MERHABALAR,
Büyülü gerçekliğin geçtiğimiz Nisan ayında kaybettiğimiz büyük ustası Gabriel Garcia Marquez'e ait romanımız.. Kitap Okumak İster misin?'in bu ay gönderdiği kitaplardan ilki.
Yazarın Kırmızı Pazartesi ile ilgili kurduğu cümleleri paylaşmak istiyorum öncelikle. (Bu bölün netten alıntıdır.)
“Her yazar, yazdığı en son romanın en iyi romanı olduğunu sanır. Benim bu
romanım için böyle düşünmemin nedeni, yapmak istediğimi tam olarak
gerçekleştirebilmiş olmamdır. Romanlar, yazılırken yazarlarının elinden kaçıp
kurtulmak isterler. Romanın kişileri, kendi özyaşamlarına dönerler, en sonunda
da canlarının istediğini yaparlar. Ben hiçbir romanımda bu romanımdaki kadar
ipleri elimde tutamadım. Belki bunu konu ve hacim nedeniyle başarmışımdır.
Konusu çok sert olan ve hemen hemen polisiye bir roman gibi işlenen bir roman
bu. Üstelik oldukça da kısa. Sonuçtan hoşnutum. Bundan önce de en iyi romanım
Yüzyıllık Yalnızlık değil de Albaya Mektup Yazan Kimse Yok adlı yapıtımdı. Ben
öyle sanıyordum; ve bunu da sık sık söyledim. Şimdi de en iyi romanımın Kırmızı
Pazartesi (Gronica de Una Muerte Anunciada) olduğunu sanıyorum.
G.G. Marquez
G.G. Marquez
GÖRSEL AYNI İSİMLE TİYATROYA UYARLANAN GÖSTERİDEN..
ARKA
KAPAK
Kolombiyalı büyük yazar Gabriel Garcia Marquez’in 1981’de
yayımlanan yedinci romanı Kırmızı Pazartesi, işleneceğini
herkesin bildiği, engel olmak için kimsenin bir şey yapmadığı bir namus
cinayetinin öyküsü. Hem Kolombiya’da hem de yayımlandığı dünyanın dört bir
yanındaki pek çok ülkede sarsıcı etkileri olmuş bir roman. Usta yazar,
çocukluğunu geçirdiği kasabada yıllar önce yaşanmış bir cinayet olayını
aktarıyor. Romanın kahramanı Santiago Nasar’ın öldürüleceği daha
ilk satırlardan belli. Kırmızı Pazartesi, yalnızca bir
cinayetin arka planı değil, halkın ortak davranış biçimlerinin portresini de
çiziyor. Böylece, sonuna dek ilgiyle okuyacağınız bu kısa ve ölümsüz roman, bir
toplumsal ruh çözümü niteliği de kazanmış oluyor.
ÖZET
Romanın özetine geçmeden önce; romanın Santiago Nasar’ın en
yakın arkadaşı tarafından yapılan, ölümünden 20-27 yıl sonra, cinayet günü
Santiago Nasar’ın ölümünden önce, ölümü sırasında ve sonrasında yaşanan
olayları kapsayan, olayın tanıkları ile
yapılan görüşmelerin ( röportajların)
bir derlemesi biçiminde anlatıldığını belirtmek istiyorum. 20-27 yıl
olduğunu da yine anlatıcının konuşmalarından anlıyoruz. Santiago Nasar’ın
annesini 27 yıl sonra gördüğünü söylerken, Angela Vicario’yu 23 yıl sonra gördüğünü
söylemektedir anlatıcı.
Romanımızdaki ilk konuşma Santiago Nasar’ın annesi Plasida
Linero’ya ait. Kahramanımız Santiago
Nasar’ın gece katıldığı Angela Vicario ve
Bayardo San Roman’ın düğünün
ardından eve dönmüş, bir saat kadar uyumuş ve sabahın erken saatlerinde gemi
ile gelecek olan Piskoposu görmek üzere; duru su ile yıkanmış beyaz keten
kıyafeti ile evden ayrılmıştır. Oysa bu kıyafet günlük kıyafeti değildir.
Günlük kıyafetlerini giydiğinde yanında mutlaka bir silah da bulunduran
Santiago Nasar o gün Piskopos için beyaz keten kıyafetlerini giymiştir. Evden
ayrılmadan önce annesi oğlunun gördüğü rüyayı yorumlamış, olumsuz bir şey
hissetmemiştir.
“Anıların kırık aynasını ortalığa saçılmış incecik onca
parçadan bir araya getirme çabasıyla bu unutulmuş kasabaya geri döndüğümde,
yaşlılığının son demlerinde onu bulduğum aynı hamakta yine aynı biçimde
yatarken bakıp görmüştü o sabah oğlunu.” (Sayfa 12)
Santiago Nasar, öldürüldüğü yılın Ocak ayının son haftası 21
yaşını bitirmiş, 3 yıl önce ölmüş Arap asıllı İbrahim Nasar’ın tek oğludur.
İnce uzun, soluk benizli, neşeli, barışçıl, açık yürekli bir gençtir.
Babasından hatırı sayılır bir miras kalmıştır.
