MERHABALAR
İlk çıktığı yıllarda okuduğum ve blogumda yer vermek adına geçtiğimiz hafta yeniden okuduğum SİMYACI'yı paylaşmak istiyorum sizlerle...
ARKA KAPAK
Simyacı, Brezilyalı eski şarkı sözü yazarı Paulo Coelho'nun,
yayınlandığı 1988 yılından bu yana dünyayı birbirine katan, eleştirmenler
tarafından bir `fenomen' olarak değerlendirilen üçüncü romanı. Simyacı, altı
yılda kırk iki ülkede yedi milyondan fazla sattı. Bu, Gabriel Garcia
Marquez'den bu yana görülmemiş bir olay. Yüreğinde, çocukluğunu yitirmemiş olan
okurlar için bir `klasik' kimliği kazanan Simyacı'yı Saint-Exupery'nin Küçük
Prens'i ve Richard Bach'ın Martı Jonathan Livingston'u ile karşılaştıranlar var
(Publishers Weekly). Simyacı, İspanya'dan kalkıp Mısır Piramitlerinin
eteklerinde hazinesini aramaya giden Endülüslü çoban Santiago'nun masalsı
yaşamının felsefi öyküsü. Sanki bir “nasihatnâme”: `Yazgına nasıl egemen
olacaksın, mutluluğunu nasıl kuracaksın?' sorularına yanıt arayan bir hayat ve
ahlak kılavuzu. Mistik bir peri masalına benzeyen romanın altı yılda, yedi
milyondan fazla okur bulmasının gizi, kuşkusuz, onun bu kılavuzluk niteliğinden
kaynaklanıyor. Simyacı'yı okumak, herkes daha uykudayken, güneşin doğuşunu
seyretmek için şafak vakti uyanmaya benziyor.
KİTABIN
ÖZETİ
Romanımız,
kervancının getirdiği kapağı olmayan bir kitabı okuyan simyacı ile başlamakta
ve Simyacı tekrar sahneye çıkana kadar sahne kahramanımız Santiago’ya
kalmaktadır.
Santiago,
güneş batmak üzereyken sürüsüyle birlikte eski, terk edilmiş kilisenin önüne
gelir. Kilisenin çatısı çoktandır çökmüş, bir zamanlar ayin eşyalarının olduğu
yerde bir firavuninciri büyümüştür. Geceyi burada geçireceklerdir. Santiago,
koyunlarını içeri aldıktan sonra kendisine uyumak için yer hazırlar. Altına
yamçısını yarar başının altına kitabını yastık niyetine koyar. Gecenin
karanlığında uyanır. Daha önce de gördüğü düşü tekrar gördüğünü ayrımsar.
Koyunlarını
da toplayarak yola çıkmaya hazırlanır. Niyeti Tarifa kentine gitmek orada
koyunlarının yünlerini satmak ve geçen yıl gördüğü tüccarın kızını belki bir
daha görmektir. Bu umutla yola çıkar, önünde dört günlük bir yol vardır.
Santiago aslında anne ve babası tarafından rahip olması için papaz okuluna gönderilmiştir. On altı yaşına geldiğinde; gezmek, dünyayı dolaşmak fikri ona rahip olmaktan daha cazip gelmiştir. Bu isteğini babasıyla paylaştığında; babası da, oğluna içinde üç adet altın İspanyol parası olan bir kese vererek oğluna “git, kendine bir sürü al ve en iyi şatonun bizim şatomuz ve en güzel kadınların bizim kadınlarımız olduğunu öğreninceye kadar dünyayı dolaş” demiş ve oğlunu kutsamıştır.
Santiago,
babasının verdiği parayla bir koyun sürüsü alır ve yaşamının büyük düşünü
gerçekleştirmeye başlar; artık geziyordur. Gördüğü rüyalar her şeyi daha da
ilginçleştirir. Rüyasında Mısır Piramitlerini ve burada bulacağı hazineyi
görmektedir. Düşünü falcı bir kadına yorumlatmak ister. Kadın yorumuna karşılık
para yerine hazinenin onda birini ister.
Ardından
Santiago kendini Salem kralı olarak tanıtan, altından bir göğüslük giyen yaşlı
adamla konuşur. Yaşlı adam, hayatın gizemleri hakkındaki bilgiye karşılık
Santiago’dan sürüsünün onda birini vermesini ister. Yaşlı adam, Santiago’ya
biri beyaz diğeri siyah olmak üzere iki adet gizemli taş verir. Taşların adı Urin ile
Tummini’dir ve siyah olanı “evet”, beyaz olanı “hayır” anlamını taşıyan bu taşları
“zora düştüğün zamanlarda kullanırsın
ancak kendi kararını kendin vermeye çalış” der.
Mısır’a gitmek için önce koyun sürüsünü satar ve parasını cebine koyarak yola çıkar. Tarifa’dan Afrika’ya geçtiğinde Mısır piramitlerine gitmek için yardım ister. Tüm parasını vererek bir rehber bulur. Birlikte deve almak için pazara çıktıklarında rehber Santiago’nun tüm parasını da alarak ortadan kaybolur.
Santiago
bilmediği bir şehirde beş parasız kalmıştır. Bir iş bulmalı ve çalışmalıdır.
