31 Ağustos 2013 Cumartesi

ÇEKİLİŞ SONUCU


KİTAPLARIM OLMADAN ASLA'NIN İLK ÇEKİLİŞ TALİHLİSİ 


24 Numaralı katılımcı Ada ve Deniz..

Merhaba keyifli çekilişler dilerim:)))

http://adadenizi.blogspot.com/2013/07/kitap-cekilisi.html
bloglovinde varım zaten doğal olarak izleyicinim....
saadetuslu@hotmail.com


ÇEKİLİŞ LİSTESİ

MERHABALAR;

Blog Dostlarım,

Affınıza sığınarak 1 gün gecikmeli olarak çekiliş listemi açıklıyorum... 




  1. Kitap rüyası
  2. O bir Anne
  3. hanhildem
  4. begum kerem
  5. cangz
  6. zehra
  7. Büyülü Ayraç
  8. Yasemin Canbazoğlu
  9. Zeynep tür
  10. Başak Kırmacı
  11. gülay Cansever
  12. ErenNadirAkşamoğlu
  13. miyav kedicik
  14. nil Esot
  15. Kaytan | Bir Kitap Blogu
  16. Gizem G
  17. Reyhan Ateş
  18. kitapların leydisi
  19. gül özdemir
  20. nurten yıldırım
  21. Duygu ft
  22. undenied
  23. Derya Rüya Serim
  24. ada ve deniz
  25. Alışveriş takıntısı
  26. elif sinem
  27. merve özhan
  28. Başak Yaşar
  29. hazel bağcı
  30. Şeydanur Çetin
  31. Yasemin Yiğit
  32. zeynep kb.
  33. handan
  34. sibel uymaz
  35. Grimsi
  36. ceylis
  37. Mürüvvet Tuncal
  38. mehpare01
  39. Tuğçe Ceylan
  40. Tuğçe Yalaz
  41. Min Ji Kim
  42. Khloe Clock
  43. YağmurKesiği
  44. MAVİ DÜKKAN
  45. Tuba Önde
  46. kübra gündüz
  47. Esra Ebru Bolat
  48. Fatma Nur Yangın
  49. Cansu Bıçak
  50. Saliha Temiz
  51. meral ünal
  52. Eun Hee
  53. Elif Ekici
  54. arwen
  55. pervin
  56. Şengül Altuncan
  57. KUTSAL ÇİLEK
  58. kirpik kiz
  59. Hazal Union
  60. kült ablası
  61. Kitap Kokusu
  62. Kayra Aneko
  63. Nessy Lee
  64. Kevser Caghd
  65. Ayakashi
  66. emine yildiz
  67. Gizem :)
  68. 7tepe
  69. ecemnur orhan
  70. Asosyal Varlık
  71. FURKAN YERLİKAYA
  72. Kübra Winchester
  73. Shosei San
  74. pelin b
  75. Funky Town
  76. Sengül Sevda
  77. merve kayhan
  78. Lux Serisi
  79. Tawannanna
  80. kissableblack
  81. Betül Boğa
  82. Lucy Hale
Not: 4. sıradaki arkadaşım KIZIMIN CİCİLERİ'ne yorum bırakmış.. 

18 Ağustos 2013 Pazar

AYŞE KULİN - UMUT - HAYAT AKAN BİR SUDUR

MERHABALAR;

Bir önceki yazımda paylaşmış olduğum "VEDA - ESİR ŞEHİRDE BİR KONAK" adlı kitabın ardından Veda'nın devamı niteliğindeki "UMUT - HAYAT AKAN BİR SUDUR"u  paylaşmak üzere sizlerleyim... 


ARKA KAPAK

Osmanlı'nın gözdesi Bosna bir imza ile elden çıkarken,Kulin ailesi Bosna'dan İstanbul'a göç ediyor, çöken imparatorluğun son maliye nazırı Ahmet Reşat sürgüne gidiyordu.


Sabahat ile Aram'ın aşkı ise tehcir olaylarının acısına yenik düşmeyecekti.

Yeni bir cumhuriyet, yeni bir şehir ve yeni bir yuva kurulurken hayat hep akan bir suydu Sitare, Muhittin ve herkes için...

Savaşlar, yıkımlar, sürgünlerin ardından Umut geliyor.

Umut "Hayat Akan Bir Sudur"'da Kulin, Veda ile başladığı Osmanlı ailelerinin yaşamına, bu kez de Cumhuriyetin yeni kurulmakta olduğu sancılı yıllarda tanıklık ediyor. Akıp gitmekte olan günlük hayat derinden değişmekte, bu değişim aşklara, dostluklara, aile ilişkilerine, her şeye yansımaktadır.

Ayşe Kulin, bir kez daha okurlarına ellerinden bırakamayacakları, okuyup bitirdikten sonra anılarına katacakları bir armağan sunuyor. 

