MERHABALAR;
Bir kaç hafta önce tamamladığım ancak bilgisayarıma yazmaya vakit bulamadığım bir ELİF ŞAFAK romanı ile karşınızdayım. Elif ŞAFAK keyif alarak okuduğum yazarlardan. Konuşur gibi yazmasını, bazen sıkılsam da uzun cümleler kurmasını, anlamakta ve anlamını bulmakta zorlansam da Osmanlıca sözcükler kullanmasını , acayip karakterlerini ve bu karakterlerini bir arada kullanmasını seviyorum.. Ne zaman bir Elif Şafak romanı okusam bolca alıntı ve hayata ilişkilere dair tespit not ediyorum ajandama...
Bu defa paylaşmak istediğim kitap "BİT PALAS" okumak için geç kaldığıma üzüldüğüm bir kitap oldu. Ancak küçük bir çocukla konsantre olup okumak pek de kolay değil. Hadi okudunuz fikirlerinizi toparlayıp, bilgisayara yazıp paylaşmak da epey zaman alıyor benim için.. Gelelim kitabımızın konusuna ve karakterlerine...
Romanımız 1.
Dünya Savaşı sırasında İstanbul’un işgal altında olduğu günlerden başlayarak
2002’ye kadar geçen zaman diliminde geçmektir.
Yazar romana
başlamadan önce yatay, dikey çizgiler ve bir çemberden yararlanarak hakikat,
zaman ve saçmalığın tanımını yaparak başlar romana… O’na göre hakikat yatay bir
çizgidir, zaman ise dikey bir çizgi. Saçmalık ise; çember…
Roman kendi
içinde farklı zaman dilimlerinde geçen ancak birbiriyle bağlantılı bölümlerden
oluşmaktadır.
ÖNCESİ;
Bu bölümde
romanımıza konu olan “BONBON PALAS”ın da üzerinde bulunduğu arazinin daha önce
Ermeni ve Müslüman olmak üzere iki kadim mezarlığa ev sahipliği yaptığı ve
istimlâk edilişleri ve bu esnada yaşanan olaylar anlatılıyor. İstimlâk yapıldığında yıl 1949’dur.
“Azınlık olmanın tekinsizliğine sebep, çoğunluk karşısındaki
niceliksel azlık değil, niteliksel aynılıktır. Bir azınlık mensubu olarak
karınca gibi çalışıp didinebilir; hatta voliyi vurup hatırı sayılır servetler
bile edinebilir ama günün birinde, sırf aynı cemaatin üyeleri olduğunuz ve öyle
kalacağınız için, ömrünü aylaklıkla geçirmiş yahut ebe teknesinden beri su yüzü
görmemişlerle aynı kefeye konulup aynı muameleye maruz kalabilirsiniz.
Azınlığın zenginleri hiçbir zaman yeterince zengin değildir bu yüzden; ne de
muktedirleri, kafi derece muktedir. Bilhassa 1950’lerin Türkiye’sinde, zengin
bir Müslüman, fakir bir Müslüman’a baktığında
“benzemediği insan”ı görürken, zengin bir azınlık mensubu, fakir bir
azınlık mensubuna baktığında, “benzemediği halde, bir tutulacağı insanı”
görürdü karşısında.” (S. 25)
“Çok değil, en fazla on beş sene içinde semtin
çehresi büsbütün değişmişti. Şimdi artık ana cadde boyunca ak pak, pürnizam
porselen dişler gibi yan yana gülümseyen şık apartmanların, yüksek kırat
mağazaların, muteber muayenehanelerin altlarında bir zamanlar ve aslında hâlâ
yüzlerce mezar olduğunu ne hatırlayan vardı, ne de hatırlatan. Apartmanların
çoğunun, tabanları halı kaplı, iç içe iki kapılı, daracık asansörleri vardı.
Eğer bu asansörler sadece binaların zemini ile üst katları arasında gidip
gelmekle yetinmeyip, daha, daha da aşağılara inebilselerdi, devasa büyüklükte bir pastadan
kesilmiş dilimler gibi, tüm kesitleriyle içi seyredilebilirdi sürdürülen
hayatın. En altta katman katman yer kabuğu, üstünde pürtük pürtük toprak,
derken bir kat unufak edilmiş mezar, incecik bir çizgi asfalt, üst üste birkaç
daire, bir kat kırmızı çatı ve hepsinin tepesinde, süsleme amacıyla sıvanmış,
her tarafa yayılmış mavimtırak gökyüzü... Zaman zaman birilerinin, 'eskiden
buralar hep mezarlıktı' dediği işitilirdi.” ( S.35)
DAHA ÖNCESİ
Ancak çok
geçmeden bebeklerini kaybederler. Bebeğin ölümünün ardından General Fransa’daki
erkek kardeşine mektup yazarak kendilerini Fransa’ya aldırmasını ister.
Agripina ve Pavel 1922’de İstanbul’dan ayrılırlar.