Yolun sonundaki billuriye dükkânında kristal satmak üzere işe başlar.santiago’nun
işe girmesiyle ve yeni fikirleriyle dükkan eski iyi iş yapan günlerine döner ve
bir yıl geçtikten sonra mısır piramitlerine gidecek parayı biriktirir.
Piramitlere gitmek isteyen pek çok insan gibi kervancıyla anlaşır. Kervan
Vaha’ya kadar ilerler. Ancak kabileler arası savaştan dolayı kervan bura
konaklamak zorunda kalır. Yolculuk esnasında tanıştığı bir İngiliz ile
arkadaşlık eder Santiago. İngiliz’in amacı Simyacı’yı bulmak ve ondan Simya
ilmini öğrenmektir. Ancak simyacı herkesin kolayca tanışacağı biri değildir.
Vahada
yaşayan Simyacı, kabile reislerinin bile çok zor ulaştığı güçlü biridir. Vahada
kaldığı günlerde Santiago, isminin Fatima olduğunu öğrendiği kıza aşık olur.
Santiago, gökyüzünü izlerken gördüğü iki şahinin
hareketlerini yorumlayarak vahaya saldırılacağını söyler. Saldırının
gerçekleşmesi ve vahadakilerin saldırıya hazırlanmalarını Santiago’nun
sağlaması üzerine vahada yaşayan “Simyacı” Santiago’yla konuşur. Çöl
yolculuğuna birlikte devam ederler. Kişisel menkıbesinin peşinde yol alan
Santiago’nun bir yoldaşı vardır artık.
DEVAMI KİTABIMIZDA...
KİTAPTAN NOTLAR
Simyacı
ile 1999’da üniversiteye ilk başladığım dönemde tanıştım. Elimdeki kitabın 59.
Baskısı. Hakkında yazılan bu kadar yazının üzerine kitap ile ilgili söylenecek
pek fazla şey yok aslında. Uzun bir aradan sonra ne okusam diye düşünürken bir
daha okuyayım dedim ve birkaç saatte okudum. Eski bir dost ile yeniden
karşılaşmak, sohbet etmek gibiydi. İyi geldi doğrusu. Okumuşken de blogumda yer
vereyim istedim.
Sade
dili, bir çemberi andıran kurgusuyla, hayata dair dersler veren güzel bir eser.
Bazen verilmek istenen mesajları süslü cümlelere sığınmadan da verilebileceğini
kanıtlıyor sanki.
Bunun
yanında romanın kahraman kadrosu da çok kalabalık değil. Olay Santiago ve simyacı çevresinde geçmekte.
ALINTILAR
“Hayatımızın belli bir anında, yaşamımızın
denetimini elimizden kaçırırız ve bunun sonucu olarak hayatımızın denetimi
yazgının eline geçer. Dünyanın en büyük yalanı budur.”(s. 31)
“Düşümü gerçekleştirmekten korkuyorum, çünkü o
zaman yaşamak için sebebim kalmayacak.”(s.61)
“Düşler, Tanrı’nın diliyle konuşurlar. Tanrı dünyanın diliyle konuşursa bunun yorumunu yapabilirim. Ama senin
ruhunun diliyle konuştuğu zaman bunu yalnızca sen anlayabilirsin.” (s.26)
“Öyle zamanlar vardır ki, insan hayat ırmağının akış yönünü
değiştiremez.” (s.61)
“Bir şeyi gerçekten istediğin zaman, arzunu gerçekleştirmeni
sağlamak için bütün evren işbirliği yapar.” (s.74)
“Kumullar rüzgarın etkisiyle değişirler ama çöl hep aynı
kalır.” (s.106)
“Kötülük, dedi Simyacı, insanın ağzından giren şeyde
değildir. Kötülük oradan çıkandadır.” (s.121)
“En karanlık an, şafak sökmeden önceki andır.” (s.137)
Şu an her iki sayfan da açık önüm de blogdan sana ziyarete gelmiştim ki faceden kitap tanıtımını açtım:))
YanıtlaSilbir kaç yıl önce okumuştum çok beğenmiştim. sonrasın da İzmir göğüs hastahanesin de kütüphane kuruluyordu epeyce kitap vermiştim oraya bu da onlardan biri:) teşekkürler sevgiler.
Çok güzel bir yayın olmuş :) Atladığım kitaplardan biri. Ama en kısa zaman da okumak istiyorum :)
YanıtlaSilBenim de tekrar okumak istediğim kitaplardandır Simyacı.
YanıtlaSilÇok güzel bir kitap okumayanlara mutlaka tavsiye ediyorum
YanıtlaSilYıllar yıllar önce okuduğum sürükleyici bir kitaptı.
YanıtlaSilYıllar önce okumuştum ama o kadar güzel tanıtmışsın ki, yeniden okumak istedim.:) İncecik ama dolu dolu bir kitaptı.
YanıtlaSilOkuyalı uzun zaman oldu ve okuduğumda da çok sevmiştim. Az sayfa da çok ley anlatan bir kitap.
YanıtlaSilKendine has bir havası vardı kitabın. Simya ve insan etkileyiciydi.
YanıtlaSil