ÖZET:

“Veda”nın Haziran 1924’de Ahmet Reşat Bey’in Behice Hanım’a yazdığı ve Leman’la
Mahir’in kızları Sitare’nin doğumunu müjdeleyen mektupla bitmesinin ardından “Umut”5 Ekim 1908’e geri dönerek başlıyor.

Bu başlangıç bize Ayşe Kulin’in baba soyu olan Boşnak ailenin İstanbul’a alışma çabalarını ve uyum sürecinin sancılarını gözler önüne seriyor. Boşnak Beyi Zeki Salih Bey, Bosna’nın karışmaya başlamasından dolayı, hanım Gül’ün ısrarına dayanamayarak İstanbul’a göçmüştür. İstanbul’a alışma sürecinde Bosna’nın tek kurşun atılmadan masa üzerinde Osmanlı topraklarından çıktığı ve Avusturya- Macaristan topraklarına katıldığı haberi ile sarsılan aile ve Boşnak Beyi Zeki Salih Bey için gelecek günler pek çok olaya gebedir.

Öncelikle her hangi bir işte daha önce hiç çalışmamış olan, Bosna’da geniş topraklara sahip olan ve yalnızca Boşnak Bey’lerinin kendi aralarında yazışmalarında kullandıkları bir yazıyı bilen, ağır şivesi dolayısıyla akrabaları hariç herkesle iletişim kurmaktan çekinen Zeki Salih Bey ve ailesi için zor günler başlar. Bosna’daki adetleri devam ettirememeleri de ayrıca Zeki Salih Bey için çok üzücüdür.

Ardından 1928 yılına ve Ahmet Reşat Bey’in konağında devam eder romanımız. Aradan yıllar geçmiştir, Ahmet Reşat Bey’in sürgünlüğü devam etmektedir. Çok geçmeden Ahmet Reşat Bey de sürgünden döner ve Ahmet Reşat Bey’in yeni rejime ve inkılâpların hızına, İstanbul’un değil de Ankara’nın baş kent olmasına alışma süreci başlar.


Ayrıca Leman’la Mahir’in ardından Suat da evlenmiş, Bülent İsminde bir oğlu olmuştur. Evin en küçük kızı Sabahat‘i genç bir kız halini almış, Mehpare ve oğlu Halim‘i ise konaktaki hayatlarına devam etmektedir. Saraylı Hanım’ın Kemal’in ölümünün ardından başlayan hastalığı iyice ilerlemiş, davranışları iyice çocuklaşmış bazen de söz geçirilemez hale gelmiştir. Bu arada Behice’nin annesinin vefatından sonra kendisine annelik eden teyzesi Neyire Hanım da konakta Ahmet Reşat Bey’lerle yaşamaya başlamıştır. 
Bunlar olurken Mehpare oğlunun sevgisini konaktakilerle paylaşmamak için Galip Bey’le evlenip evden ayrılır. Çok geçmeden de hamile kalır. Ali ismini verdiği bir oğlu olur. Suat’ın ikinci oğlu Rasin ile Ali hemen hemen aynı dönemlerde doğmuşlardır. Bu esnada Ahmet Reşat Bey’in çok taraftarı olamamasına rağmen Ada’daki evlerinde Sitare’nin 15. Yaş günü hazırlıkları devam etmektedir. Konakta yaşam tüm hızıyla devam etmektedir.
Sabahat’ın arkadaşı Aram, evdeki çocuklara Sitare ve Bülent’e ders vermeye başlamasıyla eve gelişleri sıklaşır. Sabahat ve Aram arasında filizlenen aşk Üniversite yıllarında karşılıklı itiraf edilir. Ancak Ahmet Reşat Bey Aram’ın Ermeni olmasından dolayı Sabahat ve Aram’ın ilişkilerine şiddetle karşıdır. Hatta kızı Sabahat’la girdiği tartışmadan sonra intihara bile kalkışır. Mahir ve Hilmi’nin fikri ile askere henüz gitmemiş olan Aram’ın askere, Sabahat’ın ise Kıbrıs’a gönderilmelerine rağmen Sabahat- Aram aşkı mektuplarla devam eder.
Bu arada Kulin ailesinin en küçüğü Muhittin büyümüş, okumuş ve Ankara Belediyesi’nde mühendislik yapmaya başlamıştır. Suat kocası Hilmi ile kocasının görevi nedeniyle Ankara’ya taşınmıştır.
Çok geçmeden Leman’ın kocası Mahir hiç beklenmedik bir şekilde vefat eder. Konak kırk gün boyunca taziye ziyaretine gelenlerle dolup taşar. Suat ve Hilmi Ankara’ya dönerken bulundukları ortamdan uzaklaştırmak için Leman ve Sitare’yi ile beraberlerinde götürürler. Bu esnada Sitare on sekize basmak üzeredir. Burada Sitare Muhittin ile tanıştırılır. Çok geçmeden evlenirler. Muhittin ve Sitare Ankara’da Soysal Apartmanı’nda yaşarlar. Çok geçmeden Sitare hamile kalır.
Bu arada daralan aileye geniş gelen Beyazıt’taki konaktan Nişantaşı Narmanlı’daki bir apartman dairesine taşınır Ahmet Reşat Bey ve ailesi.
Zorlu hamilelik sürecinden sonra Sitare kolay ama biraz erken bir doğum yapar. Sarışın renkli gözlü bir Boşnak bebeği doğurur. Suat teyzesi ona kendi göbek adını verir “Ayşe”. Yeni doğan bebeğin ikinci bir ismi taşımayacak kadar minik olduğunu düşünen Muhittin kızına başka isim koymaz.
Ayşe ile Muhittin zaman zaman içine düştüğü “umutsuzluk” un içinden bir ışık görmüş gibi olur. Kızı büyüyene kadar okulsuz tek bir kasaba, okuma yazma bilmeyen kimse kalmayacaktır.
Sitare’nin doğumuyla biten Veda’nın ardından Umut da Ayşe doğumuyla sonlanır. 

