MERHABA Kitap Dostları,
Çok sevdiğim bir yazarın çok beğendiğim bir kitabını paylaşmak istiyorum sizlerle... İçimizdeki Şeytan...
İçimizdeki Şeytan; Her ne kadar sadece Kuyucaklı Yusuf’u
paylaşmış olsam da “Kürk Mantolu Madonna”, “Kuyucaklı
Yusuf”, “Değirmen”, “Sırça Köşk”ten sonra okuduğum 5.
Sabahattin Ali Kitabı. Kitap 1940’da yazılmış. Her ne kadar diğer kitapları ile
benzerlikleri olsa da şahsına münhasır bir kitabı ve bence karakter tahlilleri
ve karakterlerin iç konuşmaları bakımından diğerlerinden ayrılan bir başyapıt.
ARKA
KAPAK:
“İstemediğimi doğru
dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim
bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan
diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona
yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine
uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Hâlbuki ne
şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması...
İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... İçimizde şeytan
yok... İçimizde aciz var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve
bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı
var..." (Sayfa,249-250)
Bu romanında, toplumsal
gündemin kişilikler üzerindeki baskısını ve güçsüz insanın "kapana
kısılmışlığını" gösteriyor Sabahattin Ali.
Aydın geçinenlerin
karanlığına, "insanın içindeki şeytan"a keskin bir bakış.”
ÖZET:
Ömer, Darülfünun’da felsefe okumakta ve bir yakınının iltiması ile
Postanede çalışmakta olan yirmi beş yaşlarında bir gençtir. Nihat ile vapurda
yolculuk yaparlarken hem havadan sudan meselelerden bahsedip hem de akşam için
plan yapmaktadırlar. O anki tek düşüncesi akşam için borç bulmaktır.
Nihat ile konuştukları esnada Ömer vapurda bir genç kızı görür ve bu genç
kıza bugünün deyimiyle ilk görüşte âşık olur ve bu genç kızın kendisinin
geleceğinde önemli bir yer tutacağı hissine şiddetle kapılır. Genç kızın yanına
gittiğinde; genç kızın yanında bir akrabası ile karşılaşır. Bu vesile ile
uzaktan akrabası da olan bu genç kız ile tanışır.
Genç kızın adı Macide’dir. Ömer’in büyük dayısının torunudur.
Konservatuar’da piyano bölümünde okumaktadır. Ailesi Balıkesir eşrafının ileri
gelenlerindendir. Müziğe olan yeteneği ortaokul yıllarında keşfedilmiş,
lisedeki müzik öğretmeni Bedri’nin de verdiği derslerle ilerlemiştir. Altı
aydır İstanbul’daki akrabaları Emine Hanım’ın konağında kalmakta ve bu şekilde
eğitimine devam etmektedir.
Vapurda karşılaştıkları gün her ne kadar Macide’nin henüz haberi olmasa
da babası bir hafta önce vefat etmiştir. Bu ilk tanışmanın ardından Ömer
sıklıkla daha önceleri de gittiği Emine Teyzesinin evine daha sık gitmeye
başlar.
