İstisnasız en sevdiğim Alman Öykü yazarı Setafan Zweıg'ın 5 öyküden oluşan, öyküler seçkisini paylaşmak istiyorum sizlerle...
ARKA KAPAK
Fransa’nın bir liman kentinin
denizci mahallesinde gezinirken duyduğu arya söyleyen sesi izleyerek tanımadığı
insanların marazi hayatlarına dalan bir gezgin; patronuna kölece bağlılığı
yüzünden korkunç bir eyleme sürüklenen karanlık, itici ve yabani bir hizmetçi;
1810 yılında İspanya’daki savaşta yaralanan, düşman bir ülkede amansız bir
hayatta kalma mücadelesine girişen bir Fransız albay; 1918 yılının bir yaz
gecesi Leman gölünde bulunup kurtarılan, ancak sonra yüreğini kavuran yurt
özlemine yenik düşen bir Rus savaş esiri; yaşıtları üniversiteye giderken hâlâ
liseye devam eden avare bir gencin öğretmeninin otoritesine isyan ettikten
sonra ödediği ağır bedel.
Zweig bu öykülerde insanı insanlıktan çıkarıp en uç noktalara sürükleyen
deneyimlerin izini sürerken, okuru da ister istemez karakterlerinin ruh
çalkantılarının içine çekiyor…
Fransa’nın bir liman kentinin denizci mahallesinde gezinirken duyduğu arya söyleyen sesi izleyerek tanımadığı insanların marazi hayatlarına dalan bir gezgin burada düşük sınıftan insanlarla ve bir kadına marazi bir bağlılık duyan bir adamla karşılaşır. Adamın anlattıklarına kulak verdiğinde ilginç bir aşkla karşılaşır.
“…0nun minnettar olduğunu ben de
biliyordum...ama...ben...ben bunu duymak istiyordum...sürekli...sürekli...onun
minnetini duymak bana iyi geliyordu...bayım, hissetmek, birinden daha iyi
olduğunu hissetmek tarifsiz iyi geliyordu...hele aslında daha kötü biri
olduğunu biliyorsa insan...” Sayfa 14
“...yabancı bir kentte yabancıydım...”(Sayfa 19)
Kütükteki adı Crescenz Anna Aloisia Finkenhuber,olan ana
karakterimiz 39 yaşındadır. Zillertal’ın
bir dağ köyünde evlilik dışı dünyaya gelmiştir. Herhangi bir özel meziyeti
olmayan, çirkince çalışmaktan kadınlık özelliklerini kaybetmiş, az konuşan,
çalışkan kız kurusu bir hizmetçidir. On iki yaşından beri hizmetçilik yapan
kadın; kazandığından biraz daha fazla kazanma amacı anayurdu Tirol’den Viyana’ya
gelir.
Evin hanımının sıklıkla yaşadığı sinir krizleri nedeniyle
sıkça hizmetçi değiştiren evde hiçbir şeye karışmayıp, işini yaparak uyum
sağlar. Bir Nüfus sayımı esnasında evin beyi Baron’un Zillertal’da avlandığını
söylemesi üzerine evin beyine karşı bir sempati duymaya başlar. Bu sempati çok
geçmeden sadık bir köpeğin sahibine duyduğu marazi bağlılığa dönüşür. Bu bağlılık,
kocası ile ilişkisi pek de iyi gitmeyen sürekli evde isteri krizi geçiren evin
hanımına karşı düşmanlık beslemeye kadar gider.
Evin hanımı tedavi için sanatoryuma yatırılır. Bu sırada evin beyi gününü gün eder. Eve pek çok kadın gelir gider. Bu suç ortaklığı Crescenz’i Baron’a daha da yakınlaştırır. Evin beyine yardım etmek ona gizli bir keyif verir. Eve gelen şen şakrak opera öğrencisi bir kadın Donna Elvira’dan esinlenerek Crescenz’ Leporella adını koyar. Barones eve geri döndüğünde tedavinin pek de faydası olmamıştır. Kadının sinir bozukluğu devam eder.
Evdeki kavgalar dayanamayan Baron; artık bu cehenneme
dayanamayacağını söyleyerek ava çıkar. Karısının havagazını açık bırakarak
intihar etmesi ile Baron’un içine bir kurt düşer. Leporella’nın karısını
öldürdüğünden emin gibidir. Hizmetçinin evdeki varlığı Baron’u rahatsız etmeye
başlar.