KİTAPTAN NOTLAR:
Öncelikle kitabın kapağından başlamak istiyorum yorumlamaya. Kitabın kapağını Ayşe Kulin’in babası Muhittin Bey ve annesi Sitare Hanım’ın fotoğrafları süslüyor. Kapak tasarımı ilk kitapta olduğu gibi Utku Lomlu’ya ait. Kapağı çok beğendim doğrusu. Ama keşke orijinal fotoğraflara sadık kalınarak siyah-beyaz çalışılsaydı demeden de geçemeyeceğim.
 Ayşe Kulin‘in ilk kitapta tanışmış olduğum üslubu, sade ve sürükleyici dili bu kitapta da hâkim. Bu kitabın tabiri caiz ise su gibi akmasını sağlamış. Balkan harbi ve Saray Bosna’nın düşüşünü Kulin ailesinin gözünden anlatılırken çizilen tablo karşısında göz yaşlarımı tutmakta zorlandım doğrusu. Özellikle Zeki Salih Bey'in aşağıdaki cümleleri çok etkiledi beni. 
“Annenizle benim iki vatanımız oldu. Birinde doğduk, diğerinde öleceğiz. Sizin tek bir vatanınız var. Bu vatanı çok sevin, dağını taşını her şeyden çok, hatta kendinizden de çok sevin ki kimse gelip elinizden almasın. İlerde, ihtiyar olduğunuzda inşallah, emrihak doğduğunuz toprakta nasip olsun sizlere. Babalarının sesi titriyordu.
Nusret, saadet ve henüz beş yaşında olmasına rağmen Muhittin o gün, vatanın asla kaybedilmemesi gereken çok değerli bir şey olduğunu, yüreklerinin bir köşesine kazıdılar.” (Sayfa 5 )
Cümleleri duygularımın doruğa çıktığı yerler oldu. İlk 16 sayfa boyunca Zeki Salih Bey’in vatan hasreti iliklerime kadar işledi. Bir de daha önce Ahmet Reşat Bey’in ailesine yabancı olmadığım için yeni tanıştığım ailenin dramı daha da ilgimi çekti. Belki de benim anne tarafımda hemen hemen aynı tarihlerde, Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan etmesinden önce Türkiye’ye göç etmesinden bir bağlantı kurdum.
“… Bütün bu vasıflar Zeki Salih Kulinoviç’in, İstanbul’da hiçbir işine yaramadı. Çalışmayı bilmiyordu. Boşnak beylerinin aralarında yazışırken kullandıkları eski Boşnak alfabesinden başka yazı da ilmiyordu. Zeki Salih, İstanbul’da bir hiçe dönüşmüştü. Travnik’te, Banya Luka’da ve Saraybosna’da yürüdüğü yollarda herkes kenara çekilip saygıyla önünü iliklerken, İstanbul’da görünmez adam olmuştu. Ağır Rumeli aksanını düzeltemediği için, alışveriş ederken dahi İstanbulluların kendiyle dalga geçmesinden çekiniyor, akrabalarının dışında yeni dostlar edinmiyor, çok az konuşuyor ve daha da içine kapanıyordu.” (Sayfa.11)
Bir de Cumhuriyet döneminin heyecanını, Ahmet Reşat Bey ve ailesi ile birlikte yaşamak son derece heyecan vericiydi. Ahmet Reşat Bey’in yerine kendimi koyduğumda, giyimden kuşama, yaşam şekline yapılan inkılaplara uyum çabalarını onlarla aynı zamanda yaşıyormuş hissi yaratıyor kitabımız. Kitabın akıcılığı içerisinde yok olup giderken elimden bırakamadığım kısa sürede okuduğum bir kitap oldu benim için.
Bir de değinmeden geçemeyeceğim konu Aram Sabahat aşkı elbette. Aram’ın Sabahat ile sokakta görüldüğünde sırf Ermeni olduğu için Türklerce dövülmesinin ardından Aram’ın annesinin ağzından 1915 Ermeni olaylarına da giriş yapılıyor. Ancak kitabın sonlarına doğru Aram Sabahat aşkı üzerinde fazla durulmaması, ancak kitabın başındaki soy ağacında Aram ve Sabahat’ın Filiz isimli bir kızlarının olması bu aşkın sonunu mutlu gösterse de mutlu sona ulaşırken gelişecek olaylar;  bir sonraki kitaba merak öğesi olarak aktarılanlardan.
Soyağacı demişken söylemeden geçemeyeceğim; kitabın başındaki her iki aileye ait soyağaçları okuma esnasında rehber görevi görüyor, ama Neyire hanım ve Saraylı Hanım’ın yer aldığı soyağacına karşılık; Kulinlerin soyağacında büyükanne Vasfıy’anım’ın unutulması da küçük bir ayrıntı. 
YENİ KİTAPLARLA VE PAYLAŞIMLARLA GÖRÜŞMEK DİLEĞİYLE...