“Fakat içimizde, bizim
“ahlak” tarafımızda hiçbir şekilde münasebete geçmeyerek hadiseleri muhakeme
eden, neticeler çıkaran ve tedbirler alan bir “hesabi” tarafımız vardı ve lafta
değilse bile fiilde daima o galip çıkıyor ve onun dediği oluyordu.” (Sayfa,22)
“Riyakârlık, tesellide son haddini bulur. Bu anda çehrelerin aldığı yalancı teessür ifadesi, o biraz yukarı kalkıp birbirine yaklaşan kaşlar, o hafif hafif ve anlayışlı bir tavırla sallanan başa ve o derinden çıkarılmaya çalışılan matemli ses insanı deli eder.” (Sayfa,66)
“Zaten anlatmak istediğim bir şey var, bin bir şekle sokup söylemek arzusuyla yandığım bir tek şey: O da sizi sevdiğim. Bunun dünyanın teşekkülünden beri kaç milyar defa tekrar edildiğini unutmuyorum, fakat siz söyleyin, canlılığından bir şey kaybetmiş mi? Kâinatta hiçbir mevcudun olamayacağı kadar taze ve olgun değil mi?... Bu öyle bir kelime ki, doğuyor ve doğuşuyla beraber kemali de içinde getiriyor. Sizi seviyorum... Başka ne söyleyeyim?” (Sayfa,81)
“Hamakat(ahmaklık) sade
ahmaklara değil, akıllı olduklarını sananlara da hükmediyor!” (Sayfa,92)
“Her şeyi
düzeltebilirim, onu da kendimi de kurtarabilirim. Neden olmasın? Ben hayata
bağlanmak için ona muhtacım, o idare edilmek için bana muhtaç… Ben onu görmeden
evvel hayatın manasını bilmiyordum, bulamamıştım. Şimdi görüyorum ki, o da
bensiz yaşayamayacak… Söyledikleri doğru, en az doğru görünenleri bile doğru…
Birbirimize rastlamadan evvelki hayatımız sahiden birbirimizi aramaktan başka
bir şey değilmiş… Ne aradığımızı bilmeden aramak… Şimdi içim rahat, aradığını
bulan ve başka bir şey istemeyen biri gibi sükûnet içindeyim… Dünyada bundan
büyük saadet olur mu?” (Sayfa,109)
Bu arada Ömer ile Macide yakınlaşmaya başlarlar. Ömer Macide’yi sık sık
okula çıkışlarında da almaya gider ve gezerler. Eve çok geç döndüğü bir gece,
zaten babasının ölümünden sonra; babasının aylık olarak Emine Hanım’ın kocası
Galip Enişte’ye gönderdiği 40 lira aylık da gelmediği için kıza diş bileyen
aile ve Macide arasında bir sürtüşme geçer. Genç kız aynı gece tüm eşyalarını
toplayarak geç bir saatte evden ayrılır. Nereye gideceğini ne yapacağını
bilmeden evden ayrılan Macide, Ömer’i sokakta kendini beklerken bulur. Birlikte
Ömer’in kaldığı pansiyona giderler.
O geceden sonra Ömer ve Macide birlikte yaşamaya başlarlar. Ömer,
Macide’yi herkese karısı olarak tanıştırmasına rağmen evlilik muamelesini
tamamlamak için pek de istekli davranmaz. Başlangıçta Macidesiz yaşamayacağını
hisseden Ömer, zamanla geçim sıkıntısı altında ezilmeye başlar. Karakter olarak
çalışmaya çok da istekli olmayan Ömer çevresindeki arkadaşlarından aldığı
borçlarla yaşamaya çalışır. Bu borçlar onu eski hayatından kopmasına engel
olur.
Bu esnada Ömer ikilem içinde yaşar. Eski hayatı ile Macide arasında
kalır. Yeterli iradeyi gösteremeyen Ömer sürekli “İçimizdeki Şeytan”ı suçlar.
“Dünyadaki yalancı
peygamberleri yetiştirmek ve beslemek için en iyi gübre, işte bu bilmeden
inanmak için çırpınan kalabalıktır.” (Sayfa,200)
“En korkunç yalan da
budur: Kendimize karşı bile kullanacak kadar pençesine düştüğümüz bu derin ve
gizli yalan...” (Sayfa,209-210)
“Unutmayın ki, dünyada
en korkunç şey, ümidini kaybetmektir. Bu söylediğim gibilerin az ve henüz
kendilerini henüz göstermemiş olması, günün birinde iyinin, doğrunun ve
kıymetlinin hakim olacağından ümidi kesmeyi icap ettiremez… Bugün şurada teker
teker yaşayan ve çalışanlar yarın birleşince bir kuvvet olacaklar ve en
kuvvetli silahı: haklı olmak silahını ellerinde tutacaklardır.” (Sayfa,248)
"İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak
cevheri içinde taşımamak demektir." (Sayfa,249)
KİTAPTAN NOTLAR
Daha önce de
belirttiğim üzere İçimizdeki Şeytan; okuduğum beşinci Sabahattin Ali kitabı ve
Kuyucaklı Yusuf’tan sonra 2. romanı. Bu defa romanımıza ne Avrupa’da bir şehir
ne de Anadolu fon oluşturmakta. Romanımız İstanbul’da geçmekte. Romanımızın
başkahramanı Ömer ile arkadaşı Nihat vapurda yolculuk etmekteyken,
karşılaşmakta esas kız ile esas oğlan. Aslında romanımızın konusu klişe. Ancak kitabı
özel yapan konusundan ziyade psikolojik çözümlemeler
ve diyaloglar. Belli konularda karakterlerin yaptığı tiratlar. Ömer’in
“İçimizdeki Şeytan” Tiratı, Veznedar’ın Ömer’e söyledikleri, Bedri’nin içinde
bulundukları topluluk ile ilgili tiratları son derece mükemmel ve akılda
kalıcı.
