MERHABALAR,
Geçtiğimiz hafta paylaştığım Fİ'den sonra sıra geldi üçlemenin, en az ilki kadar başarılı ve sürükleyici kitabı Çİ'ye. Önce Çİ'nin anlamından başlayalım.
(c) Çi veya
Japoncadaki söylenişiyle Ki ;
geleneksel Çin kültürü
ve tıbbının temel kavramlarından biridir. Çi'nin mevcut olan her şeyde yer alan
"hayat gücü" veya "spiritüel enerji" olduğuna
inanılmaktadır. Genellikle "hava" veya "nefes" olarak
yabancı dillere aktarılan bu terimin aslında tam bir karşılığı yoktur. Çince'de Çi'yi gösteren ideogram formu
氣
şeklindedir. (Vikipedia)
ARKA KAPAK
Hayat, insanın kendi potansiyeline ulaşabilmesi için
dikkatle, incelikle, muhteşem bir zekâyla dizayn edilmiştir. Yapman gerekeni
yapamıyorsan, olamıyorsan, doğamıyorsan hayat çok acıtır, anlaman için
hırpalar, yorar. Seni sen yapabilmek için ne gerekirse yapmaya hazırdır.
Asla rahat bırakılmazsın.
Öylesine, anlamsız varolmazsın.
Mutluluğa saklanamazsın.
Öyleyse acına sahip çıkmalısın!
Çünkü acı, bilginin bedene inmesidir.
Bilgiyi bedene indirmeli, olman gereken şeye
dönüşmelisin.
Bu kitap 'kendine gelmek' için burada olduğunun
farkına varabilenlere yazıldı. Fi ile çıkılan yolculuğun tek durağıdır Çi.
Sadece farkındalığa giden, değiştiren, mutlaka geliştiren bir yoldur bu ama
sunduğu seks, macera, intikam, ihtiras sizi aldatmasın, zordur.
Hayatı değil sistemi yaşadığımızı fark edenler,
harakete geçmek için işaret bekleyenler, umursamayanlara karşı umursayanlar,
hissedemeyenlere karşı hissedenler adına ve kendi tekamülünde kaybolmuşlar için
yazılmış, dengeye adanmıştır. Hayat harekete geçen herkesi varması gereken yere
götürür.
İYİ BİR HİKAYE ASIL BİTTİĞİ YERDE BAŞLAR...
KİTABA
BAŞLARKEN;
“Sabrın için minnettarım, diye başlıyor kitap ve
şöyle devam ediyor:
Bilgisayarımın bir köşesinde, bürokrasi
hapishanesinde bekleyen Çi’yi sana ulaştırabilmek için vazgeçmemecesine
savaştığımı ve seninle kurduğum bu bağın, senin varlığının, benim için çok
değerli olduğunu bilmelisin. Aynı kaynaktan geldiklerimizle buluşmanın, hayatı
değil sistemi yaşadığımızı anlamanın, bir parazit gibi tükettiğimiz bu
gezegende kurulmuş bu lanetli sistemi aşmanın, gerekeni yapmak için uyanmanın
zamanı yakın.
Aynı zamanda var olmamız hepimizin aynı
gezegende yaşadığı anlamına gelmiyor maalesef. Tekâmüllerimiz farklı. Dip dibe
olmamıza rağmen aynı anda, farklı boyutlarda, hatta farklı gezegenlerde,
bambaşka deneyimlerde olabiliriz. Çi, ölmek için doğduğunu unutmadan bu
gezegende hiçbir şeyin hiç kimseye ait olmayacağını anlayan, sahip olduklarının
değil analizini yaptığı deneyimlerin gerçek zenginlik olduğunu bilerek yaşayıp
kendi potansiyelinin savaşçısı olabilme cesaretini gösterenlere adanmıştır.
Çi’nin
satır aralarında pusuya yatmış anlamların sana ulaşması dileğiyle kocaman
sarılıyorum sana, kendimden bir parçayı kucaklarcasına.
Beynimizi bilgiyle yıkamanın zamanı geldi."
ÖZET
İlk kitabımız Fİ Duru’nun Can Manay’ın ısrarlı
ilgisine karşı koyamayıp, Can Manay’ın evine gitmesi ile bitmişti. Üçlemenin
ikinci kitabı Çİ terk edilmenin acısı ile şehirden uzaklaşmış, köye gelmiştir.
Acısı büyüktür. Zihninde evde bulamadığı başına bir şey gelmesinden korktuğu,
hatta bulmak için polise bile gittiği Duru’nun Can Manay’ın gelini olduğu
görüntüler hala canlıdır. Acısı o kadar büyüktür ki; Deniz’in zihninde durmadan
çalan susturmak için bazen jointlere sarıldığı müzik bile artık susmuştur. Deniz
yaşadığı acıyla artık şehirde yapılacak bir şey kalmadığına kanaat getirir ve
bir köye yerleşir. Köyde karın tokluğunda tarlalarda çalışır. Yetişkinlerle
hiçbir şekilde iletişim kurmazken, çocukları etkisi altına alır.