13 Ağustos 2013 Salı

AYŞE KULİN - VEDA - ESİR ŞEHİRDE BİR KONAK

MERHABALAR
Sevgili Kitap Dostları; 

Son dönemlerde okuyup paylaştığım Fantastik romanların ardından gerçek dünyaya, Realist bir romanla dönüyorum.Sizlerle paylaşmak istediğim roman; 
Ayşe KULİN'in "VEDA - ESİR ŞEHİRDE BİR KONAK" adlı eseri. 


ARKA KAPAK

Ayşe Kulin, Osmanlı İmparatorluğu’nun son günlerinde, işgal altındaki İsianbul’da bir konakta yaşananları anlatıyor bu kez. Son Maliye Nazırı ve ailesi aracılığıyla o dönemin resmini çizen Veda, çökmekte olan bir tarih ile yeni bir gelecek arayan Milliciler arasında sıkışan o dönem Osmanlı aydınının da öyküsünü dile getiriyor.

Ayşe Kulin’in her zamanki ustalıklı ve sürükleyici üslubu ile okurlarının elinden bırakamayacakları bir kitap bu. Günümüz Türk edebiyatında neredeyse eşsiz olan, biyografik veriler ile roman tekniğini birleştirmekteki ustalığını bir kez daha sergileyen Kulin, bu kez bir İstanbul öyküsü ile bir imparatorluk tarihini birlikte ele alıyor.


GELELİM ÖZETİMİZE...

ÖZET
İlk defa Ekim 2007’de Everest Yayınları tarafından basılan, 24 bölümden ve 390 sayfadan oluşan romanımız, İstanbul’da vakitsiz yağan bir kar manzarası ile başlar. 

“Kar, mevsimi geçtikten sonra yağdı mıydı, haşmetini kaybederdi. Uzun ve zorlu bir kışın sonunda, çiçeklerin açması beklenirken zamansız gelen kar, İstanbul’u sedef rengi masal şehre dönüştüreceğine, çamurlu yolların ve boyası aşınmış ahşap evlerin üzerinde toz şekeri serpiştirilmiş gibi eğreti duruyordu.”

Osmanlı imparatorluğunun son günlerinde, Mondros Ateşkesi’nin imzalanmasının ardından işgal altındaki İstanbul’da son Maliye Nazırı Ahmet Reşat Bey’in sahibi olduğu Beyazıt’taki bir konakta yaşananlar anlatılmaktadır romanda.

Konakta; ailesi nesillerdir saraya sadakatle hizmet etmiş olan Ahmet Reşat Bey, eşi Behice Hanım, kızları Leman ve Suat, Ahmet Reşat Bey’i yetiştirmiş olan yaşlı teyzesi Saraylı Hanım, çocukların bakımıyla ilgilenen, uzaktan akrabaları Mehpare ve evdeki diğer görevliler yaşamaktadır.

Aynı zamanda Ahmet Reşat Bey’in izni ve haberi olmaksızın Saraylı Hanımın Sarıkamış gazisi torunu Kemal de çatı katında hasta bir biçimde yaşamaktadır. Kemal’in varlığından Ahmet Reşat’a haber verilmeme sebebi; Kemal’in önce İttihatçılarla ardından Milliciler’e katıldığı için İşgal kuvvetlerinin arananlar listesinde olmasından kaynaklanmaktadır. Arama sırasında evde bulunması Ahmet Reşat ve ailesi için tehlike arz etmektedir.

Ahmet Reşat Bey vekâleten “Maliye Nazırlığı” gibi dönemin önemli mevkilerinden birinde bulunmaktadır. Ahmet Reşat’ın gönülden bağlı olduğu memleketinin başkenti güzel İstanbul iki yıldır işgal altındadır. Ankara’daki hükümetin ise başarılı olup olamayacağı belli değildir.