“… büyüyemeden ölen bebekler ile yerleşilemeden terk edilen
şehirlerin birbirine benzediğini fark etmişti. Hiçbir bebek, kaybedilen
kardeşin yokluğundan ismini arındıramaz ve hiçbir şehir, bir öncekinin sürgüne
gönderdiğine kucak açmazdı.” ( S.52)
“Hayatta muzaffer olmak, hiç yaşanmamış, hayali bile çiğnenememiş
bir geleceğe adım adım ulaşmak değil; yaşanmadan hurdaya çıkmış bir geçmişi,
atıldığı köşeden kurtarıp onararak, eski taravetine kavuşturmak demekti.” (
S.52 )
Pavel’in
klinik ziyaretlerinden birinde Agripina’nın renkleri bonbon şekerlerini yerken
tekrar görmeye başlaması ve kendini İstanbul’da sanması üzerine kocası onu
İstanbul’a götürmeye karar verir. İstanbul’a gelen Pavel, Journal Sokak 88
numaraya 5 katlı, 10 daireli Art Nouveau tarzında bir apartman yaptırır.
Karısının isteği üzerine apartmanın adı “BONBON PALAS” olur. Rus çift 1 Eylül 1966’da 5. kattaki 10.
Daireye taşınırlar.
Apartmana
taşınmalarından 4 yıl sonra Agripina, Agripina’dan 2 yıl sonra da Pavel 1972’de
100 yaşındayken ölür. Apartman Pavel’in gayrimeşru kızına kalır.
ŞİMDİ
1
NUMARA: MUSA MERYEM MUHAMMED
“0-5 yaşının evreninde ekmek
kırıntısı kutsal,yazılı her kağıt parçası ise başlı başına esrardı ve her
erişilmez tılsımı, gıdığın üzerindeki mektupta buluştukça, füsunkar bir haleyle
çevrelenip, ışıl ışıl parlıyordu fırıncının kızı.” (s.97)
Meryem
kapıcılık dışında apartmandaki dairelere temizliği de gider ve en belirgin
özelliklerinde biri de batıl inançlarıdır. Oğlu Muhammed okula yeni
başlamıştır.
“Okumayı öğrenmek, ebediyen
yitirmek demekti yazının gizemini.” (s.98)
2
NUMARA: SİDAR VE GABA
Sidar
küçük yaşta annesi ve babasıyla birlikte yurt dışına kaçmak zorunda kalmış,
daha sonra Türkiye’ye dönmüş Saint Bernard cinsi köpeğiyle birlikte daha önce
depo olan apartmanın en küçük dairesinde kalan bir üniversite öğrencisidir.
Sidar’ın
ölümle ve intiharla ilgili ilginç fikirleri var. Sıklıkla mezarlıkları ziyaret
eder.
3
NUMARA: KUAFÖR CEMAL & CELAL
Cemal
ve Celal, tek ortak noktaları meslek seçimleri olan tek yumurta ikizi
kardeşlerdir. Görüntüleri ne kadar benziyorsa karakterleri o kadar zıttır. Cemal
son derece konuşkan ve sosyal iken Celal onun tersine sakin ve daha az
konuşkandır.
“Zaten onlara kalsa, her ay
karneyle verilmeliydi insanlara kelimeler. Herkes, ağzından çıkan sözlerin,
tıpkı içtiği su, işlediği toprak gibi kıt kaynaklardan olduğunu, konuştukça
sınırlı payından tükettiğini bilmeliydi.” (s.76)
Küçük
yaşta ayrılmak zorunda kalmışlardır. Cemal babasıyla Avusturalya’da büyürken;
Celal köyde annesiyle kalmıştır.
Ardından
Türkiye’ye dönen Cemal kardeşiyle birlikte Bonbon Palas’ın 3. Dairesine kuaför
salonu açmıştır.
“Orjinalite, sarışınlara özgü
bir derttir. Kızıllar, esmerler, kumrallar ve albinolar saçlarını diledikleri
kadar sık ve olabildiğince farklı tonlarda boyatabilir ama asla günde elli kere
bunun hakiki renkleri olup olmadığı sorusuyla karşılaşmazlar.
Sarışınlık hevesi, yalana
mecbur, hinliğe meyyal kılar kadınları.” (s.75)
4 NUMARA: ATEŞMİZACOĞULLARI
Rüşvet
nedeniyle Sular idaresinden atılmış Ziya, emekli kimya öğretmeni Zeren ile büyük
kızları Zeynep ve küçük kızları Zeliş’in yaşadığı dairedir.
Aienin
bir de burnunun yapısıyla birlikte hayatı da inişli çıkışlı olan oğulları
Zekeriya vardır. Ailenin en belirgin özelliği evhamlı olmalarıdır.
