ve 3. Cildini de okuyabilseydik.
Romanda son söz olarak yer alan Ahmet OKTAY’ın “Bir Yetimin Romanı” adlı
yazısı da son derece güzel ve romanın ayrıntılarını açıklaması bakımından da
doyurucu olmuş.
Romanın 146. Sayfasının sonuna gelindiğinde;“Yusuf’un ve Muazzez’in hayattan bir tek
istekleri vardı: Beraber olmak… Şimdilik beraberdiler.”(s.146) cümlelerini okuduğumda
yazar romanın bitmesine 70 küsür sayfa varken “şimdilik” sözcüğü romanın
sonunu kesinleştirir. Öksüz ve yetim Kuyucaklı Yusuf’un sonunu…
Yepyeni kitaplarla görüşmek dileğiyle..
Yazarın bu kitabını gerçekten çok merak ediyorum.Tanıtım için teşekkürler.Listemde üst sıralara çektim.
YanıtlaSilMerhaba.
YanıtlaSilBende yazarla ilk bu kitabı sayesinde tanıştım ve çook sevdim. Filmi olduğunu bilmiyorsum, en kısa zamanda bakacağım.
Teşekkürler, iyi akşamlar.
ben romandaki genel havayı çok severek okudum.. karakterler çok gerçekçi geldi bana... tavsiye ederim kitap cumhuriyetim...
YanıtlaSilben filmi tamamen unutmuştum gülşah, romanı okuyunca filmi hatırladım. çok eskiden izlemiştim.. bir ara tomris giritlioğlunun baş rolde beren saati oynatarak dizi olarak çekeceği söylenmişti ama şimdilik rafa kalktı herhalde proje...
YanıtlaSilNe harika bir kitapdir ve filmide ayri bir dokunaklidir...
YanıtlaSilPaylasiminiz icin tsk.ederim.Güzel bir haftaya baslamaniz dilegiyle sevgiyle ve dostca kalin...
Merhaba.
YanıtlaSilSabahattin Ali yeni tanıştığım ve çok sevdigim bir yazar oldu . İlk olarak Kürk Mantolu Madonna daha sonra ise İçimizdeki Şeytan isimli kitaplarını okudum. Şimdi diğer kitaplarından birine başlamak istiyorum ama bir yandan da aynı tadı bulamamaktan korkuyorum. Bu konuda sizin fikrinizi almak istedim. Hangi kitabına başlamalıyım sizce?
merhabalar tuba hanım.. Kürk mantolu madonna benim de favorim... zaten yazarın fazla romanı yok maalesef. sadece kuyucaklı yusuf kalmış okumadığınız. onu da tavsiye ederim elbette. sırça köşk ve değirmen de benim sevdiğim öykü kitapları.. maalesef yazar çok genç yaşlarda vefat etmiş dolayısıyla biz de bu muhteşem yetenekten mahrum kalmışız.
SilÖncelikle ilginiz için çok teşekkür ederim :) Yazarın genç yaşta vefat ettiğini bu yüzden de çok kitabı olmadığını biliyordum ama bu kadar az olabileceğini de hiç düşünmemiştim. Söylediklerinize katılıyorum.Ne kadar büyük bir kayıp bizler için :(
SilKuyucaklı Yusuf'u geçen aylarda arkadaşımdan alıp okudum. Tabii ki çok güzeldi. Yürek yakan,insanı derinden etkileyen bir roman.
YanıtlaSilOkuduktan sonra eski kitaplarımın arasından kitap ayracım çıktı taaa üniversite yıllarına ait, arkasına o zamanlarda okuduğum kitapları yazmışım. Bir de ne göreyim içlerinde Kuyucaklı Yusuf'ta var. Çok şaşırdım hiç bir şey hatırlamamam beni üzdü. Ama hatırlamasam da en azından bir kere daha okumuş oldum. :)Kitabı görünce yazmadan geçemedim. Sevgiler.
Kesinlikle insanı her karakter üzerinden etkileyen bir roman. insan Yusuf'a mı, Muazzez'e mi yoksa Kaymakam'a mı üzülse bilemedim. Keyifle okuduğum tekrar tekrar okuyabileceğim kitaplardan... yorumunuza teşekkürler... SEvgiler. :)
SilMerhaba, bu kitabı okumak size neyi kattı?
YanıtlaSilBu kitap öncelikle bana yazıldığı dönemin Sosyal yapısı hakkında yeni bir bakış açısı katmıştı ilk okuduğumda. Olayı bir yetimin, kaymakamın açısından değerlendirmesi bakımından da farklı bakış açısı geliştirmesi bakımından da ayrıca başarılı bir kitaptı.
SilMerhaba, bu kitabı okumak sizze neyi kattı?
YanıtlaSil