MERHABALAR,
Türkiye'nin gelmiş geçmiş en usta kalemlerinden, büyük usta Yaşar Kemal'in "DAĞIN ÖTE YÜZÜ" üçlemesinin ikinci kitabını "YER DEMİR GÖK BAKIR"ı paylaşmak üzere karşınızdayım.
Yazarın " Bu seri benim tanıklığımdır" dediği, okurken çaresizlikle umudu aynı anda hissedeceğiniz kitabın arka kapağı ile başlayalım.
ARKA KAPAK
Başı dara düşenler, yarattıkları düş
dünyasında bulurlar yollarını. Ayakta kalabilmek için sığındıkları bu dünya bir
yandan onları yaşatırken, bir yandan da hikayelerini örer. Dağın Öte Yüzü
üçlüsü darda kalanların yarattıkları düş dünyasının büyük ve görkemli
hikayesidir.
Üçlünün ikinci kitabı Yer Demir Gök Bakır bütün mümkünlerini yitirmiş köylülerin kendi
yarattıkları ermişin işaret ettiklerine bakarak hayatta kalmalarını anlatır.
Roman kendi mitini yaratmanın tanığı, düş dünyasının gücünün kanıtıdır.
Fransız Eleştirmenler Derneği’nce, “Yılın
En Güzel Romanı” seçildi.
"Birden bu barok kişilerin harikulade serüvenine kapılırsınız, acımasız gerçekle efsane arasında gider gelirsiniz. Yaşar Kemal ya da bir halkın dehası."
-Martine Bauer,Le Matin de Paris,(Fransa)
"Yaşar Kemal'in özgün ya da bilge bir anlatıcıdan çok daha başka bir şey olduğunu bir kez daha kabul etmek gerekir.(...) Yazar ve halkı sanki gerçekten tek bir bütünmüş gibi, kişileri de anlatımı da aynı şiirsel imgelemi ve aynı büyüleyici çekiciliği taşır."-Journal de Centre, (Fransa)
"Toprağa ve gökyüzüne kenetlenmiş köylünün sert yaşamını düşleyebilenler, bir gemiye biner gibi binsin bu demirden toprağa bizlere sonsuza dek yasak edilmiş bu serüveni yaşasınlar."-MN. Rieux, Que Lire, (Fransa)
"İnsanlara karşı acımasız bir toprağın temposu..."
-Martine Bauer,Le Matin de Paris,(Fransa)
"Yaşar Kemal'in özgün ya da bilge bir anlatıcıdan çok daha başka bir şey olduğunu bir kez daha kabul etmek gerekir.(...) Yazar ve halkı sanki gerçekten tek bir bütünmüş gibi, kişileri de anlatımı da aynı şiirsel imgelemi ve aynı büyüleyici çekiciliği taşır."-Journal de Centre, (Fransa)
"Toprağa ve gökyüzüne kenetlenmiş köylünün sert yaşamını düşleyebilenler, bir gemiye biner gibi binsin bu demirden toprağa bizlere sonsuza dek yasak edilmiş bu serüveni yaşasınlar."-MN. Rieux, Que Lire, (Fransa)
"İnsanlara karşı acımasız bir toprağın temposu..."
Romana başlarken;
“Ortalık kar içindeydi. Kar dereleri tepeleri silme
doldurmuştu. Dünya yalnız bir aklıktı. Bu aklığın üstünde en küçük bir leke
bile yoktu. Bir kuş, bir sinek lekesi bile. Gökyüzü de apaktı. Yalnızca uzakta,
güneyde, Toros’un ormanlığının üstünde sıcacık yeşile kaçan bir mavilik
balkıyordu. Bu duruluk sonsuz aklığın üstüne serilmiş küçücük bir mendile benziyordu.
Bir de uzaktan Hasan’la Ummahan’a bakınca yuvadan düşmüş, yuvarlanan, uçmak
için kanat çırpan, çabalayan kırlangıç yavrularını görür gibi oluyordu insan.
( Sayfa 7)
ÖZET
Yalak köylüleri Çukurova’dan pamuktan
köylerine eli boş dönmüştür. Köye dönerken de her yıl yaptıklarının aksine
Adil’e borçlarını ödeyememiş, yeni ürünler de alamamışlardır. Çetin bir kış
onları beklemektedir. Bir taraftan pamuktan para kazanamamaları, bir yandan
Adil’in köye gelip borcuna karşılık donlarına kadar alacağı korkusu sarar
köylüyü. Köye gelen herkesi Adil sanırlar.
Bir yandan Adil Efendi’nin mallarına el
koyacağından korkan köylüler çareler düşünmeye başlarlar. Muhtar Sefer’in
önerisiyle tüm mallarını köyün yakınındaki mağaraya saklarlar. Böylece Adil
Efendi onların fakirliklerini görecek, acıyacak ve affedecektir. Tüm köyün
aksine Çukurova’ya indiklerinde Muhtar Sefer’e de karşı koyan Taşbaşoğlu
mallarını saklamaz. Bir taraftan Adil Efendi beklenir ama Adil efendi gelmez.
Adil
Efendi de köye gelirse; köylüler tarafından saldırıya uğrayacağı korkusuyla
yaşar. Bu arada evlerin ısı kaynağı da olan hayvanlar mağaraya gidince evler
buz gibi olur. İnsanlar nefesleri ile ısınırlar. Kış çetindir. Mallar
mağaradayken Adil Efendi’nin gelmeyişini Muhtar Sefer Taşbaşoğlu’nun Adil’e
köylüyü ihbar etmesine bağlar. Köylüyü ona karşı kışkırtmaya çalışır. Ancak
köylü buna ihtimal vermez. Bekleyiş köylüye ıstırap vermektedir. Köyden üç
kişinin Adil Efendi’ye gitmesine ve köylünün nesi varsa vermesine karar
verilir. Böylece bekleyiş bitecektir.
