26 Nisan 2019 Cuma

FAKİR BAYKURT - KAPLUMBAĞALAR

MERHABALAR KİTAPLARIM OLMADAN ASLA BLOGU TAKİPÇİLERİ…


“KAPLUMBAĞALAR”, benim üniversite yıllarında okuduğum, Köy Enstitülerini anlatan romanı “YILANLARIN ÖCÜ” romanından sonra okuduğum ikinci Fakir Baykurt romanı.


Köy romanı dendiğinde Türk Edebiyatı’nda ilk gelen isimlerden sayılan Fakir Baykurt bizleri kaplumbağaların önderliğinde ; Anadolu bozkırına götürüyor. Roman için seçilen mekân Ankara’ya 100 km uzaklıktaki bir Alevi köyü Tozak. Fakir, kurak bir köy. Yazar harman kaldırma dönemi buğday hasadı ile başlıyor romana.


Romana başlamadan önce dört sayfalık Önsöz’den başlamak istiyorum. Yazarın “YILANLARIN ÖCÜ” romanının film gösterimi  sırasındaki anlatımından yola çıkarak romanın nasıl yazıldığı sorusunun cevabı niteliğinde olmuş yazı.

“(...) Halkı selamlamak için perdenin önüne çıktığım zaman alkış, ıslık birbirine karıştı. (...) Birkaç saniye sonra, kıran kırana bir dövüş başladı. Başkentli seyirciler kravat kravata geldi. Hınçla, istekle vuruşuyorlar. (...) Birtakım sersemler gerçeği tekmeyle, yumrukla örteceğini sanıyor. (...) Getirdiğim öykünün kendilerine batan yerleri vardı tabii. (...)kafamdaki romanı yazdığım zaman ne yapacaklar acaba?”


 “Bu roman,her türlü teknik ve elektronik araçların büyük gelişmeler gösterdiği ve üretkenliği alabildiğin arttığı bu dünyada,yiyeceği yıllık zahireyi,yanıp kül olmuş topraklardan parmaklarıyla toplamaya çalışan ve varlığını sürdürebilmek için istekle üreten Türk köylüsünün hayatından kesittir.”

Yazısını da şöyle bitirir. Köylülere ithafen… “Oturup yazdım. Kaplumbağalar odur, onlarındır.” der. “Acı, buruk bir roman oldu.” diye ekler. En çok da yumrukçu ya da neme gerekçi aydınların değil köylülerinin okumasını, severse onların sevmesini, ıslıklarsa onların ıslıklamasını istediğini belirtir. 


ARKA KAPAK

Tozak köyü şu koca yeryüzünde, kıyıda köşede kalmış bin yamalı bir yoksul yorganı, alabildiğine kurak, bakımsız, unutulmuş. Ahalisi desen günümüz köylüsü: Hâlâ devletten medet uman, “Hökümetimiz en iyisini bilir” diyen, cahil, kaba saba ama bir o kadar çalışkan, sahici ve vicdanlı. Köyün Eğitmen Rıza’sı, Muhtar Battal’ı ve akıllı delisi Kır Abbas’ı gün olur akıl yürütür, el ele verir, köylüyü de peşine takıp bir bağ kurar, hem de taşlı bir tarlada, bin bir emekle, özveriyle ve gece gündüz çalışarak. Tam ağızları üzümlerle tatlandı, yürekleri umutla doldu derken, hiç ummadıkları bir anda hükümetin tokadını yerler... ama ne tokat! Bir anda, bürokrasinin çarkında bir çapak olup çıkarlar. Hak hukuk ararlar aramasına ama neyin hakkı, neyin hukuku?
Mazimizde yer etmiş ama bugün hala varlığını sürdüren sorunlara değinen, yalın ama zengin bir dille yazılmış, özgün ve aydınlık bir edebiyat eseri olan Kaplumbağalar, yaratıcı ülkemiz köylüsünün olduğu kadar, onun bürokrasi karşısındaki çaresizliğinin ve cehaletinin de hikayesini anlatıyor.