Tüm bunlar olup sürerken konaktaki hayat da elbette İstanbul’un içinde bulunduğu durumdan etkilenmektedir. Ahmet Reşat’ın karısı Behice bu sıkıntılı dönemde bir taraftan kocasına destek olmaya çalışırken bir taraftan da kocasıyla yaşadığı eski mesut günlerin özlemini çekmektedir. Aynı zamanda İşgal Kuvvetleri tarafından da aranan Kemal’in evde kalışının Ahmet Reşat tarafından da öğrenilmesiyle evdeki sıkıntı daha da artmıştır.    

Aynı dönemlerde Kemal’e bakmakla görevli olan Mehpare arasında yakınlaşma başlamaktadır. Bu dönemde Kemal hasta olduğu için Milli mücadeleye eve sıklıkla girip çıkan Doktor Mahir’in getirdiği yazıları tercüme etmekle hizmet etmektedir. Kemal’in gözüne girmeye çalışan Mehpare de zaman zaman Kemal’e yardım etmektedir.

Bu sırada Ahmet Reşat Bey; Maliye Nazırlığına asaleten atanır. Bu evde geçici de olsa sevinç hâkim olur. Ev halkı Ahmet Reşat’ın görevini kutlamaya gelenlerle meşgul olur. Konağa yapılan tebrik ziyaretleri, özellikle de Ziya Paşa’nın eşinin ve kızı Azra’nın ziyaret öne çıkar.

Azra’nın vefat eden ağabeyi ile Kemal yakın arkadaştırlar. Aynı zamanda Azra Hanım ve Kemal vatanı kurtarmak için aynı görüşleri paylaşmaktadırlar. Aynı dönemlerde Mehpare ile Kemal’in arasındaki ilişki tutkulu bir aşka dönüşür.

Konakta bunlar olup giderken; Meclis basılır ve tutuklamalar başlar. Kemal’in konakta bulunması ev halkı ve özellikle de Ahmet Reşat için tehlike arz etmektedir. Kemal’e kadın kıyafetleri giydirilerek Ziya Paşa’nın konağına götürülür. Mehpare için bir taraftan Kemal’i kurtarma düşüncesi varken, bir taraftan da Azra Hanım’ı kıskanır. İlerleyen dönemde Kemal’le Azra’nın sadece arkadaş olmaları Mehpare ile Azra’nın iyi birer dost olmalarını sağlar. 


 Ardından Ahmet Reşat Bey yeni kurulan Damat Ferit hükümetinde görev alır. Hal böyleyken; evde de Ankara Hükümetini destekleyen Kemal ile İstanbul Hükümeti’nde görevli olan Ahmet Reşat Bey arasındaki siyasi tartışmalar tüm hızıyla devam etmektedir.

Kemal ile Mehpare arasındaki tutkulu aşk bu sıralarda meyvesini verir ve Mehpare hamile kalır. Saraylıhanım da bu durumu fark eder. Kemal ise artık iyileştiği için Milli Mücadelede daha etkin bir görev almak üzere arkadaşı Doktor Mahir'in yardımıyla Anadolu'ya geçer ama gitmeden önce dayısından izin alarak Mehpare ile evlenir. Evlerine İşgal Kuvvetleri tarafından konulduktan sonra Azra da Kemal’le aynı dönemde Anadolu’ya geçer. Ardından Antep’te görev alır.

Mehpare ile aynı dönemde Behice de üçüncü çocuğuna hamiledir. Behice’nin de Sabahat ismini verdikleri üçüncü bir kızı olur. Mehpare’nin hamileliğinin son dönemine ulaşıldığında Kemal’in telgraf ağı kurmak görevi ile Eskişehir'e gidişinden bir süre sonra konağa şehit olduğu haberi ulaşır. Bunun üzerine Mehpare erken doğum yapar. Bir oğlu olur. Adını Halim koyar. Saraylı Hanım torunun ölümün kabullenmez ve akli dengesini kaybeder. Hala Kemal yaşıyormuş gibi davranır.

Milli mücadele, ülkenin işgalden kurtuluşu ile sonlanır, Padişah Vahdettin’in son selamlığını yapmasıyla bir devir kapanır. Padişah ülkeyi terk eder. Ankara Hükümeti zaferini ilan eder. Savaşta Milli Ordunun yanında yer almayanlar Ankara hükümeti tarafından vatan haini ilan edilir. Ahmet Reşat Efendi de vatan haini ilan edilme tehlikesiyle karşılaşır ve sürgüne gitmek zorunda kalır. İstanbul’dan ayrılırken ailesini Doktor Mahir’e emanet etmek istemektedir. Bunun üzerine Mahir uzun süredir sakladığı duygularını açıklar. Ahmet Reşat’ın büyük kızı Leman’a talip olur. Hemen akşamı nikâhları kıyılır. Ahmet Reşat Bey’in İstanbul’dan “Elveda Şehrim” sözleriyle ayrılır.