“Köylü insanı canavara benzer. Az önce göklere çıkarıp
Tanrıya eş ettiğini, işine gelmeyince, biraz sonra çamura batırır. Batırır da
gözünün yaşına bakmaz. İnsan, bu kadar yüceltip, arkasına top top ışıklardan
bir ışık ormanı takıp göklere salıverdiği ermişin yakasını bir iki sözle
bırakıverir mi ? Velev bu sözleri söyleyen ermişin ta kendisi olsa…” (Sayfa
302)
Bu arada köylünün öldü sandığı hatta
oğlunun mevlüt okuttuğu Koca Halil, köylünün pamuğa geç inmesinden ve köylünün
eli boş dönmesinden kendini sorumlu tutmakta ve köylünün kendisini öldüreceğini
düşünmektedir. Bu yüzden de evinin ahırında saklanır. Çok geçmeden köylü Koca
Halil’in yaşadığını öğrenir. Ancak köylünün onu öldürmek gibi bir niyeti
yoktur.
Bir taraftan da Taşbaş’ın köylüye duyduğu
nefret artar. İçinde bulundukları durumun aslında en büyük suçlusu olan Muhtar
Sefer’le bir olmaları, tutarsız davranışları, Sefer’in mantıksız planlarına
ortak olmaları Taşbaşoğlu’nu çılgına çevirir. Köylüye sürekli beddualar eder.
Taşbaşoğlu, karısının bir kavgada yaralanmasından sonra küfür ve beddualarının
dozunu iyice arttırır.
Köyde bunlar yaşanırken; Hüsne ve Recep Hüsne’nin
evine yakın bir samanlıkta gizlice buluşurlar. Hüsne köyün başına gelen
felaketlerden kendilerinin yasak ilişkisinin sebep olduğunu düşünmektedir.
Recep’le kaçmaya karar verirler. Karda kıyamette köyden kaçan sevgililere kar
geçit vermez. İkisi de donarak ölürler.
Köyün delisi Vurgun Ahmet, âşıkların
karlar altında öldüğünü bildirmek için köye geldiğinde tüm kapıları çalar.
Köylülere sitemlerde bulunur. Köylü tarafından aynı zamanda kutsal sayıların
Vurgun Ahmet’in Taşbaş’ı yüceltmesi, Taşbaş’ın köylülerin gözündeki yerini
değiştirir. Taşbaşoğlu; Muhtar Sefer’in
tüm çabalarına rağmen git gide evliya rütbesine yükselir. Taşbaşoğlu köylüyü
ikna etmeye çalışsa da bir türlü onları evliya olmadığına inandıramaz.
Köylülerin gördüğü rüyalar ve Taşbaş’a atfedilen olaylar köylünün inancını daha
da güçlendirir.
KİTAPTAN NOTLAR
“ Yer Demir, Gök Bakır” deyimi çalınan
kapıların açılmadığı zamanları anlatmak için kullanılan bir deyim olarak
kitabın içeriğini anlatmaya ancak bu kadar uygun olabilirdi. Yaşar Kemal’in
ustalığı kitaba verdiği isimde bile kendini ortaya çıkarmakta.
Serinin ikinci kitabı “Yer Demir Gök Bakır”da
mekân olarak Yalak köyü seçilmiştir. Köylüler Çukurova’dan eli boş dönmüş, çetin
kış şartlarına karşı savaşmaya çalışmaktadırlar. Bir taraftan Adil Efendi’nin
korkusu, bir taraftan çetin geçen kış sıkışıp kalmışlardır. Bu sırada kendi
söylediği yalana kendi inanan insanların psikolojisiyle ve Vurgun Ahmet’in de
etkisiyle bir ermişe; Taşbaşoğlu’na sarılırlar. Olaylar bundan sonra Taşbaşoğlu
ve Muhtar çevresinde gelişir.
Konuşmamaya yemin eden Meryemce iç sesi ve uzun monologları kitapta bolca yer alır. Benim üçleme boyunca zaman zaman sevimli bulsam da beni en çok yoran karakter Meryemce oldu, bitmek bilmez öfkesi, memnuniyetsizliği, oğluna, gelinine davranışları… Satır aralarında Memed’in Hürü Ana’sından bahsetmesi, hem romanın geçtiği zamanı kestirmek ve hem de romanı daha iyi anlamak bakımından benim açımdan etkili oldu.
“Bir insan konuşmazsa, o insan ölü demektir. Şu Meryemcenin
şimdi ölüden ne farkı var.” (Sayfa 33)
Serinin bu kitabı Zülfü Livaneli yönetmenliğinde filme de çekilmiş. Onu da izlemek istiyorum. Ancak kafamda canlandırdığım karakterlerle örtüşmezlerse hayal kırıklığı yaşarım diye de korkuyorum.
“Bozkırın baharı geç gelir. Çiçekleri de
daha geç açar. Çiçeklerin sapları bir parmak boyunda var yok, kısa, küt olur.
Bozkır çiçeklerinin renkleri alabildiğine parlaktır. Kırmızıysa, böyle bir
kırmızı hiçbir yerde görülmüş değildir. Sarısı, mavisi, turuncusu da öyledir.
Gece karanlığında bile gözükürler. Kokuları keskindir. Bu yüzden de, üstünde
çiçek olsun olmasın, eğil, bozkır toprağını kokla mis gibi kokar.” (Sayfa
378)