ÖZET

 “Gecenin düşleri, gündüzün işlerinden, gündüzün belasından daha çok yoruyor, daha çok eziyor Tozaklıları.” (Sayfa 107)

Roman, Ankara'ya 100, Kızılırmak'a 15 km uzaklıkta bulunan Tozak köyünde geçmektedir.(Bugünkü Tozaklı köyü sanıyorum) Olay karakterlerin konuşmalarından hareketle Atatürk’ün ölümünden sonraki süreden 1960’lı yılları kapsamaktadır. Araştırdığım kadarıyla Türkiye’de ilk arazi kadastrosu 1950 yılında yapılmaya başlanmıştır. Buradan hareketle romanın geçtiği tarih aşağı yukarı bahsettiğim dönemi kapsamaktadır.

Tozak, çevresi Sünni köyleriyle çevrili bir altmış hanelik bir Alevi köyüdür. Köy kuraktır. Köylüler, geçimlerini ektikleri, buğday (ki ondan da bazen tohum ektikleri kadar buğday almaktadırlar) ve hayvancılıktan sağlamaktadırlar. Köy Ankara’ya bu kadar yakın olmasına rağmen bir o kadar da uzaktır aslında.



Alevi geleneklerini sürdüren köy halkı, düğünlerde eğlencelerde içmek için şarap yapmak için üzüm almak isteseler de Sünni köylerden alamamaktadırlar. Sünniler şarap yapmak üzere üzüm satmayı haram sayarlar. Köye gelen üzüm satıcıları da üzümü ve kili buğday karşılığı satsa da çoğu köylü üzümün tadını bile bilmez. Hal böyleyken köyün eğitmeni Rıza; eğitmen olmak için enstitüde okurken öğrendiği bağ yetiştirme teknikleri ile köyde bağ yapma, üzüm yetiştirme teklifinde bulunur. Köyün ileri gelenlerinden Kır Abbas ve Muhtar Battal ile ölçüp biçtikten sonra köyün Purluk denen bölgesinin Rıza’nın gördüğü Mahmudiye’de gördüğü bağların toprağına ve havasına çok benzemesinden dolayı buraya bağ yapmaya karar verirler. İlk sorun bahsi geçen toprağın taşlık olmasıdır. İkincisi ise köylünün kabul edip, etmeyeceğidir..
Kır Abbas’ın kardeşinin oğlunun düğününde konuyu köylüye açarlar. Her ne kadar köylünün aklına başta yatmasa da; bol bol üzüm yemek, pekmez kaynatmak, şarap yapmak fikri onları cezp eder. Bu fikirlerinde onları köye gelip, okulu denetleyen Hamdi bey de destekler. Yardım sözü verir.


“Milleti tenzih ederim! Ölmemiştir, hem de ölmeyecektir! Şu yaz gelince damların üstünde, yıldızların altında yatanlar öyle bin canlı ki, kimse bunu bilmiyor. Bu gelinler, bu çilekeş analar, her kıtlıktan, savaştan, askerlikten sonra milleti yeni baştan fışkırtıyorlar! Çok mutlu bize ki, ayrık otu gibiyiz, eşekler kemirdikçe yeniden bitiyoruz. Neden? Hep bu insanların gücünden, onların canlı suyundan!” (Sayfa 324)

Çok geçmeden köylüler, ölçerek her haneye iki dönüm arazi düşecek biçimde yüz yirmi dönümlük araziyi ölçüp biçerler. Ve bağ ekimine uygun biçimde toprağı aktarır, taşlarından temizlerler. Ziraat dahil kimseden yardım görmeden çubukları bulup, bağları ekerler. Bağı hayvanlardan korumak için hendek kazıp, bağa gittiklerinde kullanmak için bir de kuyu yaparlar.