“Düşünürken yorulur, yavaş kavrardı: Her yeni düşünce, zor
geçiren bir elekten damla damla akarcasına zihninin derinlerine ulaşırdı, ama
yeni bir şeyi sonunda içine çektiyse, bunu inatla bırakmaz sımsıkı tutardı.” (Sayfa
21)
“Ocağın o yuvarlak harlı ateşi onun güneşi, yıllar içinde
kestiği binlerce ama binlerce odun da ormanıydı” (Sayfa 22)
“Gelgelelim rastlantının matkap uçları elmastandır ve içinde
bolca tehlikeli tuzak barındıran kader, hiç umulmadık bir yerden kendine bir
kapı bulmayı bilir ve kaya gibi sert mizaçları bile temelinden sarsarak
darmadağın eder.” (Sayfa 26)
“Kim dönüp kendi gölgesine bakardı ki?” (Sayfa 34)
“Hayvan gibi çalışan bitkin ve yorgun canlının içinde bir
insan uyanmıştı; karanlık, kapalı, kurnaz ve tehlikeliydi; içten pazarlıklı,
kafası meşgul, huzursuz ve entrikacıydı.” (Sayfa 35)
“Bu cehenneme şeytan bile daha fazla dayanamaz, bu işe bir
son vermeli.” (Sayfa 39)
Savaşın hüküm sürdüğü 1810 yılında Katalonya’da İspanyol ve
Fransızların sıcak teması sırasında Albay hayatta kalmayı başarır. Düşman topraklarında
yapayalnızdır. Ormanda saklanıp, Hostalric yönünde, Fransız birliklerine
rastlayana kadar kaçmaya karar verir. Gece kaçacaktır. Ormanda saklanırken hem
ölüm korkusuyla hem de çok geçmeden açlıkla, susuzlukla savaşmaya başlar.
Ormana gelen bir İspanyol askerini öldürür. Yakınlardaki köyden
yiyecek istemek için öldürdüğü askerin üniformasını giymek zorunda kalır. Kendi
üniformasına veda ettiğinde; kendisine bizzat Napoléon tarafından verilen “NİŞAN”ını
da almayı unutmaz. Bu nişan onun için geçmiş günlerin en güzel anısıdır.
“…direnmek çılgınlık, kaçmak tehlikeli olurdu.”( Sayfa 49)
“Her şeye son verebilecek olan dolu tabancası ile huzursuzca
oynadı. Parmağını tetiğe götürmesini engelleyen tek şey, gururuydu; bir ormanda
boşuna, savaşmadan, birliklerinden uzak bir halde hayvanlar gibi geberip
gitmenin vereceği acıydı.” (Sayfa 55)
“Üniformasını bir
ceset gibi terk edilmiş olarak görünce boğazında bir hıçkırık düğümlendi; tıpkı
anneyle çocuk gibi onun varlığıyla bütünleşmiş olan bu üniformayı yirmi savaş
boyunca taşımıştı.”(Sayfa 56)
Leman Gölü kıyısında,Villeneuve
adlı İsviçre kasabasının yakınlarında, 1918 yılının bir yaz gecesi balıkçı
tarafından bir adam bulunur. Bulunan adam bir Rus savaş esiri olan Boris’tir.
Otelin çok dil bilen müdürü pek
çok dil denedikten sonra adamın Rus olduğu anlaşılır. Boris ülkesine geri
dönmek istemektedir ama savaş tüm hızıyla devam etmektedir.
“- “Kusuruma bakmayın.. şeyi merak ettim..evime dönebilir
miyim?”
- “Elbette Boris, elbette dönebilirsin evine.”
- “Yarın olur mu?”
- “Hayır, Boris… henüz değil. Savaş bitmeden olmaz.”
- “Peki ne zaman? Ne zaman biter savaş?”
- “Tanrı bilir onu biz bilemeyiz.”” ( Sayfa 66)
“- “Ama gidemezsin, Boris. Arada bir sınır var.”
- “Sınır mı?... Yüzerek geçerim karşıya”
- “Hayır Boris, olmaz.. Sınır yabancı bir ülke demektir.
Geçirmezler seni oradan.”
- “Ama onlara bir şey yapmam ben! Silahımı attım. İsa adına
onlara yalvarırsam karımın yanına gitmeme neden izin vermesinler ki?”
- “Hayır, seni geçirmezler, Boris. İnsanlar artık İsa'yi
dinlemiyorlar.”” (Sayfa 67)
“İnsanlar artık
İsa'yı dinlemiyorlar.” (Sayfa 67)
“... yabancının soyadı bilinmediği için, mezarının başına
ucuzundan tahta bir haç konuldu; isimsiz yazgıların üzerinde yer alan,
Avrupamızı şimdi baştan başa kaplayan o küçük haçlardan biri...” (Sayfa 68)
Liebmann
yaşıtları üniversiteye giderken hâlâ liseye devam
eden avare bir gençtir. Okula gittiği bir gün dersin başından itibaren öğretmenin
baskısını hisseder. Öğretmeni ile girdiği ağız dalaşı Liebmann’ın sınıftan
kaçarcasına çıkması sona erer. Acaba öğretmeninin otoritesine isyan ettikten
sonra ödediği ağır bedel ne olacaktır.
“Dün, elinde ders kitaplarıyla akranları ile karşılaşmıştı,
hepsi üniversite öğrencisi ve teğmendi, onu bir zamanlar çok seven insanlardı
bunlar, ancak o hâlâ ağızları süt kokan okul çocuklarının arasında oturduğu ve
ruhsuz bir sesle anlatılan şu zırvayı dinlemek zorunda olduğu için ona tuhaf
bir küçümsemeyle, sessiz bir kibirle selam vermişlerdi.” (Sayfa 70)
“Acısını parçalara bölmeye
başlayınca git gide sakinleşti.” (Sayfa 70)
Ay Işığı Sokağı; Ay Işığı Sokağı,
Leporella, Nişan, Leman Gölü Kıyısında, Avare olamak üzere 5 öyküden oluşan bir
öyküler seçkisi. Kitap toplamda 69 sayfa olmasından dolayı öyküler de kısa
ancak derin ve sarsıcı nitelikte bence.