“Hayat
ona çok güçlülerin nasıl bir darbede yenildiğini ve çok güçsüz gözükenlerin
darbelere yıllarca nasıl dayanabildiğini göstermişti. Asıl önemli olan darbe
almak değil,alınan darbeye rağmen hep ayağa kalkabilmekti.” (Sayfa
69)
Duru artık, Can Manay’ın evinde yaşamaktadır.
Can Manay’ın ısrarlı ilgisi, Duru’yu elde edince tamamen saplantı haline gelir.
Duru’yu herkesten kıskanır. Dans etmemesi için Duru’nun çalışma imkânlarını yok
eder. Can’ın Duru ile ilgili saplantısı, cinsel anlamda da devam etmektedir.
Önceleri ayrılmadan öneki günlerde Can’ın Duru’ya yaklaşmak için ortaya attığı
sanat projesi ile fazlaca ilgilenen ve Duru’yu ihmal eden Deniz’den sonra, bu
ilgi başlangıçta Duru’ya iyi gelir. Kendini değerli hissettirir. Ancak çok geçmeden
Can’ın ilgisi Duru’yu sıkmaya, hatta boğmaya başlar. Hapishanede gibidir.
“Bizi
rahatsız eden şeyleri değiştirmek için çaba göstermezsek nefret ettiğimiz bir
dünyada yaşarken buluruz kendimizi; sürekli kafamızı diğer tarafa çevirirsek
bir gün kafamızı nereye çevirirsek çevirelim karşımızda aynı rahatsız edici
manzarayı görürüz.” (Sayfa 141)
Can ile tartıştıkları bir gece evde yalnız kalan
Duru tesadüf eseri, Can’ın Duru’yu izlediği pek çok kameranın yansıdığı
ekranları bulunduğu gizli odayı bulur. Duru gördüklerine inanamaz. Kayıtlı son
görüntü Duru’yu bulamayan Deniz’in çaresizliğinin resmidir. Duru ilk defa
pişman olur ve Can’ın gerçek yüzüyle yüzleşir. Duru yaşadıklarının hesabını
soracaktır.
Can’ın Duru saplantısı geçmişine onu geçmişe
Çiçek’e götürecektir. Eti çok korkmaktadır bu durumdan.
“...Bugün
etrafınızda olanlara baktığınızda, kendine dindar deyip İslam'ı bir para basma
makinası gibi kullanan din tüccarlarını görürsünüz. Her yerdeler. Deformasyonun
böyle bir seviyeye varabilmesi için bir şeylerin daha en başında çok yanlış
gitmiş olması gerekirdi. Ama ne yaparlarsa yapsınlar İslam'ı kirletemezler,
sadece İslam'a olan inancı kirletirler. Bugün Yaradan adına öldürmek
gerektiğine inandırılıyor gencecik insanlar, varoluşlarındaki en büyük günahı
işlemek üzere olduklarını ve böyle bir günahla sadece şeytanın emri altına
gireceklerini bilmeden kandırılıyorlar, Yaradan'a hizmet etme umuduyla şeytana
satıyorlar ruhlarını, dokuz yaşındaki küçük kızlara tecavüz etme meraklısı, iş
ilişkileri kurmak için camilerde toplanan bir kitlenin elinde inancımız, ta ki
biz inancımıza sahip çıkana kadar.” (Sayfa 173)
Özge Darbe’yi internet üzerinden çıkarmaya devam
eder. Sanat, iş hatta siyaset dünyasının ünlülerinin kirli çamaşırlarını ortaya
çıkarmaya devam ederler. Sadık Kolhan’ın her ne kadar Özge’ye ilgisi devam etse
de Özge ona karşılık vermez. Murat Kolhan, her koşulda Özge’yi koruyup kollayan
gizli bir el gibidir.
“Okuduğun
her kitap, toplamda sadece 29 harfin kombinasyonundan oluşuyor, aynı etrafında
gördüğün her şeyin aynı atomların bir araya gelmesiyle oluşması gibi ama her
şey birbirinden ne kadar farklı değil mi? Bizi oluşturan aynı atom ve
okuduğumuz yüzlerce değişik kitabı oluşturan 29 harf...Temelde biriz Bilge ama
aynı değiliz, çünkü deneyimlediklerimiz farklı.” (Sayfa
165)
Bilge Can’ın asistanlık işine devam ederken,
okulu bitirmesine de az kalmıştır. Can ile aynı programa çıktığından beri
okulda silik bir karakter olan Bilge, dikkat çekmeye başlar. İlk defa okul
partisine davet edilir. Aynı okuldan âşık olduğu Murat ile ilk defa davet
edildiği bir partide yakınlaşırlar. Çok geçmeden ülkedeki eylemlerde polisler tarafından
feci şekilde dövülen Murat’ın ölmesi ile Bilge alt üst olur.
Ada aynı
zamanda okuldan da arkadaşı olan Göksel ile tuhaf bir ilişki yaşarlar.
