MERHABALAR;
Son dönemlerde ekranlarda yerini alan "MERHAMET" adıyla alan Hande ALTAYLI'nın romanı "KAHPERENGİ"ni paylaşmak istiyorum sizlerle..(Kitabın yanında çay ve kurabiye de iyi gider diye düşünüyorum...)
Romanımızın kısaca özetiyle başlayalım;
ÖZET;
Roman iki farklı tarihten başlayarak olayların birbiri içine
geçmesiyle kurgulanmış. Konu 2006 yılı İstanbul’unda ve aynı zamanda 1986 yılı
Yaslıhan’ında başlıyor.
Roman boyunca “geri dönüşüm” işaretli kısımlar
Yaslıhan’dan; romanımızın başkahramanı Narin’in çocukluğundan başlayarak
anlatılıyor. Bu kısımda Narin 25.000 nüfuslu küçük bir kasaba olan Yaslıhan’ın
Murateli mahallesinde yaşamaktadır. Birbirine mecburiyetlerle bağlı, sevgisiz
bir ailenin ortanca çocuğudur. Ama tüm olumsuzluklara rağmen; Narin’in bir
şansı vardır: Zekası… Tek amacı okumak ve kendini kurtarmaktır.
2006 yılında geçen kısımlarda ise; Narin Üniversiteyi
kazanmış, başarılı bir avukat olmuştur. Kendisine ailesinden uzak bir yaşam
kurmuştur. Roman Narin’in Fırat ile yıllar sonra Deniz’in evinde Deniz’in
kardeşi Irmak’ın nişanlısı olarak yeniden karşılaşması ile başlamaktadır.
Romanımızdaki bu kısımlar ise; sayı ile numaralandırılmış. Roman boyunca 2006
yılındaki olalar anlatılırken geçmişe dönülerek olaylar anlatılmış ve bu
şekilde günümüzdeki olayları hazırlayan zemin konuya dâhil edilmiştir.
Romanın genel hatlarından bahsettikten sonra biraz Narin’in
birbirlerine sevgi ve bağlılıktan ziyade mecburiyetlerle bağlı ailesinden
bahsetmek istiyorum.
Bu mutlu ailemizin biricik babasından başlayalım tanımaya !?...
Moskof Recep; (lakabı sarışınlığından mı yoksa zalimliğinden midir bilinmez) çocuklarına ve karısına şiddet uygulamaktan geri durmayan, karısı ile sırf babasının parası için evlenmiş, beklediği para gelmeyince; sırtını okulda olmaları gerekirken çalıştırdığı, sevgi göstermek bir tarafa Kara Hatice’nin çocukları olmaları dolayısıyla neredeyse nefret ettiği küçücük çocuklarına yaslamış, zalim bir baba…
Kara Hatice; lakabıyla münhasır çirkinliği dillere destan, kocasını kaybetmek en korkulu rüyası olan, bu uğurda çocuklarını bile gözü görmeyen, fal ve büyü işlerine çokça kafa yoran, yüzünün çirkinliğinin tersine çok güzel bir sesi olan anne.
Mehmet; futbol yeteneği ile Yaslıhan Spor Teknik Direktörünün dikkatini çekmiş, büyük kulüplerde oynayacağı günü bekleyen, ailenin kurtulma umudu ve büyük çocuğu…
Şadiye: Ailenin en küçük çocuğu.
Tabi ki başkahramanımız Narin; bu sevgi topağı(!?...) ailenin ortanca çocuğudur. Ailenin tüm bireylerinin toplamından daha zekidir. Amacı üniversite okumak kendini Yaslıhan’dan ailesinden kurtarmaktır. Ve başarır da… Babasının komşuları Erdoğan’ın karısı Ümmü ile kaçmasından sonra abisi ve annesinin tüm baskılarına rağmen; üniversiteyi kazanır, gizlice kaçarak İstanbul’a gelir ve kendine ailesinden uzak bir yaşam kurmayı başarır.
Geçmişin hayaletlerinden kurtulmuş gibidir. Ta ki en yakın arkadaşı, kardeşi, ailesi bildiği Deniz’in evinde verilen partide büyük aşkı Fırat ile tekrar karşılaşana dek… Fırat bu esnada Deniz’in kardeşi Irmak’la birliktedir.
Bu karşılaşmadan sonra Narin’in geride bıraktığını sandığı geçmişin hayaletleri bir bir saklandıkları yerlerinden çıkmaya başlarlar. Bununla birlikte Narin’in büyük bir sorunu daha vardır. Bir taraftan Fırat’ı hala severken; ondan nasıl uzak kalacaktır. Fırat’a karşı olan duyguları ve Deniz’i kaybetme korkusuyla nasıl baş edecektir. Üstelik Narin’in Fırat’a olan duyguları da karşılıksız değildir.