Roman Ahmet Reşat Bey’in Behice’ye Bükreş’ten gidişinden iki yıl sonra yazdığı bir mektupla sonlanır. Mektupta Leman’ın kızı Sitare’nin doğumuna çok mutlu olduğu ancak yanında olamadığı için de üzüntüsünü belirtmekte, vatan hasretini dile getirmektedir.

 KİTAPTAN NOTLAR:
Ayşe Kulin'in aile hikâyesini üç nesil öncesinden başlayarak annesinin dedesinden başlayarak aktarmaya başladığı dörtlemesinin ilk romanıdır VEDA “ESİR ŞEHİRDE BİRKONAK”.  Yazarın büyük dedesi Ahmet Reşat Bey’e ve annesi Sitare Hanım’a ithaf ettiği roman, yazarın ailesine yönelik biyografik özellikler taşımaktadır.
Romanın üçüncü tekil kişi ağzından anlatılmaktadır. Roman boyunca bazı bölümlerde Ahmet Reşat Bey öne çıkarken; sırasıyla hemen hemen tüm karakterler öne çıkmaktadır.

Azra’nın evine kaçış sırasında Kemal, bir süre bir tünelde soğuk zeminde yatmak, saklanmak zorunda kalır. Bu esnada Sarıkamış’ta yaşanan kötü günlerin acı hatıralarına sürüklenir. Romanda  “Beyaz Ölüm” adı verilen bölüm Kemal’in Sarıkamış ile ilgili kötü anılarını son derece canlı bir biçimde anlatmaktadır. Bir ara benim de içim titremedi desem yalan olur. 110- 119 sayfaları arasında devam eden bu bölümden en beğendiğim kısımları paylaşmak istiyorum sizlerle.. Gözyaşları içinde okuduğumu bilmem söylememe gerek var mı?

Beyaz Ölüm

“Uyumak, ölmeye yatmak demekti Sarıkamış’ta. Askerlerin böyle yüzükoyun karın üzerine yan yana uzandıklarında, uyumamak için sürekli birbirlerini dürtükledikleri, lafa tuttukları günleri, geceleri hatırladı Kemal. Kar altında uykuya dalmak, dünyanın en güzel, en tatlı, en keyifli ölümüydü. Acısız, sızısızdı. Sessiz sedasızdı. Kendini uykuya çabuk bırakana, beyaz bir kedi gibi yumuşacık gelir, incitmeden alırdı canı. Uykuya direnenin karşısına ise gelinliğini giymiş, duvağını takmış, dünya güzeli bir kız suretinde belirirdi beyaz ölüm. El ederdi göz kırpardı duvağını aralar muhteşem kara gözlerini, eteğini kaldırır; diri bacaklarını; yakasını indirir, dolgun memelerini gösterirdi. Karşı koyamaz, şehvetle koşarlardı gencecik canlar bu beyaz gelinin kollarına.
Uyumamayı becerebilmek kafa tutmaktı, direnmekti beyaz ölüme.
Çok az insan başarabilmişti karşı koymayı.” (110-111)

“Ne kadar anlatsam yüreğimdeki yarayı göremezsin, isyanımı anlayamazsın. Arkadaşlarımın donarak öldüğü, aç kurtlara ve Ermeni çetelere yem olduğu o seferden beri, beni acıtan bambaşka bir şeydir Mehpare. Vatan için donaydık, vatan için öleydik gam yemeyecektim. Bizler, o karlı dağlara tırmandık, bilir misin? Ruslarla savaşan Almanların hatırı için. Rus kuvvetlerini peşimize düşürelim de Alman askerleri rahatlasın diye bir Şark cephesi açması için baskı yapıldı Osmanlı’ya. Enver delisi sürdü bizleri beyaz cehenneme, doksan bin genç adamı, gözünü kırpmadan sürdü dağlara. Arap çöllerinden gelenler üzerlerinde incecik kumaştan üniformalarla, bizler ayağımızda kösele postallarla karın üzerinde günlerce yürüdük. Rüzgârda buzdan kalıplara dönmüş kaputlarımızın içinde, kollarımızı kıpırdatamıyorduk. Buz tabutlara konmuş gibiydik. Eldivenlerimizin içinde, parmaklarımız önce üşüdü, sonra yandı acıdan, daha sonra hissizleşip dondu. Dövüşmeden, bir kurşun atmadan teker teker dondurdu bizi. Öldürdü bizi Enver” (111-112).


 Roman aynı isimle ekranda yerini almış, reyting canavarına kurban gitmeden öncede sanırım 7-8 bölüm kadar da yayınlanmıştı. Benim yazara tek eleştirim bu yönde olacak. Ayşe Kulin kurgu da ailesinin romandakinden farklı gösterilmesine neden izin vermiştir. Örneğin; dedesinin dizide yabancı bir kadınla birlikte olduğunun gösterilmesine neden izin vermiştir. Bu şekliyle romanda gözümüzde canlanan Ahmet Reşat görüntüsü ile tezatlık oluşturulmuştur.