“Aferin evlat iyi yetişmişsin!
… Zamanını da iyi intihap ettin(seçtin). Maalesef seni boş çeviremeyeceğim.
Mademki iki esnaf karşı karşıyayız, açıkça konuşalım. Dün gelsen metelik
alamazdın, seni tekme ile kovardım. Yarın gelsen beni bulamayacaktın. Şeytan
sana fısıldamış herhalde... Mübarek olsun... Ben bu ise daha fazla dayanamayacağım...
Bir nihayet vermek lazım... Bu sabah kararımı verdim. Kasada epeyce para var,
bir miktarını, daha doğrusu yüklenebildiğim kadarını alıp eve çoluk çocuğun
nafakası olarak bırakacak, ondan sonra da başımı alıp gidecektim. Şeytan nereye
çağırırsa oraya. Bu dünyada başka türlü olmak neye yarar? Dünyayı bizim
kayınbirader gibi adamlar istila etmiş... Benim gibi bir acizin debelenmesi
fayda verir mi? Beş çocukla bir karıyı süründürmeye ne hakkım var... Sen şimdi
bu sözlerinle benim kararımı takviye ettin... Sana teşekkür borçluyum evlat...
Bana dünyanın hakikaten suratına tükürülmeye bile değmez olduğunu ve bu dünyada
suratına tükürülmeyecek bir tek, ama bir tek insan bile bulunmadığını sağlam
bir şekilde ispat ettin. Böyle biri olsa bu sen olurdun ve şimdi buraya
gelinceye kadar içimde bir şüphe vardı. Şu kâinatta belki bir de iyi taraf
vardır, fakat görmek bize nasip olmuyor diyor ve seni düşünüyordum. Bir daha
teşekkür ederim. Beni boş hayallerle avunmaktan, yaptığıma pişman olmaktan
kurtardın. Ben de kendimi, adam tanır bir şey zannederdim. Senin suratına
bakınca melanet dolu ruhunu göreceğime yüreği çarpan bir insan görüyordum. Nah,
bunak kafa... Al şu iki yüz elli lirayı, beni kimseye ihbar etme. Yarına kadar sükût
hakkı olarak veriyorum. Ondan sonra İsrafil’in borusunu al eflake ilan et...
Vecibtaala polis olup gelse beni bulamayacak. Yalnız senden bir ricam var...
Namusuna güvenerek istemiyorum. Kendin için de faydası yoktur, belki zararı
olur da ondan söylüyorum: paraları alıp eve verdiğimi ağzından kaçırma...
Nereden biliyorsun diye belki seni de işin içine karıştırırlar... Merhametten
değil, ihtiyaten sus. Şimdi arabanı çek... Namussuz insan suratı seyretmek
istemiyorum. Kendim kendime yeterim... Durma... Defol!..." (Veznedar'dan Ömer'e...., Sayfa,184)
Öncelikle
yazılışının üzerinden bu kadar süre geçmiş olmasına rağmen romanın barındırdığı
içerik, ruh çözümlemeleri, karakterlerin iç sesleri bakımından hala
güncelliğini koruması da son derece takdire şayan. Öyle cümleler çıkıyor ki
okudukça; insan yazarın ileri görüşlülüğüne hayran kalmadan edemiyor.
