MERHABALAR,
Geçtiğimiz yıllarda adını çok duyduğum okumaya bir türlü fırsat bulamadığım, ancak okuduktan sonra hayal kırıklığı yaşadığım bir kitabı paylaşmak istiyorum sizlerle... Kitap Okumak İstermisin?'den yine...
ÖZET
Romanımız,
bir öndeyiş kısmı ile başlamakta. Bu kısımda hem Artemis’e, hem de Meryem
Ana’ya ev sahipliği yapan ikilikler şehri Efes anlatılmakta. Artemis’in temsil
ettiği ego ve kibir ile Meryem Ana’nın temsil ettiği ruh ve tevazu kıyaslanarak
konuya girilmekte.
Diana
San Francisco’nun körfeze tepeden bakan bir evinde yaşamakta olan annesini yeni
kaybetmiş olan genç bir kadındır. Hem annesinin kaybı hem de annesine ölürken
söz verdiği ikiz kardeşi Mary’yi bulması isteği Diana üzerinde büyük bir
mutsuzluk bırakmıştır.
İkiz
kardeşi ve onu alıp götüren babası ile ilgili elinde sadece dört mektup vardır
Diana’nın. Mektupların her birinde de adres yerine sadece gönderildikleri
şehrin posta pulları. Mektuplar dışında gelen son notta Mary annesine
kavuşamazsa canına kıyabileceğini yazmıştır.
Diana hiç tanımadığı ikizine çok kızgındır.
Çünkü Mary annesinin son günlerini korku ve endişe içinde geçirmesine neden
olmuştur. Diana annesinin isteğini göz ardı edip, kardeşini bulmak için harekete
geçmez. Hatta mektuplarını bile okumaz; ta ki sahilde yürüyüşe çıktığı esnada
karşılaştığı zenci falcının sözlerini duyana kadar.
Mektupları geliş sıralarına
göre okuyan Diana, Mary'nin bir akıl sağlığı pek de yerinde olmayan güllerle
konuştuğunu iddia eden bir hayalperest olduğunu düşünür. Annesinin kendisinin
tamamıyla zıttı olan kardeşi için endişelenmesine üzülürken, bir yandan da annesinin
kardeşine olan sevgisini kıskanır. Çünkü annesine göre Mary “eşsiz”dir.
Bu arada Diana Mathias’la da
tanışır. Mathias sahil sahil gezerek, deniz resimleri yapan bir ressamdır. Aralarında
bir yakınlaşmak olsa da sergisi için resimler yapmak için haber vermeden ayrılır
San Francisco’dan Mathias.
Başlangıçta pek istekli olmayan Diana, mektuplar aracılığı
ile kardeşinin peşine düşer. Kardeşinin peşinden yaptığı yolculuk onu
İstanbul’a kadar getirir.
ALINTILAR
“Satamadığın üç beş resme çobanlık yapan biri
olarak mı bilsin istiyorsun seni? Ona kim olduğunu göstersene be evlat. Sen
göstermezsen, sende ne olduğunu ne bilecek?”
“Bilemiyorum. Harvard’da okuduğum için bana
farklı bir gözle bakmasını ister miydim, emin değilim. Sonunda kendimden başka
bir şey için sevilerek cezalandırılmak istemiyorum.”
“Ne? Ki kimi neden seviyor ve kimi
cezalandırıyor?”
“Eğer benden Harvard’da okuduğum için
hoşlanacaksa, hiç hoşlanmasın daha iyi. Ben, eğitimim değilim çünkü. Zekâm
değilim, ilişkilerim değilim, işim değilim…Bunların toplamı da değilim.”
“Kim olduğunu biliyor musun peki?”
“Ben sadece…Ben sadece benim.” (Sayfa,
67)
“Ressam başını salladı. “Yo, bu çok riskli
olur..Her zaman senden daha iyi vasıflara sahip başka biri çıkar. Ama senin
gibi biri daha yok. Bilirsin, herkesin parmak izi farklıdır. Ben içimizde de
bir parmak izi olduğuna inanıyorum. Moda eldiven giyerek örttüğümüz bir iz.”
(Sayfa, 68)
Bu iki martının uçuşunu izlerken kendince bir
çıkarımda bulunmuştu: Bağlanabilmek için, önce bağımsız olmak gerekir.
(Sayfa, 72)
“Oysa insanların çoğu, yeni ilişkilere eski
bağlarla geliyorlardı. Geçmişten taşıdıkları ister güvensizlik, ister
anlaşılmamak, isterse de çevrelerine ördükleri savunma duvarları olsun, her bağ
yeni ilişkiyi özgürce yaşamalarını engelliyordu. Daha önceki ilişkilerimizde
haksızlığa uğradıkları konusunda belki haklıydılar ama, haksızlık edenin karşı
taraf değil de, bir ürlü bırakamadıkları “geçmişleri” olduğunu göremiyorlardı.