Ayrıca yapımcı kastı seçerken sanki piyasada hiç oyuncu yokmuş gibi romandaki fiziksel özelliklere zıt karakterler seçmede ısrarcı olmuştur. Örneğin; sarışın olduğu sıklıkla belirtilen Behice ve kızlarını özellikle daha esmer seçmesi gereksiz olmuş. Romanı okuduktan sonra doğrusu dizinin ekrandan kalkmasına üzülmedim.

Roman yeterince sürükleyici ve konusu etkileyici iken; dizilerde konu yaratmak adına ısrarla karakterleri değiştirmek ve kişiliklerini daha izlenir hale sokma çabasını özellikle de klasik olma yolunda ilerleyen bir eserde yapılmasını gereksiz görüyorum. Bence orijinal haliyle roman daha izlenir olurdu. 

YENİ PAYLAŞIMLARLA GÖRÜŞMEK DİLEĞİYLE...

11 Ağustos 2013 Pazar

GÜLŞAH ELİKBANK - GÜNEBAKAN ÜÇLEMESİ - KIZIL ÖLÜM


MERHABALAR 
SEVGİLİ BLOG DOSTLARIM;

Daha önce ilk iki kitabını paylaştığım Gülşah ELİKBANK'ın Günebakan Üçlemesinin üçüncü ve son kitabını paylaşmak istiyorum sizlerle... 

"KIZIL ÖLÜM"







ARKA KAPAK:

Fantastik Edebiyatın Genç ve Güçlü Kalemlerinden Gülşah Elikbank'ın hayat verdiği ve gençler arasında kısa sürede efsaneleşen Günebakan Üçlemesi son buluyor.


Kararsızlık kör bir bıçak gibidir, kestiği her şeyi parçalar ve yırtar.
Öyleyse bir karar vermeliydi Nil! Aşkı ve yaşamı arasında ya da belki kaderi ve ailesi arasında...


Nil ve arkadaşları kasabadaki laneti ortadan kaldırmayı başarabildi mi?


Nil'in kalbinin yaptığı seçim, onları nasıl etkileyecek? Fimes'in aşkında geri adım atmaması işleri nasıl değiştirecek?
Aydınlığın Şövalyesinin kılıcı Supay'ın karanlık gücü karşısında yeterince güçlü olacak mı?


Kızıl Ülke'nin kapıları lanetlenen ırklara açılacak mı?
Siyah Gül, Supay'la olan yüz elli yıllık hesabını kapatabilecek mi?


Geç kalınmış pişmanlık,
Ana rahmindeki yalnızlık,
Dile gelmiş işte; sonsuz ayrılık...


Unutmayın!
Her şeyin, küçük bir başlangıcı vardır.



ÖZET:

Siyah Nefes romanıyla başlayan Günebakan Üçlemesi, Mavi Dağ’ın ardından son kitap Kızıl Ölüm ile sona eriyor. Nil ailesinin sırlarıyla yüzleşmiş, ağabey Rodin yani Aydınlığın Şövalyesi bedenine kavuşmuştur.

Nil’in tüm arkadaşları İdmonlar tarafından Çelik Kule’ye kaçırılmıştır. İdmonların lideri Levitson arkadaşlarına karşılık Nil ile evlenmek ve Nil’in sahip olduğu Kızıl Ülkenin Anahtarına sahip olmak istemektedir.

Nil, Rodin, Nisa ve daha önce gruptan ayrılmak zorunda kalan Logis; Levitson’dan arkadaşlarını kurtarmak için bir plan yaparlar. Nil evlenmeyi kabul etmiş gibi yapacak, düğün esnasında da arkadaşlarını kurtaracaklardır. Plan başarılı olur. Çelik Kule’den kaçarlarken onlara Levitson’un babalarından nefret eden iki kızı da katılır.

Bu şekilde kasabaya ulaşırlar. Ölüm melekleri tarafından canlandırılan Sumara da Nil ve arkadaşlarına katılır.  Artık gerçek düşmanları Supay’la yüzleşmeleri gerekmektedir. Ancak yüzleşecekleri başka bir gerçek daha vardır. Miranda, Supay ve Sumara ile ilgili gerçek çok farklıdır.

Kıyasıya savaşı Nil ve arkadaşları kazanır.  Nil savaş sonunda gerçek annesine de kavuşur. Ama Kayra’yı kaybeder. Ama roman burada bitmez…



Dahası romanımızda…



KİTAPTAN NOTLAR:
Kızıl Ölüm Günebakan Üçlemesi’nin son kitabı. Kızıl Ölüm’de serinin ilk kitabı Siyah Nefes’ten bu yana ortaya çıkan sırlar yavaş yavaş çözüme ulaşır.  Kızıl Ölüm’de Nil annesi ve babasıyla, Aneko Annesi Miranda ve babası Supay’la, kasabanın lanetlenmesine sebep olan Miranda; Supay, Sumara kızı Aneko ve diğerleriyle yüzleşmek zorunda kalır.