“Bir kere, evham insanın
dışında değil, insan evhamın içinde barınırdı. Çünkü korku ve kaygı ve kuruntu
, “her şeyin başka türlü olması ihtimalinin dehşeti”nden beslenir. (İşte evin,
arkadaşların, vücudun, ailen.. Bunlar senin ama maalesef, bir gün elinden
alınabilir!) Evham'a gelince, o, “hiçbir şeyin başka türlü olmaması ihtimalinin
dehşeti”nden beslenir. (İşte evin, arkadaşların, vücudun, çilen... Bunlar senin
ve maalesef, hep böyle kalabilir!)”(s.109)
5 NUMARA: HACI HACI VE OĞLU, GELİNİ VE TORUNLARI
“Doğuştan hastalıklı çocuklar, kardeşlerinin ve yaşıtlarını
aksine, annelerine aittir yalnızca ve hep öyle kalırlar.” (s. 268)
En
büyük torunu rahatsızdır ve içlerinde en zeki olanı da odur. Hacı Hacı onlara
hikâyeler anlatır. Bu hikâyeler bolca fantastik öğeler ve batıl inançlar içerir(cinler
gibi…)
“Kötü giden bir evliliği yürütmek,
sağır bir tanrıya yakarmayı sürdürmek gibi, inatçı bir inançtan ziyade, inançlı
bir inat meselesidir özünde. Sevdiğimiz insanın bizi hırpalamasına, hem de her
seferinde aynı şekilde hırpalamasına, ancak ve ancak, başka türlü davranmasının
elinde olmadığına inanmakta inat ettiğimiz ölçüde ve müddetçe katlanabiliriz.”
7
NUMARA: BEN (anlatıcı)
Roman
7 numaranın ağzından anlatılmaktadır. 7 numara eşinden yeni boşanmış,ama
boşanmaya alışamamış alkol problemi olan
yakışıklı bir üniversite hocasıdır.
8
NUMARA: MAVİ METRES
Zeytin
yağı tüccarının metresi olan 22 yaşında genç bir kadındır. Zeytin yağı tüccarı
onu ara ara ziyaret eder bu komşuların olağan dedikodu malzemelerindendir.
“Evli
bir adamın metresi olmak, bilinmemesi gerekenleri fazlasıyla bilmek ve bu bilgi
fazlasıyla ne yapacağını bilememek demektir.” (s. 234)
“Bir insanı sevmek, gamhanesinde bir türlü huzura erememiş
hikâyeleri tomar tomar çıkartıp, birer birer temize çekmek demektir. Aşk ise, o
hikayelerin peşi sıra dalıp sevdiğinin hayalhanesine, onun tasvir ettiğinden
daha ötesi ve tezyin ettiğinden daha çirkiniyle karşılaştığın halde, çıkmayı
istemektir oradan.” (s.295)
Bu
dairede temizlik hastası Tijen hanım ile kızı Su oturmaktadır. Su romanın sonuca bağlanmasında son derece önemli bir rol oynar...
78
yaşında yalnız yaşayan Katolik Rum bir hanımdır. Saçlarını düzenli olarak
Celal’e sarıya boyatır. Ufak tefek, az konuşan zaman zaman komşularına
kapıcının oğlu aracılığıyla tabaklar gönderen gizemli bir kadındır.
"Hamileliğinin son aylarında
aşırı kilo alıp, bir sonraki günü dahi taşıyamaz olmuş bir kadına benziyordu
İstanbul. Attığı her adımda, azametle büyümüş vaatkar karnından su sesleri
yükseliyordu dalga dalga. Sürekli yiyordu ya yediklerinin ne kadarının kendine
ne kadarınınsa içinde günbegün büyüyen onca küçümen, kırılgan ve asla doymayan
cana yaradığını kendi de bilmiyordu. Yapabilse, bir an evvel kurtulmak isterdi
bu kantarlı külfetten. Yapamıyordu. Yıllar, yüzyıllar boyu şiştikçe şişmişti.
(...) Eğer şu dinmeyen iştahıyla, daima aç gövdesine indirdiklerinden hiçbir
şey çıkarmasaydı dışarıya, çoktan infilak etmiş olurdu şimdiye değin; kendiyle
birlikte karnındakileri de canlarından ederek.
Çıkarıyordu neyse ki.”(s.259)
Yıllar önce okumuştum ama çok sevemedim. Tamam herbir karekter kendince bir güzelliği var kabul ediyorum. Beğenmeme sebebim büyük bir ihtimalle populer olası. Populer olan bende antibati yapıyor. Yıllar geçmesine rağmen kuaför kardeşlerin yetiştirme tarzındaki farklılıkları anlatması hep aklımda.
YanıtlaSilBenim de okuma listemdedir bu kitap.
YanıtlaSilSizin için bir "mim"im var, elbette siz isterseniz?
http://morbaykus.blogspot.com/2013/02/liebster-blog-odululiebster-blog-award.html
Bayıldım bloguna bende senin gibi kitap aşığıyım takipteyim benim blogumada beklerim kelebeketkisi39.blogspot.com sevgiler
YanıtlaSilpopüler olmasından dolayı önyargılı olduğum yazarlardandı elif şafak ama okudukça kalemini sevdim.. hepsini değil belki ama sevdiğim kitapları var bunlardan biri de bir palas.. sadece sonunu keşke başka türlü bağlasaydı...minel...
YanıtlaSil