Kır Abbas öyle sevinçlidir ki; yorganını yatağını toplayıp, bağda yatmaya, bağın gönüllü bekçiliğini yapmaya başlar. Çok geçmeden kaplumbağalar da Purluk’a akın etmeye, yuvalarını buraya yapmaya başlar. Çünkü bağın serinliği onları güneşin yakıcığından kurtarmaktadır. Karınlarını da bağın yapraklarından doyurmaktadır. Kır Abbas da onları koruyup, kollamaktadır. bağın yeşermesinin sevincini üçüncü torununa “Yeşer” vererek kutlar adeta.
Birkaç yıl sora verdikleri emeğin karşılığını alırlar ve ilk ürünü alırlar. Şenlikli, eğlenceli kendilerine yakışır bir bağ bozumu yaparlar. İlk ürünlerinden Ankara yoluna çıkıp, arabaları durdurup, saçı yaparlar. Pekmez kaynatır, şarap yaparlar. Ama mutlulukları çok sürmez.
Bir akşamüstü, köye havadan ka­ra bir şey düşer. Düşen şey, meteoroloji gözlem aracıdır. Köy­lü, çok çekinir ve bu yabancı cisimden korkarlar. Bu cismi okulun bir odasına kapatırlar. Bu bir uğursuzluk emaresi gibidir.


DEVAMI KİTABIMIZDA...




KİTAPTAN NOTLAR

Olay örgüsü, Kır Abbas, Eğitmen Rıza ve Muhtar Battal etrafından biçimleniyor. Köye gelip gidenleri, diğer köylüleri de sayarsak, oldukça kalabalık ama bir o kadar da sade bir kahraman kadrosu eşlik ediyor romana. Çok istekleri olmayan, sade, oyun hile bilmeyen, çalışkan, devletten çekinen bir Anadolu köylüsü çıkıyor karşımıza.

Romanda yazarın kullandığı dil öyle güzel kullanılmış ki; yazarın bu konudaki başarısına hayran kalmamak elde değil.  Romana başlamadan önce yazar tarafından yazılmış “Yılanların Öcü” kitabının filminden sonra yaşadıkları ve kitabı yazamaya nasıl karar verdiğini yazısı ilgi çekici bu yazı kitabı bence daha anlamlı kılıyor.

Yazar kitabında kaplumbağaları ve onların köylüyle iç içe geçmiş yaşantısını çok güzel anlatır. Kır Abbas’ın bir anlık öfkeyle, ters çevirip, sıcakta ölümüne sebep olduğu, yine Kır Abbas’ın torununun beşiğine asmanın uğurlu sayıldığı için öldürdüğü yavru kaplumbağalar, Kır Abbas’ın kaplumbağa benzeyen gözleri, kaplumbağa sırtına benzetilen eller…

Yazarın kaplumbağa alegorisini sıklıkla kullanması, kitabına adını vermesinin altındaki sebep acaba nedir diye merak ettim. Aklıma, devlet işleyişindeki yavaşlığa gönderme olarak Osman Hamdi tarafından yapılan "Kaplumbağa Terbiyecisi" gelince acaba yazar bir gönderme mi yapmış diye düşünmeden edemedim. Bir taraftan da kaplumbağanın direnci, uzun yaşaması, küçük ama emin adımlarla ilerleyişini acaba köylülere mi benzetti diye düşündüm.



Söz etmeden de geçemeyeceğim. Tasvir yapan, uzun uzadıya anlatım, açıklama yapan pek çok başarılı yazar vardır. Ancak diyalog yazmak bence ayrı bir ustalık gerektirir. Yazarın ikili ve çoklu diyaloglardaki başarısını takdir etmemek elde değil. Kitaptaki diyaloglar ayrıca hoşuma gitti. 

(...)"Büyükle büyük, küçükle küçük olsun. Gönül kibir tanımasın. Düşenlerin, darda kalanların dostu olsun. Unutulmuşların, aranıp sorulmamışların, gariplerin arkadaşı olsun. İşleyecek işi, herkesle yiyecek aşı olsun. Büyüsün, iyi bir insan olsun. Adı da, bağlar yeşerince doğdu, Yeşer olsun!"

(...)"İyi ad!" dedi Cennet Kadın. "Ama duyulmamış!" 