Romanda pek çok insanın gerçek yüzü ortaya çıkar. Soru işretleri yanıt bulur.

Sonuç olarak dil ve anlatım bakımından beğendiğim, kısa sürede tamamladığım bir seri oldu. 

Okuduğum ilk Fantastik edebiyat ürününü beğendiğimi söyleyebilirim ve Fantastik Edebiyat türünü seven arkadaşlarıma tavsiye edebilirim.



3 Ağustos 2013 Cumartesi

GÜLŞAH ELİKBANK - GÜNEBAKAN ÜÇLEMESİ - MAVİ DAĞ

MERHABALAR;

Sevgili Kitap Dostları, 


ARKA KAPAK

Türk Fantastik Edebiyatının güçlü kalemi Gülşah Elikbank yine kendine has bir dünya yaratmış, Mavi Dağ’da

Kasabaya çöken lanetten kurtulamadan gözlerini “gerçek” hayatta açan Nil ve Kayra’nın macerası sizleri de Mavi Dağ’a sürükleyecek.

Siyah Nefes isminin gizemi çözülürken, bambaşka gizemler serpilecek yolunuza, Supay’ın karanlık güçleri çoğalırken Günebakan Nil ve arkadaşları Ruhlar Konseyinin karşısında.
Üstelik Nil ve Kayra’nın efsaneleşe aşkı hiç beklemediği bir tehtidin pençesinde.
Kader, ayağımızdaki pranga mıdır? Aşk, savaşmanın en yalın haliyse eğer; kim karşısında durabilir bu savaşın?

Birini kaybetmek, onsuz yarım kalmak mıdır yoksa asıl olan onsuz yok olmak mıdır? Her sayfasını merakla çevireceğiniz Mavi Dağ’da heyecan hiç bitmeyecek. 


ÖZET

Günebakan Üçlemesinin ilk kitabı Siyah Nefes’in sonunda Nil’in laneti kaldırmak uğruna yaptığı fedakârlığın ardından; lanetin ortadan kalkmaması bir yana Nil ve arkadaşları kendilerini gerçek hayatta bulurlar.

Nil ailesinin yanındadır ve tüm arkadaşlarının da bir ailesi vardır. Her biri sanki doğduğundan beri aileleri ile birlikte gibidirler. Aneko bir huzur evindedir, Kayra bir üniversite’de öğretim görevlisidir. Fimes Aneko’nun yaşadığı huzur evinde çalışmaktadır. Noran ve Sofis de evlenmek üzeredir.

Noran ve Sofis’in nikah akşamı Supay harekete geçmiş ve Nil ve arkadaşlarının ailelerini kaçırıp kasabaya götürmüştür. Kasabaya girişin tek yolu Mavi Dağ’dan geçmektedir.

Nil ve arkadaşları Mavi Dağ’a doğru yola çıkarlar.  Nil  bu yolculuk sırasında uzun zamandır haber almadığı babası ve öldüğünü sandığı kardeşi ile karşılaşır.  Kasabanın kurtuluşu için onlara Aydınlığın Şövalyesi de katılır. 

Aşkına karşılık bulamayan Fimes, Nil’den vaz geçmek niyetinde değildir. Ancak Nil Kayra aşkı birçok yeni olaya gebedir. 


KİTAPTAN NOTLAR

Fantastik tür daha önce de paylaştığım gibi ilk defa okuduğum bir tür. Her ne kadar okuduğum bazı romanlarda fantastik unsurlar aralara serpiştirilse de tamamen fantastik bir dünyanın ve fantastik kahramanların yer aldığı okuduğum ilk roman. 

Serinin ikinci kitabında da heyecan ve gerilim devam etmekte. Ve ilk kitabın adı olan “Siyah Nefes” açıklanmakta. Ben Siyah Nefes’in Supay’ın gölge bulutuna benzer bir yaratık ya da buna benzer bir canlı olduğunu düşünmüştüm ilkin. Ancak “Siyah Nefes”in Nil’in yakalandığı bir hastalık olması ilginç olmuş.

Fantastik ögeler yine çok yerinde ve güzel kullanılmış. Bu ögelerden en çok  “Ruhlar Konseyi” ilgimi çekti doğrusu.

Bir de yazarın cinsel ögeler olmadan da tutkulu bir aşkı çok güzel anlatması çok hoşuma gitti. Bu durumun romanın akışına olumlu etkilediği görüşündeyim... 

Kendi adıma yazın sıcak günlerinde okumak için uygun olduğunu düşünüyorum. Zaten elinize alınca romanının akıcılığından dolayı elinizden bırakamıyorsunuz... 



Serinin üçüncü kitabı KIZIL ÖLÜM'le yakında görüşmek dileğiyle...

SEVGİLER...



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...