“Hayatını nasıl olup da
bir kadına bağladığına şaşıyorum. Kadın bir oyuncaktan başka nedir? Erkek, tam
manasıyla erkek ol… Erkek sert, haşin, aciz hislere yabancı, sadece kuvvete
tapan mahlûktur. Dünyaya bizim gibi insanlar kendi kafalarında tasavvur
ettikleri şekli vermeli ve koyun sürüsünden farkı olmayan halk ise sadece tabi
olmalıdır. Bunu sabit fikir halinde kafana yerleştirir ve maddi, manevi bütün
kuvvetlerinle bu yolda çalışırsan muhakkak gayene varırsın… Muvaffak olmamak ihtimali
pek azdır, belki de hiç yoktur…” (Sayfa,146)
Romanın en
çarpıcı kısmı daha önce de belirttiğim üzere; karakterlerin iç sesleri ile
yapılan ruh çözümlemeleri karakterleri tanıma ve değerlendirme bakımından pek
çok ipucu vermekte. Ömer’in
kararsızlığı, olaylar karşısındaki iradesizliği, pek çok hayal kurması ancak
hayallerini gerçekleştirmek için pek de çaba göstermemesi, arkadaşlarından
uzaklaşmak için bir çaba sarf etmemesi hem kendi ağzından hem de Macide’nin
ağzından ilmek ilmek işlenmiş.
Karakterlere gelince öncelikle Ömer’den başlayayım. Ömer kararsız, istikrarsız, zayıf iradeli ve çalışmaktan da pek hoşlanmayan bir genç. Macide onun üzerinde olumlu etki yaratsa da bu etki kısa sürmekte. Çevresindeki olumsuz insanlardan uzaklaşamamakta, çalışma konusundaki kararlılığını sürdürememekte. Aslında arkadaşlarında uzaklaşamama durumu biraz da onlara olan maddi bağımlılığından da kaynaklanmakta.
Macide’ye gelince, mağrur, iyi huylu bir genç kız. Ömer’e olan sabrı ise takdire şayan. Macide ile ilgili bence tek çelişki evlilik işlemleri ile ilgili pek de ısrarda bulunmaması ve Ömer ile nikâhsız yaşamını devam ettirmesi. Ömer’e yazdığı mektup kitabın özeti gibi.
Romanımızın başkahramanları Macide ve Ömer; hayata bakış yetiştirilme ve yaşama şekilleri bakımından birbirine pek de benzemeyen karakterler. Tanışmalarının ardından birbirlerine duydukları hisler onları birleştiriyor ve üç ay gibi bir süre bir pansiyonda beraber yaşıyorlar.
Bedri ise Macide ile ilgili bilgi verilirken sözü geçen öğretmen karakteri iken bir anda romanın önemli karakterlerinden birine dönüşüveriyor. İçinde bulundukları topluluk ile ilgili tespitleri son derece dikkat çekici.
Romanda Sabahattin Ali uslübunun en önemli özelliği “Uzaklara Gitme” teması yine romana hakim olan duygu olmuş. Bu defa Kuyucaklı Yusuf’a ve Raif Bey’e göre daha iyimser bir gidiş olmuş yalnızca. Keşke yazar kendi içindeki “Uzaklara Gitme” hayalini de gerçekleştirebilseydi.
Bir de söylemeden geçemeyeceğim önemli bir nokta da (Ekşi Sözlük’te okudum) romandaki diğer karakterlerden İsmet Şerif’in Peyami Safa, Nihat’ın Nihal Atsız, Profesör Hikmet’in Necip Fazıl olduğuna dair iddialar var. Bu iddialardan Nihal Atsız da alınmış olmalı ki “İçimizdeki Şeytanlar” başlıklı bir makale yazmış. Merak edip bu makaleyi de okudum. Makale bana fazla acımasız geldi doğrusu. Ben kendi adıma Sabahattin Ali’nin ve İçimizdeki Şeytan’ın bu denli ağır eleştirileri hak ettiğini düşünmüyorum.
Fotoğraflar fotoğraflamaz Yaşar KEMAL'in İNCE MEMED serisini paylaşmak istiyorum.
EN KISA ZAMANDA GÖRÜŞMEK ÜZERE...
SEVGİLER..