(...)Yüreğimin derinlerinden söyledim. Duyarak söyledim. Nasıl duyulmamış! Duymayan duysun! Yeni doğan torunumun adı Yeşer olsun!” (Sayfa 159) 


YENİ KİTAPLARLA GÖRÜŞMEK ÜZERE...

20 yorum:

  1. Kitabın konusu ilgi çekici gözüküyor devamı kitabımızda yazısına gelince bir üzüntü oluştu :D listeye ekleyelim :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kesinlikle cumhuriyetin yeni kurulduğu dönemlere ışık tutması bakımından ilgi çekici bir kitap. sonu da ne yazık ki buruk bitiyor biraz... :(

      Sil
  2. Kaplumbağalar romanı köy yaşantısı ve köylülerin bürokrasi karşısındaki çaresizliklerini anlatması adına çok harika bir eserdir. Tanıtım için çok teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok keyifli bir okuma oldu benim içinde... Fakir Baykurt'un tüm kitapları da farklı konular etrafında dönse de aynı ana fikre parmak basması bakımından etkileyici geliyor bana. yüzleşme gibi...

      Sil
    2. Size katılıyorum. Çok teşekkürler.

      Sil
  3. Kaleminize sağlık. Köy Enstitüleri romanı ilgimi çekti. Mutlaka okurum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bozkırdaki Çekirdek de çok etkileyici romanlarındandır yazarın. Fırsat bulursam tekrar okuyacaklarımdan...

      Sil
  4. Konusuna bakınca pek bir şey değişmemiş sanki... :(

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Değişmeyen pek çok şey var elbette ama, şimdilerde olsa medya ve kamuoyu desteği ile sonuç değişebilir gibi geliyor bana...

      Sil
  5. kitabın çıkış macerası da ilginç ve etkileyicimiş demek ki,öncesinde yaşanan kavgalar da çok ilginç geçekten..okunması gerken kitapardan biri bence,elinize sağlık..😊

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kesinlikle okunması gerekenlerden... Özellikle de yakın dönem Türk edebiyatı'na ve yakın tarihe ışık tutması bakımından...

      Sil
  6. Böyle sayfalar dolusu kitap yazıları görmek çok hoşuma gidiyor. Harika bir yazı olmuş emeğinize sağlık :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler... Her zaman beklerim... SEvgiler..

      Sil
  7. fakir baykurt ivit çok iyi yaa. mahmut makal, abbas sayar ile birlikte köy edebiyatının temsilcilerinden :) yılanların öcü güzel ivit. bikaç kitabını daha okudum. onbinlerce kağnı, onuncu köy, tırpan, ırazcanın dirliği :) bu kaplumbağaları okumadım duymadım. ama iyimiş yani baksana. konu iyi. alevi sünni ve köy. okurum bunu daaa :) bi de ne detaylı nanlatıyon ki ne güzeel :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Mahmut Makal ve Abbas Sayar okumadım maalesef. Fakir Baykurt kalemini seviyorum. Onuncu Köy aklımda olan kitaplardan... yoruma teşekkürler... Sevgiler...

      Sil
  8. Kaleminize sağlık, Köy Enstitüleri toplumun gelişiminin temel taşıdır. Bu kitabı muhakkak okuyacağım, teşekkürler..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Köy Enstitülerini anlatan kitapları okumayı, belgeselleri izlemeyi sevenlerdenim. Kemal Tahir'in Bozkırdaki Çekirdek'i tavsiye ederim.

      Sil
  9. Yazarı okumadım ama çok okumak istiyorum :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tavsiye edilir... Okuma sonrası yorumunuzu da beklerim...

      Sil

Yorum yazmak için zaman harcadığınız için Teşekkürler...

Blog sahibi olmayan ziyaretçiler Anonim'i işaretleyip, yorum bırakabilirler.

ARGO İÇEREN YORUMLAR YAYINLANMAZ.

Yorumunuz blog sahibininin onayından sonra görünecektir.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...