İşte farklı kayalarda, ayrı ayrı kendine
yetebilmeyi gerçekleştirebilmiş bu iki martı, birbirleri için “geçmiş”teki
yerlerini terk edebilmiş, sıfır seviyesine inerek benlik bağlarından arınmış,
böylece “bir” olarak göğe doğru yükselebilmişlerdi.” (Sayfa,
73)
“Şöyle ki, sürekli aynı sahilin resmini yapa
yapa, sonunda en az değiştiğini sandığım şeyin, en çok değişen olduğunu gördüm:
Deniz.” (Sayfa, 79)
“Yani insan gibi..Her sabah aynaya baktığımızda
aynı kişiyi gördüğümüzü zannediyoruz. Arkadaşlarımız bizi yıllar sonra
gördüklerinde dahi, aynı kişiyi gördüklerini sanıyorlar.”
“Doğru” dedi Diana. “Bir fark görseler bile, bu
genelde kilomuz veya saç biçimimiz gibi şeyler oluyor.”
“Kesinlikle. Gördükleri kimsenin karşılarına
yeni biri olarak çıkmış olma ihtimalini düşünmüyorlar bile. Oysa şahsen ben bir
kimsenin birkaç günde bile değişebileceğine inanıyorum.”
(Sayfa, 79)
Zaman ileriye doğru akıp gittiği sürece,
büyülendiğimiz ‘gelecek’ el değmemiş ‘geçmiş’ten başka bir şey değildir.
(Sayfa, 82)
“Düşler
gerçekleşecek olanın mayasıdır.”
KİTAPTAN
NOTLAR
Öncelikle
kitabın kapağından ve arka kapak yazısı ile başlamak istiyorum. Arka kapakta
çeşitli ülkelerden görüşlere yer verilmiş kitap bolca övülmüş. Zaten övgü
yazısı olmasa kitabın arka kapağında yerini almazdı elbette. Ancak övgü
yazılarında kitabın Küçük Prens’e benzetilmesi biraz fazla iddialı olmuş. Ve
beklentiyi yükseltmiş. Air Beletrina – SLOVENYA tarafından yapılan benzer bir
ifadeye kitabın ön kapağında da yer verilerek “Büyük bir global başarı.
Simyacı, Küçük Prens ve Martı sevenlerin mutlaka okuması gereken bir kitap”
yazılmış. Ve bence okuyucu yanlış yönlendirilmiş. Yaşadığım hayal kırıklığını
ifade etmek mümkün değil. Dünya edebiyatında kült olmuş üç kitapla bu kitabı
kıyaslamak zaten akıl karı olmadığı gibi; kitap kurgu ve içerik olarak da bu
kitapla yarışamayacak kadar zayıf kalmakta.
Dahası
bir de Diana(Artemis’e Romalıların verdiği isim) ile Meryem Ana zıtlığından
yola çıkılarak; romana bir de Mitolojik hikâye eklenmiş. Bu hikâyenin
karakterleri ileriki sayfalarda güller üzerinden konuşturularak çelişki ve
çelişki içindeki birlik ifade edilmeye çalışılsa da yazar bu konuyu da
bağlamakta yeterince başarılı olamamış.
Bir de
kitapla ilgili söyleyebileceğim noktalardan biri de bolca klişe barındırması.
Zaten altını çizdiklerim de bunun kanıtı gibi.
Sonuç
olarak; iddiasını kanıtlamada yetersiz, işlenen konu bakımından güzel olmasına
rağmen konuyu işleme bakımından amacına ulaşamamış, içerisinde Yunan
Mitolojisinden, Nasrettin Hoca’ya kadar pek çok unsuru barındıran, ama
harmanlayamayan bir kitap olmuş.
Kitabın
tek artısı akıcı ve sade bir dile sahip olması, okurken dolaylı cümlelerle ve
kelime oyunlarıyla okuyucuyu yormaması olmuş. Yeterince başarılı bulmasam da
yazarın ümit vaat ettiğini düşünmekteyim.
YENİ KİTAPLARLA GÖRÜŞMEK DİLEĞİYLE…
Kayip Gul cok sevdigim kitaplardan biridir.Cok guzel yorumlamissiniz.Ayrintilara dikkat etmeniz cok guzel. :)
YanıtlaSilBende çok seviyom kayıp gül harika
YanıtlaSilBende çok seviyom kayıp gül harika
YanıtlaSilKitap okumak resmen hayatım oldu.. Bana kitap okumayı sevdiren kitap ise 'Kayıp Gül' kitabı.. Defalarca okudum. Sürükleyici ve çok güzel bir kitap ^^
YanıtlaSilKitabın sonunda İstanbul'a gidiyor kardeşini buluyor ve öyle bitiyor değilmi
YanıtlaSil