Kitaba da adını veren, AY IŞIĞI SOKAĞI, okumakta ve anlamak zorlandığım, sıkıcı bir öykü oldu benim için.
Öyküler içerisinde beni en çok
etkileyen öykü “LEMAN GÖLÜ KIYISINDA OLAY” adlı öykü oldu. Belki mülteci öğrencilerim de olduğu için beni derinden sarstı.
LEPORELLA adlı öyküdeki kadın karakter bana daha önce blogumda da paylaştığım Anayurt
Oteli’ndeki, Zebercet karakterini ve onun marazi takıntısını hatırlattı. Sonunu merak ederek ve keyifle okudum.
NİŞAN; bir taraftan savaşın acımasız yüzünü gözler önüne sererken bir taraftan da yaşama tutkusu ile neler yapılacağını anlatan bir öyküydü. Yine keyifle okudum
AVARE; kitabın en kısa ve kısa olmasına rağmen en çarpıcı öyküsü oldu benim için. Bir yakınım veli toplantısından sonra benzer şekilde; gönüllü ölümü seçti. Okurken ana karakter oymuş gibi geldi sanki.
Kitaptaki öykülerin tamamında ve yazarın genel yazım tarzına uygun olarak karakterler ölüme doğrudan farkında olarak ya da olmayarak yürüyorlar. Leporella, Avare ve Leman Gölü Kıyısında Olay'da karakterlerin benzer intihar şekillerini seçmeleri de dikkatimden kaçmadı. Acaba yazarın kafasında tasarladığı ölüm şekli bu muydu? diye düşünmeden edemedim.
Yine çok keyifli bir okuma oldu benim için. Stefan Zweig olup da kötü olması düşünülemez bence. İş Bankası Kültür yayınlarından çıkan Zweig kitaplarına severek devam edeceğim umarım bu paylaşımlardan sizler de keyif alırsınız...
STEFAN ZWEİG’in diğer kitapları için tıklayın….
KORKU
Not: YAZARIN GÖRSELLİ ALINTIDIR.
YENİ KİTAPLARLA GÖRÜŞME ÜZERE...
Merhaba..Ben de kızım sayesinde Stefan Zweig ile tanıştım. Zevkle bir solukda geçen hafta okudum bu kitabını. şimdi sırada "olağanüstü bir gece ve Geçmişe yolculuk". Hatta bugün okuyayım kahve saatimde :))) Paylaşım için teşekkürler.
YanıtlaSilİyi okumalar.... Benim de sırada Korku ve Yakıcı Sır var... Olağanüstü Gece'yi koridor yayınlarından okumuştum. okuyunca yorumunuzu beklerim. sevgiler.
SilKeyifli okumalar dilerim, sevgiler...
YanıtlaSilÇOK teşekkürler sevgiler... :)
Silbir türlü bu yazarı okuyamadım kısmet olmadı çok merak ediyorum...bu aralar o kadar çok duyuyorum ve görüyorum ki tanışmalıyım kitaplarıyla biranönce...sevgilerimle...
YanıtlaSilHenüz okumadıysanız mutlaka tavsiye ederim. okuduğum her bir kitabı bende ayrı bir duygu bıraktı ve yazara her geçen gün hayranlığım arttı. okuduktan sonraki yorumunuzu da beklerim... SEvgiler. :)
SilSitenizi yeni fark ettim ve hemen takibe aldım, benim siteye de beklerim...Selam ve Dua ile...
YanıtlaSilhttp://insanadavet.blogspot.com/
Her zaman beklerim.... SEvgiler. :)
SilBu yazarın kitaplarını ben de çok merak ediyorum. Özellikle "satranç" tan çok bahsediliyor. Güzel bir paylaşım olmuş. Teşekkürler,keyifli okumalar :)
YanıtlaSilSatranç yazarı okumaya başlamak için güzel bir tercih. Kesinlikle tavsiye ederim... Keyifli okumalar sevgiler... :)
SilMerhaba Emine Hanım, her iki blogunuz da harika olmasına rağmen neden reklam almadığınızı merak ettim. Özel bir tercih mi? acaba.
YanıtlaSilBloglarım benim özerk alanım. bu nedenle reklam almak istemedim şimdiye kadar. Ancak blog formatıma uygun teklifler gelirse değerlendirebilirim.
SilBu arada beni de blog listenize aldığınız için teşekkürler.
YanıtlaSilrica ederim sevgiler... :)
SilBen de okumuştum ve kitapta en çok sevdiğim öyküde, Leporella olmuştu. Niye bilmiyorum ama beni çok etkilemişti.
YanıtlaSil