Flora Miguel ile nişanlıdır.
15’li yaşlarda Maria Alejandirina Cervantes ile olan gönül ilişkisi dışında adı
kimseyle pek anılmamış O’nu Angela Vicario ile yan yana gören bile
olmamıştır.
“Oğlanlar erkek
adam olacak şekilde büyütülmüşlerdi. Kızlarsa evlenmek üzere
yetiştirilmişlerdi. Gergef işlemeyi, makineyle dikiş dikmeyi, kukalı dantel
örmeyi, çamaşır yıkayıp ütü ütülemeyi, yapma çiçekler, kendi uydurdukları
tatlılar yapmayı, aşk pusulaları yazmayı bilirlerdi” ( Sayfa, 35)
“Her erkek onlarla mutlu olur, çünkü
acı çekmek için yetiştirilmişler” (Sayfa, 35)
“Aşk da öğrenilir.” (Sayfa, 38)
“Artık korkmuyordum.
…. Tam tersine, sonunda ölümün ağırlığını üstümden kaldırmışlar gibi
hissediyordum; tek istediğim şey yatıp uyumak için her şeyin bir an önce
bitmesiydi.” (Sayfa, 50)
Karısını evine gönderen
Bayardo San Roman, ilk kez bir önceki yılın ağustos ayında, yani düğünden altı
ay önce gelmiştir kasabaya. Kasabada kaldığı sürece onunla ilgili birçok
dedikodu çıkar. Ardından bir gün annesi ile birlikte meydanda gördüğü Angela
Vicario’ya talip olur. Ailelerin tanışmasından sonra gösterişli düğünün
hazırlıklarına başlanır.
Çok gösterişli düğünün
ardından yeni evlilerin evlerine gitmelerinin üzerinden çok geçmeden Bayardo
San Roman Angela
Vicario’yu evine geri götürür. Angela Vicario bakire değildir ve bu namus
meselesinin halledilmesi gerekmektedir. Angela Vicario’nun verdiği isim
Santiago Nasar’dır.
“Kız, onun adını ancak söyleyebilecek kadar bir süre
duraksamıştı. Karanlıkların içinde aranmıştı o adı, bu dünyada ve öteki dünyada
birbirine karışmış onca ad arasından ilk bakışta bulup çıkarmıştı onu; tıpkı
ölüm fermanı ezelden beri yazılı olan iradesiz bir kelebekmiş gibi, isabetli
bir atışla onu duvara muhlayıvermiş, “Santiago Nasar” demişti.” ( Sayfa 50)
İkiz
kardeşler Pablo ve Pedro Vicario, 24 yaşındadırlar. Kız kardeşlerinin “Santiago
Nasar’ın adını vermesi üzerine onu öldürmeye karar vermişlerdir. Ancak ne domuz
kasaplığında kullandıkları bıçakları biletirken ne kasabada karşılaştıkları
insanlarla konuşurken ne de Santiago Nasar’ın evinden çıkması beklemek için gittikleri Clotilde Armenta’nın yerine
gittiklerinde Nasar’ı öldüreceklerini gizlerler. Böylece kasabadaki pek çok
insan Nasar’ın öldürüleceğini öğrenmiş olur.
“ O gün biz kadınların dünyada ne kadar yalnız
olduğumuzun farkına vardım!” ( Sayfa 65)
“Hayatta hiçbir yerin, boş bir yatak kadar hüzünlü
olmayacağını öğrenmişti…” ( Sayfa 66)
“Savaşçı
balıkçılla düşüp kalkmaya cesaret eden şahini, tehlike bekler.” ( Sayfa 67)
“Ancak cinayeti
engelleyebilecekken yapmayanların çoğu, namus sorunlarının ancak faciada
rol almış kişilerin erişebildiği kutsal alanlar olduğu bahanesiyle kendilerini
avutmuşlardı.” (Sayfa 96)
“Namus aşktır.” (Sayfa, 96)
Söylentinin Albay Aponte’nin
kulağına gitmesi üzerine Albay onları bekledikleri yerde bulup, bıçaklarını ellerinden
aldıysa da ikizler evden başka bıçaklar alıp beklemeye devam ederler.
Dahası romanımızda….
KİTAPTAN
NOTLAR,
“Şiddet, tarihimizin en büyük
doğurganıdır” MARQUEZ
Öncelikle
belirtmeliyim ki; böyle bir ustanın romanı ile ilgili yorum yapmak son derece
zor. Bunun ilk sebebi kitabın ben de bıraktığı etki diğer sebebi de röportaj
kıvamında olduğundan olayların ve insanların takibi ve bazen örtüşen bazen de
çelişen ifadeler…
Kitap tanıtımlarında da belirtildiği üzere işleneceği herkes
tarafından bilinen bir namus cinayetinin romanı. İnsanın aklına sonucu bilirken
“Neden okuyayım ?” sorusu geliyor elbette. Ancak olayın örgüsü, işlenişi ve
sonuca ulaşma biçimi kitabı okutuyor. Hatta insan nasıl bitirdiğini bile
anlamıyor. Ustalık bu olsa gerek.