Sizin detaylı incelemelerinizi çok seviyorum, kendi yorumunuz dışında başka kaynaklardan edindiğiniz bilgileri de eklemeniz yazınızı zenginleştiriyor, açıkçası ben Kürk Mantolu Madonna'yı okumuş, çok da etkilenmemiş olduğumdan yazarın başka bir kitabını okuma isteğim yoktu ama sizin bu yorumunuzla bu kitabı okumak istedim, keyifli okumalar:)
YanıtlaSilteşekkürler Eren O. blogu bir arşiv olarak da gördüğüm için kitaplarımı okurken hem çok fazla not alıyorum hem de yazımı hazırladıktan sonra mutlaka farklı kaynaklardan araştırıyorum. hatta kitap hakkında yazılmış tez vb. varsa onları bile okuyorum daha iyi anlamak için. bir çok arkadaşımı yazdığım ayrıntılar sıkıyor olabilir ya da yazılarımı uzun bulup okumayabilirler ama sizin gibi arkadaşlarım tarafından takdir edilmek de çok güzel çok teşekkür ederim. :)
SilSizin detaylı incelemelerinizi çok seviyorum, kendi yorumunuz dışında başka kaynaklardan edindiğiniz bilgileri de eklemeniz yazınızı zenginleştiriyor, açıkçası ben Kürk Mantolu Madonna'yı okumuş, çok da etkilenmemiş olduğumdan yazarın başka bir kitabını okuma isteğim yoktu ama sizin bu yorumunuzla bu kitabı okumak istedim, keyifli okumalar:)
YanıtlaSilolsun uzun da olsa okuruz biz , sizin yazın yeter ki :D
YanıtlaSilçok teşekkürler kitap eylemcisi.. sevgiler..
Silİlk Sabahattin Ali kitabım. Lisede edebiyat öğretmenimizin ödev olarak okuttuğu kitaptı. Herhalde bugüne kadar ödev olarak verildiği halde hafızamda yer edinen tek kitap. Kitabı okuduktan sonra Sabahattin Ali'yi de araştırmış yaşamı, kişiliği dikkatimi çekince Asım Bezirci'nin Sabahattin Ali biyografisini de okumuştum. Kısacası Sabahattin Ali'yi bana tanıtan ve sevdiren kitap olarak, İçimizdeki Şeytan'ın yeri özeldir bende. :)
YanıtlaSilElinize emeğinize sağlık çok faydalı ve güzel bir çalışma olmuş..
YanıtlaSilElinize emeğinize sağlık çok faydalı ve güzel bir çalışma olmuş..
YanıtlaSilÖZET SADECE EN ÜSTTEKİ YERMİ
YanıtlaSilDetaylı incelemeniz ve yazınız için teşekkür ediyorum:)
YanıtlaSilKendi blogumada bekliyorum:) https://haberebakcaydemle.blogspot.com
Macidenin ömere mektubu mukemmeldi. Bayıldım gerçekten o sonlara dogru yazdığı mektuba. ama her kitabını okuduğum zaman ki gibi bir his kaldı içimde, neden boyle bitti sonu? Üzülerek bitirdim aklımdaki sorular cevaplanmadı...
YanıtlaSilSabahattin Aliyi bana sevdiren kitap Kuyucaklı Yusuf kitabıydı. Sonrasında Kürk Mantolu Madonna'yı okudum ve sonrasında İçimizdeki şeytanı... Sonu hep garip bitiyor insan neden acaba diye sorguluyor...
YanıtlaSilPaylaşımlarınız harika ilgiyle takip ediyorum
YanıtlaSilKartopu Savaşları izle
Siccin 3 Tek parça izle
Şeytanın Oğlu Türkçe Dublaj izle
Kitabın ana konusu eleştiri aslında, dönemin aydınlarına yapılan.Ve bu eleştiri uğruna aşkı kurban etmesine üzüldüm:( sonu böyle olmamalıydı ama daha farklı da olamazdı çünkü zaten roman boyunca eleştirdiği güruhu aslında Ömer temsil ediyordu, Bedri ise daha aklı başında,o aydın geçinenlerin karanlık yönlerinin farkında bir karakter olarak süslenmiş,dolayısıyla Macide nin Ömer ile degil Bedri ile devam etmesi doğal olmuş oluyor. Ama aşkı feda etmeye değer miydi demeden de edemiyorum:( yeni okudugum için etkisindeyim, sonu böyle olmamalıydı. Kitapta da dediği gibi konuşacak hiçbirşeyleri kalmamış mıydı yani?
YanıtlaSilBeni sarsan roman lardan biri oldu...Bu kadar yılda toplumun hep aynı kalması ne kadar acı değil mi
YanıtlaSilKesinlikle... :(
Silİçimizdeki şeytan da yazarın harika eserlerinden birisidir. Çok güzel bir tanıtım olmuş teşekkürler.
YanıtlaSilBenim de en sevdiğim kitabı İçimizdeki Şeytan... yorum için teşekkürler... Sevgiler...
Sil