Bundan sonrası romanımızda….
ARKA
KAPAK;
Romanları yayımlandığında en
çok satanlar listesinden aylarca inmeyen Hande Altaylı'dan yaşamın içinden,
samimi ve sarsıcı yeni bir roman.
O sabah yatakta gözlerini açtığında ise kendini iyi hissetmiyordu. Bir gece
önce Fırat'ı görmek dengesini altüst etmişti. Geçmişin asla sandığımız kadar
uzakta kalmadığı gerçeğiyle yüzleşmek, yeteri kadar uzağa gidemediği kaygısını
doğuruyordu. Yoksa yıllar geçtikçe güçleneceğine, zayıflıyor muydu insan?
Olgunlaşacağına koflaşıyor, dayanıklılığını yitiriyor muydu? Öğreneceğine
unutuyor, bildiklerinden şüpheye mi düşüyordu? Geride bıraktığı onca şeyden ve
onca yıldan sonra böyle yaprak gibi titremek, kendini başa dönmüş gibi
hissetmesine yol açıyordu. Yürümüş, yürümüş ama hiçbir yere gidememişti. Belki
de dünyanın yuvarlak olması, daima başladığın yere, yani kendine döneceğin
anlamına geliyordu.
Küçük bir Anadolu kasabasından İstanbul'un ışıklı gecelerine uzanan bir
yolculuğun hikâyesi. Sevginin değil, mecburiyetin birlikte tuttuğu bir ailede
büyüyen Narin ilk kez âşık olduğunda yolların nihayet daha büyük yollara
bağlandığını, o büyük yolların da başka şehirlere, ülkelere kavuştuğunu anlar.
Ve biri gittiğinde arkasında bir yol bıraktığını. Ama o yolların nefrete,
ihanete de açıldığını anlaması için aradan yılların geçmesi, dostlukların
sınanması, kaybedilenlerin bulunması gerekecektir.
Aşka Şeytan Karışır ve Maraz adlı romanları yayımlandığı yıllarda en çok
satanlar listesinden aylarca inmeyen Hande Altaylı'dan yaşamın içinden, samimi
ve sarsıcı yeni bir roman.
ALINTILAR;
“Doğduğu
şehirden hiç çıkmadığı için yolların birbirine bağlandığını, hepsinin birleşip
daha büyük yollara aktığını, o büyük yolların başka şehirlere, ülkelere
kavuştuğunu bilmiyordu. Daha doğrusu biliyordu ama anlamıyordu. O, gün çocuğun
arkasından bakarken, ilk kez anladığını hissetti. Biri gittiğinde arkasında bir
yol bırakıyordu. Yürüyüp ona varabileceğin bir yol…” (s. 86)
“Yürümüş,
yürümüş ama hiçbir yere gidememişti. Belki de dünyanın yuvarlak olması, daima
başladığın yere, yani kendine döneceğin anlamına geliyordu.” (s.100)
“Yalnızlık
tek başına kalmak değil, tek başına kalmaktan kaçmaya çalışmaktır. Bunun için
ne kadar uğraşırsan durumun o kadar açıklı hale gelir. Geceyi uzatmak, son bir
sigara yakmak, bir kadeh daha içmek, ayak sürümek, bin dereden su getirmek…
Bütün bunlar, kapının arkasına gizlenmiş seni bekleyen tekilliğinle
karşılaşmanı geciktirmekten ve çaresizliği arttırmaktan başka işe yaramaz.
Durumu sükûnetle kabullendiğin ve onunla savaşmaktan vazgeçtiğinde ise aniden
daha az yalnız biri haline gelirsin.” (s. 153)
“Yalnızlıkta
“çat kapı” yoktur ve yalnız biri kimsenin hayatının doğal uzantısı
olmadığından, biriyle buluşmak için daima randevulaşmak zorundadır. Kimsenin
hayatını tamamlamaz ve bunun karşılığı olarak da kimse onun hayatını bütünlemez.
Kimileri böyle olmasını tercih ettikleri için, kimileri de kimse onları tercih
etmediği için yalnızdır. Yalnızlık bir aksesuardır. Süslü bir toka, zarif bir
kolye, boktan bir kemer, ya da bir çift güzel küpe… O kadar. Yoklukları üzüntü
verici olsa da kimseyi öldürmez.”(s.153)
KİTAPTAN NOTLAR;
Öncelikle romanın adından başlayalım…“Kahperengi” oldukça
yaratıcı bir isim olmuş. Romanın adı romanın 132. Sayfasında açıklanmış.