Göksel Ada’nın müziğine adeta âşık olur. Aynı dönemlerde Ada’nın hayatına Tugay
girer. Tugay’la beraber Ada şöhret basamaklarını hızla çıkmaya başlar. Tugay
sayesinde Şadiye, Deniz’den alamadığı müziği Ada’dan alır. Ada’nın kokainle
tanışması da bu dönemlerde olur. Ada uyuşturucu ile uyutulup, yeteneği
sömürülür, Tugay ve Şadiye tarafından.
KİTAPTAN
NOTLAR
Kitap yorumuma kapak ile başlayayım. Kitabın
üçleme olduğunu bilmeseydim, ve sadece elimde bu iki kitap olsaydı kapaktan
yola çıkarak, yazarın dört ana elemente gönderme yaptığını ve ateş ve suyun
ardından toprak ve hava’nın geleceği bir dörtleme olacağını düşünürdüm
öncelikle….
Arka kapak yazısına gelince yazarı kutlamak
gerek. Bilmece gibi yazdığı kapak ve önsöz yazıları içerikle ilgili fazlaca
bilgi vermemekte. Ancak yazar ilk kitabında sergilediği gelecek günlere
göndermeler ile ilk kitaptaki üslubunu devam ettirmiş. Bu durum bazen
karakterler ile ilgili içimi rahatlatırken, bir taraftan da merak öğelerinin
dozunu düşürmüş gibi geldi bana.
Kötülük
karşısında yapılabilecek iki şey vardı. Birincisi uzaklaşmak ki bu en
ilkeliydi, ikincisi savaşmak ki bu en zoruydu. (Sayfa
78)
Karakterlere gelince Can amacına ulaşmış ve Duru’yu
elde etmiştir. Deniz biraz da klişe bir biçimde şehirden kaçmıştır. Çi’de Deniz
pek çok anlamda yaşadığı acıya uygun biçimde geri çekilmiş karakter oldu. Ancak
ortaya çıktığı kısımlarda yaptığı konuşmalar yine okuyucuyu düşündürecek
cinsten. Bu kısımlar okurken en keyif aldığım kısımlardı.
Can ve Duru bu kitapta da öne çıkan karakterler
oldu. Birlikteliklerini okumak pek de sevimli gelmedi doğrusu. En beğendiğim
kısımlar Duru’nun Can’ın gerçek yüzünü görmeye başladığı ve Can’ın evini
yaktığı kısımlar oldu. Ancak Duru hastanedeyken bile Can’ın saplantısının devam
etmesi, hatta uyuyan bir kadına bu şekilde yaklaşması midemi bulandırdı. Can
Manay’dan bir kez daha iğrendim.
Yazarın ilk kitaptan da alışık olduğumuz
olaylara yaptığı göndermeler yakın zamanda yaşadığımız, basında yer alan pek
çok olayı hatırlattı bana Örneğin; Murat’ın polisler tarafından öldürülmesi…
Ada’ya gelince; Ada en üzüldüğüm ve en gerçekçi
karakter oldu benim için. Kim bilir ne çok Ada vardır izlediğimiz, belki de
hayran olduğumuz dünyada.
Muammer, Ömer, Özge ve Sadık Murat diyalogları, yazarın
Özge’de biraz tekrara düşmüş gibi gelmesinden midir çok da keyif almadığım
kısımlar oldu. Okurken kendimi zorladığım bölümler bile oldu zaman zaman.
Her
şeyi bildiğini sanmayı anlarım, toyluktur ama her şeyi anladığını sanmak! Bunu
anlayamam çünkü salaklıktır. (Sayfa 282)
Belki, bir başucu kitabı olmadı benim için.
Gözlerimi alamayacağım bir aydınlanma da yaşamadım. Ama izlediğim, okuduğum pek
çok şeye bakış açımı değiştirmedi desem yalan olur. Pek çok insanın bilip de
bilmezlikten geldiği pek çok gerçeği yazarın paylaşma cesaretini takdir ettim
doğrusu. Bir an Şenay Düdek’in kitabını okuduğumu bile düşündüm. Eminim
okuyan pek çok okuyucu karakterleri kafasında ünlülerle eşleştirmiştir.
Kısacası okumaktan keyif aldığım, akıcı bir
üslupla yazılmış bir kitap olduğunu söyleyebilirim.
Hayat,
sadece bir an, ya efendisi olursun ya da kölesi.
(Sayfa 248)
Çok yakında Pİ ile görüşmek üzere...
SEVGİLER...
Psikolog Abla'nız artık burda... Hepinizi bekliyorum!
YanıtlaSilpsikologabla.blogspot.com :)
harika bir seri umarım bir gun ben de azra kohen gibi kitaplar yazabilirim
YanıtlaSilAslında öyle çok konuşulan,çok karşıma çıkan kitapları okumamakta direnirim. Ama bu seri o kadar ilgimi çekiyor ki,anlatamam. :) En kısa zamanda okuyacağım. :)
YanıtlaSilMerhaba, benim merak ettiğim ama cevabını bir türlü bulamadığım soru, Can Manay'ın geçmişi, Çiçek diye birini bahsi geçiyor ama hikayeyi bir türlü anlayamadım.Diziyi izliyorum ve spoiler vermeniz önemli değil, okuyan arkadaşlar açıklarsa çok sevinirim.
YanıtlaSil