Kitap daha önce de belirttiğim gibi, röportaj tadında bu
röportajlarda en dikkatimi çeken kısımlardan biri de o günü anlatan herkesin o
günkü hava ile ilgili yaptığı yorumları.
Örneğin; Santiago Nasar’ın annesi o günü yağmurlu olarak
anlatırken, Nasar’ın evinde çalışan aşçı kadın Victoria Guzman ise Şubat ayı
boyunca hiç yağmur yağmadığını hatta, “güneş
ağustostakinden daha erken ısıtıyordu ortalığı” ifadesinde bulunmuştur. Bu
durum diğer konuşmacılarda da hakimdir.
Kitabın ilerleyen sayfalarında belirtildiği üzere, Nasar’ın
öldürülmesi üzerine gelen Sorgu yargıcı Riohacha’dan gelmiştir. Bu bana romanda
geçen kasabanın Riohacha’ya yakınlığından dolayı Yüzyıllık Yalnızlık’taki
Maconda’ya bir benzerliği olduğu izlenimini uyandırdı bende. Yazarın okuduğum
diğer kitaplarında da satır aralarında Yüzyıllık Yalnızlık’a ya da
karakterlerine göndermeler olduğunu düşünmekteyim. Bu da bana farklı kitapları
değil de aynı kitabın bölümlerini okuyormuşum izlenimi yaratıyor. Zaten 37.
Sayfada General Petronio San Roman tanıtılırken, Albay Aureliano Buendia’yı bir önceki yüzyıldaki iç
savaşta yenilgiye uğrattığına satır aralarında yer verilemekte ve Gerinaldo
Marquez’i sırtından vurduğundan bahsedilemekte ve kitabın anlatıcısının
annesinin Marquez ile kan bağı satır aralarında geçmekte.
Pablo ve Pedro Vicario’nun , Nasar’ı öldüreceklerini her fırsatta dile getirmeleri bende onların bu cinayeti işlemek konusunda isteksiz oldukları, engellenmek için her yerde bu cinayeti herkese söyledikleri izlenimini yarattı.Ama anlaşılan kasaba halkı cinayeti engellemek için onlar kadar isteksiz değildi.
“Yine de işin aslına bakılırsa, Vicario kardeşler Santiago Nasar’ı hiç kimsenin haberi olmadan, hemen öldürmek için gereken hiçbir şeyi yapmamışlardı, tam tersine biri çıkıp da onu öldürmelerini engellesin diye akla gelebilecek her çareye başvurmuşlar, ama bunu sağlamayı başaramamışlardı.” (Sayfa 52)
Olayların işlenişi bir kenara bırakacak olursak; kitaptaki
anlatıcının da aslında tam olarak inanmadığı gibi Santiago Nasar’ın gerçekten
Angela Vicario’yla birlikte olup olmadığı açıklığa kavuşmuyor. Anlatıcıda
oluşan Angela Vicario’’nun zengin olmasından dolayı kardeşlerinin Santiago
Nasar’ı öldürmeye cesaret edemeyeceklerini düşünerek ve bir başkasını korumak
için Santiago Nasar’ın adını verdiği şüphesi bende de oluştu doğrusu. Nasar’ın
giydiği beyaz keten giysinin sıkça vurgulanması ve ileriki sayfalarda geçen “İşin tuhafı, bıçak her defasında tertemiz
çıkıyordu”(Sayfa, 116) ifadesi Santiago Nasar’ın masumiyetini destekler
nitelikte geldi bana.
“Bana bir ön yargı verin, dünyayı yerinden oynatayım.”
(Sayfa, 99)
“Kader bizleri
görünmez kılar.” ( Sayfa, 111)
Son olarak bana ilginç gelen şeylerden biri de bu tarz
cinayetlerin biz Türklere ya da Orta Doğu ve Arap ülkelerine ait olduğunu
sanırken; Güney Amerikalı bir yazarın da böyle bir konuyu işlemesi beni çok
şaşırttı doğrusu.
Yüzyıllık Yalnızlık ile tanıştığım ardından Hanım Ana’nın
Cenaze Töreni ve Benim Hüzünlü Orospularım’ı dan sonra Kırmızı Pazartesi’yi de
okuduktan sonra Marquez benim için “Başucu Yazarlarımdan” oldu.
KALEMİNE SAĞLIK, IŞIKLAR İÇİNDE UYU BÜYÜK USTA
“Santiago, yavrum ! neyin var? Diye bağırmıştı. “Neyin var?”
Santiago Nasar, onu tanımıştı.
“Beni öldürdüler, Wene hala,” demişti.” ( Sayfa, 118)
YÜZYILLIK YALNIZLIK - 1
YÜZYILLIK YALNIZLIK - 2
YÜZYILLIK YALNIZLIK - 1
YÜZYILLIK YALNIZLIK - 2
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazmak için zaman harcadığınız için Teşekkürler...
Blog sahibi olmayan ziyaretçiler Anonim'i işaretleyip, yorum bırakabilirler.
ARGO İÇEREN YORUMLAR YAYINLANMAZ.
Yorumunuz blog sahibininin onayından sonra görünecektir.