“…..Adam
(Erdoğan) ona (Kara Hatice’ye) her baktığında Ümmühan bakıyor gibi geliyordu, o
“kahperengi” gözleriyle. Yıllardan
beri karısını bitmeyen bir aşkla seyretmekten olacak, Ümmühan bürümüştü
Erdoğan’ın gözünü” (s. 132) (Parantez içleri tarafımdan eklenmiştir. )
Fakat romanda “kahpe” üzerinde pek de durulmamış.
Bir de önceki bölümlerde aralarında ilişkileri olduğu şüphesi uyandıracak bir
konuşma geçmeyen,( sadece Moskof’un Ümmü’ye olan ilgisini bir kere yazılmasının
ardından) Ümmü ile Moskof’un yıllardır ilişkileri varmış gibi kaçmaları biraz
ilginç olmuş. Üstelik oğluna son derece bağlı, merhametli bir kadın olarak
gösterilen Ümmü’nün öz oğlunu odunluğa kapatarak kaçması yine romanın ilginç
tezatlıklarından. Keşke kaçma sahnesinden önce bu bölümün alt yapısı daha iyi
yapılmış olsaydı.
Romanda birçok insan gibi bende de en nefret uyandıran
karakter elbette Moskof Recep; içindeki sevgisizliği, hiç çekinmeden karısı ve
çocuklarına şiddet uygulaması, çocuklarını nakde çevirmeye çalışması, neredeyse
ayık gezmemesi, Mehmet’in vurulup da Futbol hayatının bitmesini fırsat bilip,
arkasına bile bakmadan komşusu ve arkadaşı Erdoğan’ın karısı Ümmühan ile
kaçması… daha ne olsun…
Ancak zalim baba Recep; Ümmühan ile kaçıp İstanbul’da bir
aile kurduğunda çizilen baba karakteri oldukça farklı. Ümmühan ile bir tuhafiye
işleten, Ümmühan’dan olan çocuklarının elinden tutup parka götüren, Ümmü’yü
dövmek bir tarafa el üstünde tutan bir adama dönüşüyor. Kara Hatice’ye ve çocuklarına çok gördüğü
sevgiyi, yeni ailesinde bolca dağıtıyor gibi… Aslında Moskof’un çocuk sevgisi
ile tezatlar bununla sınırlı değil. Romanın bir yerinde çocuklarını küçükken
sevdiği ve annelerine benzer taraflarını gördükçe çocuklarından nefret ettiği
söylenirken; başka bir yerde çocukların babalarından hiç sevgi görmediği
yazıyor. Basit ama yine de dikkat çekici bir hata olduğunu düşünüyorum.
Buna benzer bir hata da Deniz’le ilgili yapılıyor. Başlangıçta Deniz'in
direksiyon başında yaptığı trafik kazası sonucunda annesi ve babasının ölümüne
neden olduğu yazıyordu. Sonradan arabayı babasının kullandığı, Deniz'e
sinirlenip tokat atmak için geri döndüğü anda kaza yaptığından bahsediliyor.
Romanda Moskof Recep’in yanında bende acıma ile karışık
nefret uyandıran bir karakter var ki; Kara Hatice… Böyle zalim bir babadan
çocuklarını korumak bir tarafa; oğlu vurulduğunda bile Recep’in kendilerini
bırakıp gitmesinden korkan, babasından kalan Recep’ten gizli üç beş altını,
küçücük yaşta çalıştırılan çocukları için değil de; kocasını eve bağlamak için
büyücülerde, falcılarda harcaması bu durumun başlıca sebepleri.
Narin’in İstanbul’a kaçtıktan sonra ailesiyle yani; geçmişiyle
bağlantı kurmamayı tercih eder. Ailesinin soba dumanı ile zehirlendiklerini
yıllar sonra Fırat’tan öğrenir. Burada dikkatimi çeken annesi ve abisiyle ciddi
sorunlar yaşayan Narin’in; kız kardeşi Şadiye ile de bağlantı kurmak için girişimde
bulunmaması ve nefret etmesi gereken babasını uzaktan izlemesi.
Romanın belli bölümlerinde ilkin tesadüfen sonrasında ise;
yılda birkaç kez Narin’in babasını ve onun yaşantısını uzaktan izlediği söylenirken;
roman boyunca Narin’in babasının karşısına geçip; onunla yüzleşmesini bekledim.
Bence yazar Narin ile babasını, babası ölmeden önce son kez karşılaştırmalı ve
Narin babasına hesap sormalıydı.
“Demek
ki bazı sevişmeler insanları yakınlaştırırken bazıları uzaklaştırıyordu ve iki
insan birbirine sırtını döndüğünde aralarındaki mesafe dünyanın çevresine eşit
oluyordu.” (s. 248)
“Bir insana yüzde yüz güvenmekle yüzde doksan
dokuz güvenmek arasında dağlar kadar fark vardı. Çünkü eksilen yüzde birin
nereden eksildiğini bilemezdin ve dünyanın bütün kazıkları o küçük “bir”in
içine saklanabilirdi. O yüzden yüzde doksan dokuz, yüzde yüze olduğundan daha
yakındı yüzde sıfıra.” (s. 257)
“Bazen
başladığın yere dönebilmek için dünyayı dolaşman gerekiyordu.” (s.322, Kitabın
Bitiş Cümlesi)
Kısaca toparlayacak olursak; “kahperengi” bir fakir
kız, zengin oğlan hikâyesi. İçerisinde Yeşilçam melodramlarından alışık
olduğumuz bolca klişe barındırmakta. Bunun yanında; akıcı bir dille yazılmış ve
merak unsurları romanın sonuna kadar sürdürülmüş… Özellikle yazın sıcak
günlerde okuyup geçmek için uygun bir kitap diye düşünüyorum.
Bu günlerde romandan uyarlanılarak senaryolaştırılmış “Merhamet”
dizisi ekranlarda arz-ı endam etmekte. Romandan oldukça bağımsız olmakla
birlikte romanda olmayan ancak diziye eklenmiş olan “Babür” karakterinin
konunun ilerlemesine çok katkısı olduğunu düşünüyorum.
Yeni kitaplarla görüşmek dileğiyle….
yeşilçam dramlarını pek sevdiğimden olsa gerek kitabı zevkle okumuştum, diziyi ne yazık ki izlemiyorum:)
YanıtlaSilaslında her ne kadar sevdiğimizi gizlesek de pek çoğumuz sever Yeşilçam melodramlarını... sadece konu biraz daha renklendirilebilirdi diye düşünüyorum.. ayrıca annesi ve kardeşlerinin ölümü de çok erken olmuş.. dizinin başında kitaptan uyarlama olduğunu okuyunca izledim ben de, ama kitapla dizinin pek çok uyarlamada olduğu gibi pek bağlantısı yok gibi.. isimler dışında..
Silbizde de mevcut kitap ama hala okuyabilmiş değilim bu yüzden özetinizi okumadım, bu arada dizi benim de ilgimi çekmiyor.
YanıtlaSilkitabı okumanızı tavsiye edebilirim.. bir çırpıda okunacak sürükleyici bir kitap... diziyi uyarlama olduğunu öğrenince izledim..zaten o kadar değiştirmişler ki bir çok şeyi kitaptan uyarlandığını düşünmek zor.. isimler dışında..
SilMerak ettim...İlk fırsatta edinecem bu kitabı.Paylaşım için teşekkürler..
YanıtlaSilkitabını bilmemde dizisi süper
YanıtlaSilBu kıtabı cok merak edıyordum bu kotabımı yoksa suanda okudugm kıtabımı sıparıs versem dıye arada kalmıstım bıdahkıne bu kıtabı sıparıs vermelıyım sevgiler :*
YanıtlaSilYegane serial (dizi) ki, sebrsizlikle izleyirem.Superdi.
YanıtlaSilÜmmühan'ın oğlunu odunluğa kilitleyip kaçması, sonra Recep'ten iki çocuk yapıp oğlunu unutması bana da şaşırtıcı geldi çünkü kitapta Ümmühan'ın oğluna ne kadar düşkün olduğu, onu nasıl sevdiği birkaç yerde anlatılmıştı. Oğlunu da alıp kaçabilirdi bence.
YanıtlaSilKitapta geçmiş anlatılırken geri dönüşüm işaretinin kullanılması çok hoşuma gitti.
Ne güzel bir kitabı uzun uzun bütün ayrıntılarıyla anlatmışsınız. Ben kendime uzun yazıyorum derdim ama siz çok daha uzun yazıp çok fazla emek veriyormuşsunuz. emeğinize sağlık :-)
Ümmühan'ın kaçışı kitapta sezdirilmemişti. Oğlunu bırakıp kaçması içimi burktu. Dizide bu kısımlar sezdirilmişti sanırım.
SilBu durum sıklıkla eleştirilmesine rağmen elimden geldiğince uzun yazıyorum. Kendim için bir arşiv olarak görüyorum blogumu.. beğenmenize sevindim. her zaman beklerim. SEVGİLER.. :)
Özlemişim be.. ne diziydi ne kitaptı be..
YanıtlaSilÇok kitaba bağımlı kalmasa da kadrosu ile izlenebilir bir diziydi Merhamet...
Silparon dizinin adı neydi
YanıtlaSilMerhamet
Sil